Mesajı Okuyun
Old 09-11-2007, 13:49   #3
Sinerji Hukuk Yazılımları

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2005/21-66
Karar: 2005/93
Karar Tarihi: 23.02.2005

ÖZET : Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının kural olarak Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeyeceği açıktır.

(1086 S. K. m. 237) (3201 S. K. m. 3)

Dava: Taraflar arasındaki "kurum işleminin iptali-yaşlılık aylığı bağlanması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.2.2004 gün ve 2001/939-2004/8 sayılı kararın incelenmesi davalı SSK vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 15.6.2004 gün ve 3434-5920 sayılı ilamı ile,

( ...Uyuşmazlık 3201 sayılı Yasaya göre yapılan borçlanma işlemini iptal eden Kurum işleminin iptali ile borçlanma işleminin geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine ilişkindir.

Davacının uzun yıllar Almanya'da işçi olarak çalıştıktan sonra yurt dışında 14.7.1972-18.8.1995 tarihleri arasında geçen hizmetlerine ilişkin, yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı Kuruma 3201 sayılı yasa uyarınca borçlanmış, prim borçlarını ödedikten sonra yaptığı başvuru üzerine kendisine yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Ancak daha sonra Almanya Sosyal Güvenlik Kuruluşundan getirtilen hizmet cetveline göre davacının 15.10.1995 tarihine kadar yurt dışında çalıştığı ve 26.12.1995 tarihine kadar da işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından, yurda kesin dönüş yapmadığı kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı iptal edilmiştir. Bunun üzerine davacı, Ankara 1. İş Mahkemesinin 1997/957 Esas ve 1997/2062 Karar sayılı dosyasında Sosyal Sigortalar Kurumunu hasım göstererek. Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptali, borçlanmanın geçerli olduğunun tespiti ve kesilen aylıkların ödenmesi istemli dava açmıştır. Mahkemece yargılama neticesinde davanın kabulüne ilişkin karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesince kesin dönüş şartı gerçekleşmediği gerekçesiyle 24.11.1997 tarihinde bozulmuş, bozma ilamına uyularak verilen davanın reddine dair karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Daha sonra davacı, Ankara 5. İş Mahkemesine 21.06.2000 tarihinde 2000/794 Esas sayılı dosya ile yeniden Sosyal Sigortalar Kurumunu hasım göstererek Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptali, borçlanmanın geçerli olduğunun tespiti istemli dava açmıştır. Bu dava kesin hüküm nedeniyle reddedilmiş, Dairemizin 14.5.2001 tarihli ve 2001/3576 Esas ve 2001/3713 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Davacı kesinleşen bu karardan sonra bu defa Ankara 4. İş Mahkemesinde 2001/939 Esas sayılı dosyasında dava açarak yeniden 3201 sayılı Yasa çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin 3201 sayılı Yasanın 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "...yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş.." sözcüklerinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline ilişkin 12.12.2002 tarihli kararı uyarınca borçlanmayı iptal eden Kurum işleminin iptalini ve borçlanmanın geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitini istemiş, mahkemece hükümde belirtildiği şekilde istemin kabulüne karar verilmiştir.

Oysa, uyuşmazlık konusunda daha önce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükümle çözümlenmiş olması olumsuz dava koşuludur. Maddi anlamda kesin hükümden söz edebilmek için HUMK.'nın 237. maddesi uyarınca birinci ve ikinci davanın konusunun dava sebebinin ( vakıalar ) ve taraflarının aynı olması gerekir.

Ankara 5. İş Mahkemesinin ve Ankara 1. İş Mahkemesinin yukarıda özetlenen dosyaları kapsamında, aynı davacı tarafından aynı davalı Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine, aynı maddi vakıalara dayanarak ve aynı isteklerle daha önce açılan davanın reddine ilişkin kararlar kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları, konusu ve maddi vakıaları önceki davalar ile aynı olup, kesin hükmün oluştuğu ortadadır.

Dava sebebinden maksadın, davacının dayandığı maddi vakıalar olduğu yolunda bilimsel görüşler ve yargısal kararlar söz birliği içindedir. Yeni bir niza söz konusu olmayıp, redle sonuçlanan 3201 sayılı Yasanın 3. maddesine dayalı ilk dava ile bu davanın vakıaları, diğer bir deyişle sebepleri aynıdır. Davacı her üç davada da yurt dışı borçlanmasının geçerli olmasını istemektedir. Birinci davada yurt dışı borçlanmasının geçerli olmadığı saptanmıştır. Borçlanmanın geçerli olmadığı yolundaki bu hüküm davacı yönünden bağlayıcıdır. Artık borçlanmanın geçerli olduğu yönünde yeni bir dava açamaz, işbu davanın dinlenebilmesi için, bu vakıaların önceki davalardaki vakıalardan farklı olması gerekir. Son açılan davanın dayandığı vakıalar aynı, sadece dayandığı delil farklı ise ( davacı Anayasa mahkemesinin iptal kararına dayanmaktadır ) dava sebebi aynı olduğundan, bu davanın dinlenebilme olanağı yine yoktur. Benzer bir olay nedeniyle YHGK.'nın 5.2.2003 gün ve 2003/21-30-57 Sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere, kesin hükme karşı açılan ve tarafları, dava konusu, dava sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenebilmesine olanak olmadığı gibi, davanın görülmesinden sonra Anayasa Mahkemesince verilen 3201 sayılı Yasanın 3. maddesindeki yurda kesin dönüş koşulunun iptalini öngören kararın bu davaya etkisi yoktur. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez. İleriye etkili olur. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sonrasındaki bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir.

Bu nedenle mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir... )

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir,

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, kesin dönüş yapılmadığı gerekçesi ile iptal edilen, 3201 sayılı Kanuna göre yapılan borçlanma işleminin geçerli sayılması ve yurda kesin dönüş tarihi olan 18.05.1998 tarihinden itibaren aylığın yeniden bağlanması istemine ilişkindir.

A- DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ: 1972 - 1998 tarihleri arasında yurt dışında işçi olarak çalıştığını, 1995 yılında 3201 sayılı Kanundan yararlanmak için borçlanma isteminde bulunmuşsa da, davalı kurum tarafından önce istemi kabul edilip aylık bağlandığını, arkasından aylık bağlama işleminin iptal edilip, bağlanan aylıkların kesildiğini, bu işlemin iptali için açtığı iki davanın, reddedildiğini, buna karşılık bu davada müvekkilinin yurda kesin dönüş yapmış olduğu 18.05.1998 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğini açıklayarak, davalı kurumun aksi yöndeki işleminin iptali ile 18.05.1998 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesini istemiştir.

B- DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı, davacının 15.10.1995 tarihine kadar yurt dışında fiilen çalıştığı, 16.10.1995 ila 26.12.1995 tarihleri arasında hastalık ve işsizlik sigortası yardımı aldığı anlaşıldığından, yurda kesin dönüş yapmış sayılamayacağı gerekçesi ile borçlanma işleminin iptal edildiğini, davacının bu konuda daha önce açtığı iki davanın da reddedilip kesinleştiğini, bu nedenle görülmekte olan davanın da kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir.

C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ; Mahkeme; davacının yargı kararları doğrultusunda işlem yapılması için Sosyal Sigortalar Kurumu Tahsisler Dairesine, 04.06.2001 tarihinde başvuruda bulunduğu, Kurumca davacı bakımından verilmiş bir yargı kararı bulunmadığından istem reddedildiği, davacının kesin dönüş yapmadan başvurmuş olduğu borçlanma işleminin Anayasa Mahkemesi'nin 3201 sayılı Kanunun 3. maddesini iptal etmesi karşısında geçerli olduğu, davacının son tahsis talebi tarihinde yurda kesin dönüş yapmış olduğu anlaşılmakla, bu tahsis talebini takip eden aybaşından itibaren yaşlılık aylığına bağlanması gerektiğine ve buna aykırı kurum işleminin iptaline karar vermiştir.

D- TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Yerel mahkeme kararı, davalı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle karar bozulmuş, mahkeme; önce görülen ve kesinleşen mahkeme kararları ile görülmekte olan davanın hukuki sebeplerinin aynı olmadığını, önceki dosyalarda dayanılan yasa hükmünün Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilip, yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığını, bu durumda önceki kararların görülmekte olan dosya açısından kesin hüküm oluşturmayacağını açıklayarak, önceki hükmünde direnmiştir.

E- MADDİ OLAY: Davacı 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşların Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun'dan yararlanarak yurt dışında geçen 14.07.1972-18.08.1995 devresine ait hizmetini 19.08.1995 tarihinde yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı kuruma borçlanıp, tebliğ edilen prim borcunu yasal koşullarına uygun şekilde ödemiştir. 18.12.1995 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunmuş, 01.01.1996 tarihinden geçerli olmak üzere de davacıya yaşlılık aylığı bağlanmış, daha sonra Kurumca Alman Sigorta Mercii'nden getirtilen hizmet cetvelinden davacının borçlanma ve tahsis talep tarihi ile sonrasında 26.12.1995 tarihine kadar yurt dışında işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından ""yurda kesin dönüş yapmadığı"" kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı tahsis işlemi iptal edilmiş, davacının, Ankara 1. İş Mahkemesinin 1998/1853 Esas ve 1998/66 Karar sayılı dosyasında 09.05.1997 tarihinde açtığı davada; Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden bu işleminin iptalini istemiş, mahkemece verilen davanın reddine ilişkin 18.02.1998 günlü karar temyiz edilmeksizin 27.02.1998 tarihinde kesinleşmiştir.

Bundan sonra davacı tarafından Ankara 5. İş Mahkemesinin 2000/794 Esas ve 2001/112 Karar sayılı dosyasında 21.06.2000 tarihinde açılan davada, davacı 1995 yılı itibarıyla borçlanmasının kabulünün gerektiğini, olmadığı takdirde ise 1998 tarihinde yurt dışındaki kaydını silerek kesin dönüş yaptığından borçlanma işleminin 18.05.1998 tarihi itibarıyla geçerli olduğunun tespiti ile Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptalini istemiş, mahkemece kesin hüküm nedeniyle davanın reddine dair verilen karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 14.05.2001 tarih ve 2001/3576 Esas ve 2001/3713 Karar sayısı ile onanarak, 14.05.2001 tarihinde kesinleşmiştir.

F- GEREKÇE: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davacı tarafından daha önce açılıp, kesinleşen; "Kurum işleminin iptali ile borçlanmanın geçerli olduğunun tespitine" yönelik davanın "reddine" ilişkin mahkeme hükmünün açılan bu davada, talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği, 3201 sayılı Kanunun 3. maddesinde yazılı, "yurda kesin dönüş yapma" koşulunu iptal eden ve 25.04.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 12.12.2002 gün ve 2000/36-2002/198 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının kesin hükme karşın eldeki davaya etkisinin olup olmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından "dava şartı" ile "kesin hüküm" kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu Düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu ( dinlenilebilir ) olmadığından reddetmesi gerekir.

Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması da ( olumsuz ) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin ( konusunun ), dava sebeplerinin ( vakıaların ) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur ( HUMK. m. 237 ). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; ( Yargıtay'da ) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, varsa davayı kesin hükümden ( dava şartı yokluğundan ) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da ( temyiz veya karar düzeltme aşamasında ) da, dahası bozmadan sonrada ileri sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.

Yeri gelmişken, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasa Mahkemesi'nin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme ( ex tunc ) etkisinin hukuki kapsam ve uygulama alanı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Öncelikle belirtelim ki; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğurur. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının etkisi henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalar yönünden geçerlidir.

Gerçekten de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının ( ex tunc ) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır ( Anayasa m. 153 ).

Genel Kuruldaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce üzerinde durulan bir başka husus da, yaşlılık aylığının hukuksal niteliğidir. Bu anlamda yaşlılık aylığının Anayasal ve yasalar karşısındaki konumuna göre sürekli kullanılması zorunlu bir hak olduğu ve bu haktan vazgeçilemeyeceği ve kaçınılamayacağı vurgulanmış ve kesin hüküm dahil diğer özel hukuk alanında yer alan kurumlarla karşılaştırılamayacağı ve bu kurallarla açıklanamayacağı, sosyal güvenlik hukuku çerçevesinde çözümü gerektiği vurgulanmıştır. Ne var ki, Anayasa'nın 153/V maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından bir istisna tanınmadığı konusunda bir kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.

Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak Devlet yaşamında kargaşaya neden olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu hükmün Anayasa'da yer almasının nedeni, 1961 Anayasası'nın 150. maddesinin gerekçesinde "içtimai huzur mülahazasına" dayandırılmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların ( kazanılmış haklar ) korunması hukuk devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürümeyeceğinin ( ceza mahkumiyetlerinde durum farklıdır ) kabulü kaçınılmazdır.

Kazanılmış hakları Hukuk Devleti kavramı temelini oluşturan en önemli unsurlardandır.

Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar" Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Anayasa Mahkemesi kararlarının mahkemeleri bağlayıcı niteliği açıktır. Bu etki yukarıda da açıklandığı üzere, hem kararın yayımlanması ile ortaya çıkar hem de yayımlandığı sırada derdest olan davalar açısından etkiye sahip olabilir.

Uyuşmazlığın çözümünde akla gelebilecek bir başka yön ise; borçlanmanın geçerliliği için aranan fakat, Anayasa Mahkemesi'nce iptaline karar verilen ""kesin dönüş' koşuluna bu kez geçerlilik koşulu olarak yer vermeyen, 06.08.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi ile 3201 sayılı Kanunun 3. maddesine getirilen yeni düzenlemenin, aynı nedene dayalı iptal ile oluşan kesin hükme etkisinin olup olamayacağıdır.

Yasa değişikliği ile getirilen bir düzenlemenin, ancak bu yönde bir ihya hükmü içermesi durumunda buna olanak bulunmaktadır. Ne var ki anılan yeni düzenlemede bu tür bir hükme yer verilmemiş olması karşısında, kesin hüküm olgusu nedeniyle oluşan hukuksal engeller tekrar karşımıza çıkmaktadır.

3201 sayılı Kanun, kendisinden önce yürürlükte bulunan 2147 sayılı Kanun ile birlikte; yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarına; yurt dışında çalıştıkları süreleri, döviz karşılığı borçlanma ve buna bağlı yaşlılık sigortasından yararlanma hakkı vermiş ve bu kişilerin, yurt dışındaki ülke sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında sosyal güvenliklerine gerek kalmaksızın Anayurt Türkiye'de sosyal güvenceye kavuşma hakkı tanımıştır. Böylece Türkiye'de çalışıp, belli bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunan Türk vatandaşları ile yurt dışında çalışanların sosyal güvenceleri açısından bir farklılık kalmamıştır.

Davanın yasal dayanağı olan 3201 sayılı Kanunun 3. maddenin iptal öncesi orijinal metninde;

"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş tarihinden itibaren yazılı istekte bulunmak ve yurt dışında geçen sürelerin tamamını veya dilediğini döviz olarak ödemek şartıyla borçlanabilirler.." hükmüne yer verilmiştir.

Diğer taraftan "aylık tahsisi ve aylığın başlama tarihi" başlıklı 6. maddede;

"A. ) Bu kanuna göre değerlendirilen sürelere istinaden aylık tahsisi yapılabilmesi için;

a ) Yurda kesin dönülmüş olması,

b ) Tahakkuk ettirilen döviz borcunun tamamının ödenmiş olması;

c ) Döviz borcunun tamamının ödenmesinden sonra yazılı istekte bulunulması şarttır.

Yukarıdaki şartları yerine getirenlerden tahsise hak kazananların aylıkları, yazılı istek tarihini takip eden ay başından itibaren başlatılmak üzere ilgili sosyal güvenlik kurumu kanunu hükümlerine göre bağlanır.

B. ) Bu kanunun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında çalışmaya başlayanların çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ay başından itibaren aylıkları kesilir.

Bunlardan yeniden kesin dönüş yapanların, bu hizmetlerini 4. madde hükümleri gereğince borçlanmaları şartıyla aylıkları bu süreler de dikkate alınarak yeniden hesaplanır.

Bu borçlanmayı yapmayanların eski aylıkları yurda kesin dönüş tarihini takip eden ay başından itibaren müracaatları üzerine tekrar ödenmeye başlanır. "

Hükmü bulunmaktadır.

Konu ile ilgili temel hukuk kurallarının açıklanmasından sonra bu ilkelerin ışığında somut olayı değerlendirdiğimizde;

Ankara 5. İş Mahkemesi'nin 14.03.2001 gün ve 2000/794 E. ve 2001/112 K. sayılı dosyasının yukarıda açıklanan içeriğinden anlaşılacağı üzere; aynı davacı tarafından davalı SSK aleyhine aynı maddi vakıalara dayanılarak ve aynı isteklerle ( 18.05.1998 tarihi itibarıyla borçlanma işleminin geçerliliği ) dava açılmış, yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları ve konusu önceki dava ile aynı olup, dayandıkları maddi vakıalar da aynıdır. Bu açık durum karşısında kesin hükmün varlığında kuşku bulunmamaktadır. Kesin hükme rağmen açılan ve tarafları, dava konusu, sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenmesine olanak bulunmadığı gibi, bu ikinci davanın yargılama aşamasında verilen Anayasa Mahkemesi iptal kararının yine yukarıda açıklanan ilkeler karşısında bu davaya etkisinin olabileceği de düşünülemez. Diğer önemli bir husus da, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile ( HUMK. Md. 237 ) çözümlenmiş olmasının dava şartı olması ve olumsuz dava şartı olarak nitelendirilen bu nedenin başkaca bir araştırma yapılmaksızın, davanın salt bu yönden reddini gerektirmesidir. Kısacası; eldeki davada davanın görülebilirlik şartları yoktur ve ileriye etkili olacak bir iptal kararının bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının kural olarak Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeyeceği açıktır. Daha açık anlatımla, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.

Hal böyle olunca; mahkemece Özel Daire'nin bozma ilamına uyularak davanın kesin hüküm nedeniyle reddi gerekirken direnilmesi yerinde olmamıştır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, HUMK'nın 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 23.02.2005 günü oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

KARŞI OY :

Davacının istemini kısmen kabul, kısmen red eden mahkeme kararını yerinde bulmadığından bozan Yüksek 21. Hukuk Dairesinin 15.6.2004 tarihli kararını ise yerinde bulan Hukuk Genel Kurulu'na ait 23.2.2005 tarihli kararına aşağıda anlatılan nedenlerden dolayı katılamamaktayım.

Davacı yurtdışında geçen hizmetlerinin bir bölümünü 3201 sayılı yasaya göre kuruma borçlanarak tahakkuk ettirilen prim borcunu da ödediğinden kendisine 01.01.1996 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlamış ise de davacının 15.10.1995 tarihine kadar yurt dışında çalıştığı ve 26.12.1995 tarihine kadar da işsizlik yardımı aldığı ve yurda kesin dönüş yapmadığı gerekçe gösterilerek yurtdışı borçlanması işlemi ve neticeten bağlanan yaşlılık aylığı tahsis işlemi iptal edildiğinden yerinde olmayan kurum işleminin iptal edilerek borçlanma işleminin geçerli olduğunun tespitine ve yeniden kesilen aylığının bağlanmasına ilişkin eldeki davayı açmış bulunmaktadır. Yapılan yargılama neticesinde tüm deliller dosyaya getirtildikten sonra mahkemece istemin kısmen kabulüne davacının 3201 sayılı yasaya göre yaptığı borçlanmanın geçerli olduğunun tespiti ile aksi yöndeki kurum işleminin iptaline aylıklarının 1.7.2001 tarihinden itibaren başlatılmasına dair hüküm kurulmuştur. Bu hüküm Yüksek 21. Hukuk Dairesi üye çoğunluğunca yerinde bulunmayarak davacının daha önce aynı istemli olarak Ankara 1. İş Mahkemesine tespit ve iptal davası açtığı 1997/1853 Esas ve 1998/66 Karar sayılı ilamı ile bu davadaki isteminin reddine karar verilip temyiz edilmeksizin kesinleştiği; yine tarafı ve istemi aynı olan 21.6.2000 tarihinde dava açılmış ise de bu kere doğrudan 1 devre sözkonusu edilip kesin hüküm nedeni ile reddedilmiş ve 21. Hukuk Dairesince 14.5.2001 tarihinde onandığından aynı taraflarca aynı istemle dava söz konusu olup HUMK. 237. maddesi gereğince kesin hükmün varlığından söz edilerek eldeki davanın reddedilmesi gerekirken kabulünün yerinde bulunmadığından bahisle bozulmasına karar verilmesi gerektiği yolunda hüküm kurulmuştur. Dava dosyası ekinde davacının bozma kararında belirtildiği gibi iş bu davadan önce tarafları, konusu ve dava sebebi aynı olan davacının yurtdışı borçlanmasının geçerliliği ve yaşlılık aylığını iptal eden kurum işleminin iptaline dair iki dava açtığı ve redle sonuçlandığı görülmekte ise de eldeki dava ile tarafları ve istemin aynı olması dışında benzerlik taşımamaktadır. Diğer bir anlatımla kesin hükmün varlığını teşkil eden iki unsur ( taraf ve konusu ) aynı olmakla birlikte üçüncü unsur olan dava sebebi artık birinci dava ile ayrılık arzetmemektedir. Şöyle ki; önceki davaların açılıp sonuçlandığı tarihte yürürlükte olan yasa 08.05.1985 tarihinde kabul edilip 22.05.1985'de yayınlanarak yürürlüğe giren 3201 sayılı yasadır. Bu yasa gereğince açılıp sonuçlandırılan tespit ve iptal davalarının red ile sonuçlandırılıp kesinleşmiş bulunması son derece isabetlidir. Çünkü borçlanma koşullarını belirleyen 3201 sayılı yasanın 3. maddesinde sigortalıların borçlanma yapabilmesi için yurtdışından kesin dönüş yapmaları gerektiği zorunlu bulunmakta olduğundan ve davacının da işsizlik sigortası alması nedeniyle yurtdışından henüz kesin dönüş yapmadan borçlanma yapmış bulunduğunun kabulü o tarihte yürürlükteki yasa ve yüksek mahkeme içtihatlarına uygun düşmekteydi. Ancak 3201 sayılı yasanın 3. ve 6. maddelerinde konu edilen yurda kesin dönüş yapma olgusu uygulamada yurtdışında çalışan vatandaşlarımıza borçlanma yapmaları için zorlaştırmalar getirdiği ve yurtiçi çalışanlarının çalışma olgusu ve yaşlılık aylığı bağlatma koşulları arasında eşitsizlik yarattığından Anayasanın 10., 49., 60. ve 62. maddelerine aykırılık teşkil ettiğinden bahisle bir Ankara İş Mahkemesince Anayasa Mahkemesine Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz davası açılmış olup bu mahkemece yapılan somut dava incelemesi neticesinde 12.12.2002 tarihli açıklanan kararla 3201 sayılı yasanın kesin dönüşü konu eden 3. maddesindeki kesin dönüş ibaresinin iptal edildiği tefhim edilmiştir ( 6. madde için olan iptal istemi red edilmiştir. ) ve 25.04.2003 tarihinde de Resmi Gazetede yayınlanarak eski yasa yürürlükten kaldırılıp iptal edilen şekli ile 3201 sayılı yasa yürürlükte uygulanmaya devam edilmiştir. Bunun anlamı doğal olarak yurtdışında çalışan işçiler artık yurda kesin dönüş yapmaya gerek kalmaksızın çalışma sürelerini bir gün karşılığı iki dolardan olmak üzere borçlanabilme hakkını elde etmiş bulunmaktadırlar.

Ancak aylık bağlanması ise yurtdışından kesin dönüş yapılması gerekliliğini korumuş bulunmaktadır. Davacı 3201 sayılı yasada aranan kesin dönüş olgusunun iptal edilmesinden sonraki döneme rastlayan tarihte eldeki davayı açmış bulunduğundan artık bu dava için yürürlükteki 3201 sayılı yasanın 3. ve 6. maddesindeki kesin dönüş koşulu aranmayacaktır. Davacının istemi yine birinci davadaki gibi borçlanmanın geçerliliği ve iptal edilen yaşlılık aylığının kesildiği tarihten ödenmesi ise de bu isteme uygulanacak yasa maddesi artık birinci dava ile aynı yasa maddesi değildir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile yeni bir şekil almıştır. Benzer tüm davalarda uygulanması zorunludur. Bu sonuç Anayasa Mahkemesi Yargılamasının bir gereğidir. Oysa ki, kesin hükmün varlığını belirleyen davanın sebebi artık DEĞİŞMİŞTİR. Gerek doktrinde gerekse yargısal uygulamalarda bu konuda yazılmış çok fazla doküman bulunmamakta ise de davanın sebebinden anlaşılan hukuki ve maddi sebeptir. Hukuki sebep: Açılmış bulunan davaya dava tarihinde yürürlükte bulunan yasa maddelerinin uygulanmasının gerektiği kuralıdır. Maddi sebep ise: davanın açılmasına neden olan muarazalar ve nizalardır. Eldeki davada davanın maddi sebepleri aynı ise de hukuki sebebi artık farklı olduğu için kesin hükmün varlığını belirlenmesini teşkil eden unsurlardan birisi hukuken kalkmış bulunmaktadır. Bu nedenle de birinci dava ile eldeki dava aynı şartları ve sebepleri taşımayacağından kesin hükmün varlığından söz etmek mümkün değildir. Bu anlatılanlar iç hukuktaki HUMK. 237. maddesinde anlatılan ve mahkemece resen göz önüne alınması gereken dava şartlarının irdelenmesine ilişkin ve onu ortadan kaldıran kişisel görüşümdür.

Diğer yandan Sosyal Güvenlik Hukukuna ait davalar iş mahkemelerinde görülmekte olup yargılama usulü 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası gereğince yürütülür. Yasanın 15. maddesinde " bu kanunda sarahat bulunmayan hallerde HUMK'nın hükümleri uygulanı" denmekte, 7. maddesinde yargılama usulünün şifahi usul olduğu yazılıdır. Buradan iş mahkemelerinde görülmekte olan bu tip davalar gerek yargılama usul ve esaslar gerekse nitelik ve sonuçları itibariyle genel mahkemelerde görülen eda davalarından farklılık arz etmektedir. Eda davalarında taraflara karşılıklı olarak bir işin yapılması, bir hakkın kullanılması veya malın, gayrimenkulün diğer tarafa verilmesi şeklinde edimler yüklediğinden artık bu sonuca rağmen ikinci kez aynı konuda aynı taraflarca aynı sebebe dayalı ikinci bir davanın açılarak hukuka güven açısından mevcut otoritenin sarsılması doğru bulunmayacaktır. Sosyal güvenlik hukukuna ait davalarda ise taraflardan birisi sigortalı gerçek kişi karşında ise idare ( devlet ) bulunmaktadır. Bu nedenle ilgi alanı kamusal olup otoritesi kamu düzenini ilgilendirmektedir.

Yargılama sürecinde mahkemeler tarafların ileri sürmediği ancak gerekli olan delilleri resen araştırabilmektedirler. Çünkü oluşabilecek aksi bir sonuç eşitlik ilkesini bozduğunda kamu düzenini doğrudan olumsuz etkileyecektir. Bu tip davalarda hüküm, bir hakkın tespiti, geçerliliği veya kurum işleminin iptali şeklinde kurulduğundan bir ucu açık bulunmaktadır. İnfaz kabiliyete ancak idareye sunulduğunda oluşacaktır. Genel mahkemelerden verilen hükümlere ilişkin edim davalarına bu nedenle hiç benzememektedir. Koşullara göre sigortalı bireyler kendileri için oluşan haklardan yararlanabilmek için önce idareye, niza çıkartıldığında da iş mahkemelerine başvurmaktadırlar. Bir dönem yasa maddeleri gereğince kişisel çalışma şartları uygun bulunmadığında istemleri mahkemelerce red edilse de zaman içinde koşullarda değişiklik oluştuğunda şartları elvermişse o haktan çalışan birey artık yararlanabilmelidir. Öncesinde aynı istemden dolayı davası red olunmuş bulunsa dahi "HAKKIN ÖZÜ" kaybolmadıkça devletten bunu isteme hakkı ve imkanı her zaman bulunması doğaldır. Bu nedenle tespit davalarının neticeleri kesin hüküm nedeniyle kısıtlanmamalıdır.

Olayımızda devlet sigortalı bireyler için bu vecibelerini yerine getirmiştir. Yurtdışında çalışan sigortalılara borçlanma için zorluk teşkil eden 3. maddedeki kesin dönüş koşulunu ortadan kaldıran değişikliği yasal organı Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile ortadan kaldırmış ve yerine uygun yasal hükümleri koyarak borçlanma işlemlerini basitçe kullanılan hak haline dönüştürmüştür. Ancak gereğini uygulamak öncelikle idareye düşmekte olup niza oluştuğunda ise çözüm mahkemelerde yer almaktadır.

Davacı gelişen şartlara göre bu hakkını kullanmakta ise de istemi yargı engeline takılmıştır. Sosyal Güvenlik hakkı gibi en doğal ve zorunlu bir hakkın kullanımından aynı nedene dayalı davalar açılıp olumsuz sonuçlandığından bahisle HUMK'nın 237. maddesi gerekçe gösterilerek kesin hükmün varlığından bahisle yasal engel konulmaktadır. Mevcut bir hak, ait olduğu kişiye kullandırılmayarak devlette kaldığı sürece bireyin yaşamını sürdürme hakkı dahi engellenmiş olacaktır. Buda sosyal devlet anlayışını yok eden olumsuz bir sonuç doğurur. Sosyal Güvenlik Hukukuna dair hiçbir talep ve davada feragat edilemeyeceği gibi bu hakkı engelleyen hiçbir mahkeme kararı da isabetli bulunmayacaktır.

Hukuk Genel Kurulunun 11.2.2004 tarihli 2004/21-54 Esas 2004/54 karar sayılı ilamında sosyal Güvenlik hakkından feragat edilemez devredilemez yoksun bırakılamaz diye özetlenen Yüksek 21. Hukuk Dairesi bozma kararı Hukuk Genel Kurulunca da kabul görerek bu hususta aksi yönde hüküm içeren yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Karardaki dayanak noktası alınan yasa maddesi HUMK'nın 91 ve devamı maddeleridir. Aynı gerekçelerle dava dosyamızdaki yaşlılık aylığı elde etmeye ilişkin yurtdışı çalışmasını borçlanmak isteyen davacının isteminin de engellenmemesi gerekmektedir. HUMK'nın 237. maddesindeki bu hakkın kullanımını 2. kez dava açıldığı için engelleyen unsurların mahkemece bertaraf edilmesi gerekmektedir. Üstelik bu iki unsura ( feragat edilemez yoksun bırakılamaz ) kuvvet veren güç ise bağımsız yargı erkidir. Bazen devlet yanlışı bazen birey yanlışı olmak yüce yargının tarafsız olma ilkesine uygun düşmeyecektir. Anlatılan nedenlerle daha önce dava konusu yapılıp o tarihte yürürlükteki yasalar gereğince elde edilemeyen sosyal güvenlik hakkının daha sonra yasal şartlar oluştuğunda olumsuz dava şartı mevcut diye davacıya idare ve yüksek mahkemece kullandırılmaması tarafımca uygun bulunmamaktadır.

Dairenin Bozma ilamında emsal olarak alınan 05.02.2003 gün ve 2003/21-30-57 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararı kapsam olarak aynı özellikte değildir. Özetle bu kararda yerel mahkemenin kesin hükmün varlığından ötürü ikinci kez açılan davayı reddeden mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş olup gerekçeli karar incelendiğinde Anayasa Mahkemesinin 12.12.2002 de tefhim edilen 3201 sayılı yasanın 3. maddesinde yer alan kesin dönüş ibaresini kaldıran karar daha Resmi Gazetede yayınlanmadığından yüksek dairece bozma şeklinde hüküm kurulmuş bulunduğundan eski yasa halen yürürlükten kalkmamış olup ancak iptal kararları resmi gazetede yayınlandıktan sonra eski yasa yürürlükten kalkıp yeni şekli yürürlüğe gireceği için bu kurala uyulmadığından yerinde bulunmamıştır.

Ayrıca Anayasa iptal kararları 153. madde gereğince geriye yürümediğinden bu davada yasanın yeni şeklinin uygulamasının yer alamayacağına dair görüş bildirilmektedir. Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi yargılamasının bu kuralının bu şekilde ifade edilmesine katılmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesine Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz yolu ile somut dava açan dava mahkemelerinin iptal istemleri yapıp bitirilen Anayasa yargılamasının sonucuna göre iptal veya red kararı ile sonuçlandırılmadan mevcut yargılama bitirilemez. Eğer dava mahkemesince hüküm kurulmamışsa dava kesinleşinceye kadar yasanın yeni şekli üst mahkemelerce de uygulanmak zorundadır. Çünkü iptal kararları bağlayıcıdır. Ayrıca benzer konulara bakan ilgili ve görevli mahkemeler dahi bu itiraz mahkemesinin başvurusu nedeniyle oluşacak iptal kararlarından etkileneceği için bu mahkemeler dahi Anayasa Mahkemesinin başvuruya ilişkin kararının sonucunu beklemeli ve Erga Omnes= herkese eşit kuralından hareketle tüm yasalar herkes için eşit uygulanmak zorundadır. Aksi yöndeki Hukuk Genel Kurulu kararındaki gibi düşünüldüğünde itiraz yoluyla yasaların iptal isteminin bir gereği ve yararı olmayacaktır. Mahkemeler uygulayamayacakları Anayasa iptal kararlarını beklemelerinin bir anlamı olamazdı. Yerel mahkemelerde ki mevcut uygulamalarda yasal için Anayasa Mahkemesine başvurulduğunda çıkacak sonuç beklenmektedir. 1982 Anayasasının oluşumu bu zorunluluğu getirmiştir. Bir önceki 1961 Anayasasında ise sadece itiraz yoluna başvuran mahkeme için iptal kararı geçerli olmakta diğer mahkemeleri bağlamamakta idi. Diğer yandan kazanılmış haklar geri verilmez ilkesinin uygulamadaki yeri ancak Anayasanın 150. maddesi gereğince soyut norm davalarının maddede belirtilen kişi ve kurumlarca açılması halinde uygulanmakta olup geriye yürümezlik ilkesinin bir neticesi burada yerini bulmaktadır. Ancak Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz yoluyla açılan davalarda ise tam aksi bekleyip sonucundan etkilenilmesi yargılamanın zorunluluğudur. Eldeki dava ile Anayasanın 150. maddesindeki iptal davası prosedürü ile hiçbir ilgisi yoktur.

Diğer yandan çalışan kesimin sosyal güvenceden yoksun bırakılmaması ve mevcut koşulların en uygun biçimde çalışanlara tanınarak yaşamın kolaylaştırılması Devletin ana temel görevlerinden birisidir. Bu hak diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin katıldığı Avrupa Sosyal şartı anlaşmalarının da bir gereğidir. Sosyal güvenlik haklarını belirleyen Anayasanın 60., 65. maddelerinde anlatıldığı gibi özellikle 62. maddesinde yabancı ülkede çalışan Türk vatandaşlarının sosyal güvenliklerinin sağlanmasına ilişkin hükümler yer almaktadır. Bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında sosyal güvenliğe ilişkin ikili sözleşmeler imzalanmış olup yine Anayasanın 90. maddesinde usulüne göre yürürlüğü konulmuş milletler arası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz denilerek Uluslararası hukuktaki sözleşmelere yurt içinde yürürlükte bulunan Kanunlara oranla üstünlük tanınarak titizlikle mutlak uyulmasının sağlanması düşünülmüştür. Bu nedenlerledir ki sosyal güvenlik haklarından vazgeçilemez bu haklardan kimse yoksun bırakılamaz, miras yoluyla yakınlara geçer, ilgili kişi kadar Devlet tarafından da korunması sağlanmalıdır. Bu hakların korunduğu en yüce makam da bağımsız yargıdır. Amaç hayatı zorlaştırarak hukuk normları arasında boğmak değil kolaylaştırmak olmalıdır. Dava konusu edilen uyuşmazlıklarda davacının sosyal sigortalar kurumuna yurtdışı borçlanması için yatırmış olduğu borçlanma bedeli halen uhdesinde bulunmaktadır. Bunun karşılığı davacı yaşlılık aylığına kavuşturulmuş ise de iptal edilerek işlem askıya alınmış bulunmaktadır. Demek oluyor ki bu kişilerin yaşamlarını sürdürebilmelerine ilişkin olan gelirlerden mahrum bırakıldığı ortadadır. Bu sosyal gerçek karşısında bazı hukuk normlarının engelleyiciliği bahane edilerek yasalarca dahi sağlanan kolaylıklar ve yeni haklardan kişiyi yoksun bırakmak Türk Hukuk sistemindeki Adalet anlayışına da uygun düşmeyecektir. Artık engel teşkil eden tüm şartlar uygun hale getirildiği için ( Anayasa mahkemesinin iptal kararı buna olanak sağladığından ) davacıya çok önemli bir sosyal hak olan yaşlılık aylığına kavuşturmak gerektiği bu görüşün aksine hüküm içeren çoğunluğun oluşturduğu bozma gerekçesine bu nedenlerle katılamamaktayım yerel mahkemenin kararını isabetli bulduğum için benimsemekteyim.

Yukarıda anlatılan nedenlerle yerinde olan mahkeme kararının onanması gerektiğini düşündüğümden Yüksek Hukuk Genel Kurul çoğunluk görüşüne katılamamaktayım.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************