Mesajı Okuyun
Old 18-02-2012, 03:40   #179
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan Hakimler kendileri hakkında KARAR verdi

T.C.
KARTAL
2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
DURUŞMA TUTANAĞI

DOSYA NO : 2010/219
DURUŞMA TARİHİ : 16/02/2012
CELSE NO : 6.

BAŞKAN : REFİK SARIOĞLU 34761
ÜYE : BELGİN TECİK ŞAHİN 38715
ÜYE : SEVNUR ŞAHİN 42004

CUMHURİYET SAVCISI : MUSTAFA AKER 28211
KATİP : ÖZGÜR BİRLİK 100842




Belirli gün ve saatte 6. celse açıldı. Sanık, sanık müdafilerinden Av. Müşir Deliduman, Av. Volkan Bahadır, Av. Boran Çiçekli, Av. Nida Açıkalın, Av. Emine Nevval Özfırat, Av. Mehmet Metin Karagöz, Av. Ümit Güney, Av. Mehmet Atıf Turak, Av. İhsaniye Demirci geldi. Açık yargılamaya devam olundu.
Sanık ve müdafilerine esas hakkında savunma hazırlamaları için süre verilmiş olduğu anlaşıldı.
SANIK ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU:
Önce avukat meslektaşlarım savunmalarını yapacaklar dedi.
SANIK MÜDAFİİ Av. Müşir DELİDUMAN'DAN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU:
Az önce sunduğum ve özetle tekrarladığım dilekçemde açıklanan gerekçelerle, olayda müvekkil silahların eşitliği ilkesine vurgu yapmak için müdahalede bulunmuştur. Suç kastı yoktur. Aleyhine hiçbir delil de yoktur. Lehine olan deliller toplanmadığı gibi, aleyhine olarak gösterilen deliller de hukuka aykırı olarak oluşturulmuştur. Ayrıca, kamu görevlisi olmaması nedeniyle görevden dolayı bir müdahale söz konusu değildir. Suça yönelik hiçbir delil olmadığı gerekçesiyle derhal beraat kararı verilmesini talep ediyoruz dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Volkan BAHADIR’DAN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU:
Meslektaşımın beyanlarına aynen katılıyorum. Şu ana kadar yapılan yargılamada sanığın lehine hiçbir delil toplanmadı. Kağıt üzerinde sanık olan müvekkil Av. Ömer Kavili aleyhine tüm deliller toplanmıştır. Aslında müvekkil aleyhine bir delil de söz konusu değildir. Sözde bir tutanak ve sözde bir suç duyurusu metni ile karşı karşıyayız. Söz konusu suç duyurusu da zaten müvekkilin sözlerinin bir kısmını içeren bir belge niteliğindedir. Yapılan yargılama bu şekliyle adeta idari yargılamayı andırmaktadır. Davanın en önemli tanığı muhbir(ihbarcı) hakimdir. Ancak, kendisi duruşmaya tanık olarak gelmemiştir. Sayın mahkeme de bu konuda; herhangi bir zorlayıcı tedbire başvurmamıştır. Benzer şekilde kendisine hakaret edildiği iddia edilen Cumhuriyet Savcısı da duruşmada tanık olarak dinlenmemiştir. Yargılama bu haliyle adeta bir dosya üzerinden yapılan yargılama görünümündedir. Bu haliyle Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 217. maddesine de aykırı yargılamadır. Çünkü bu madde duruşmaya getirilmiş, huzurda tartışılmış delillere göre mahkeme karar vermesi gerekir. Bu haliyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde ifadesini bulan adil yargılanma hakkına da ve yine bu kapsamdaki silahların eşitliği prensibine de yapılan yargılama aykırıdır. Yine esas hakkındaki mütalaaya geldiğimizde, esas hakkındaki mütalaada da bilimsel ve hukuki anlamda zengin bir görünüm sunsa da, olaya ilişkin hiçbir ayrıntı ortaya koymamaktadır. Mütalaa yine görünüm itibariyle benzer davalar için hazırlanmış matbu evrak niteliğinde bir mütalaa görünümündedir. Sayın mahkemenizin iddianamede belirtiler eylemleri suç olarak kabul etmesi halinde ülkemizin bir hukuk devleti olarak kabul edilmesi de mümkün olmayacaktır. Şiddet, şiddet çağrısı ya da açık bir hakaret içermeyen düşünce açıklamalarının suç olduğunu kabul etmek, adeta niyet okumak olacaktır iddia makamının da böyle bir görevi yoktur. Sayın mahkemenizin de malumları olacağı üzere, suçun kanuni, maddi, manevi unsuru ve hukuka aykırılık unsuru olmak üzere 4 ana unsuru vardır. Bunlardan herhangi birinin olmaması eylemi suç olmaktan çıkaracaktır. Burada mütalaada sadece suçun maddi unsurları üzerinden gidilmiştir. Ki bu unsurlar da adeta cımbızla ayıklanmış birkaç sözden ibarettir. Yine kanuni unsur açısından iddianameyi irdelediğimizde de TCK.nun 125. maddesinin tekrarı ile yetinilmiştir. Suçun manevi unsuru ve özellikle hukuka aykırılığın olunup oluşmadığı konusunda değerlendirilmesi gereken TCK.nun 128. maddesi adeta görmezden gelinmiştir. Gerçekten TCK.nun 21 maddesi suçun oluşması için kast unsurunu aramaktadır, işte burada bir niyet okuma faaliyeti gerçekleşecekse, bunu da sayın mahkemeniz vicdani kanaatine dayanarak yapacaktır. Gerçekten bu sözlerin suç kastıyla söylenip söylenmediği konusunda yaptığımız savunmalar dışında, sayın mahkemenizin, sayın heyetinizin vicdanına sığınmaktan başka hiçbir ispat vasıtamız yoktur.

Sanık Ömer Kavili yaklaşık 25 yıllık hukukçudur. Hukuk eğitimi almış bir şahsın ve yoğun olarak Ceza Hukuku uygulamasında görev almış bir avukatın bu suçu işleme ihtimali, herhangi bir şahsa göre çok daha düşüktür. Bu davanın en ironik kısmı ise yıllardır İnsan Haklan savunuculuğunda Türkiye'de öncü konumda olan sanık Av. Ömer Kavili, belki de bu salonda olan tüm hukukçulardan daha iyi ceza hukuku bilgisine sahip olmasıdır. Bir hukukçu neyin suç olup, neyin olmadığını yine sıradan bir insana göre daha iyi bilebilecek konumdadır. Ömer Kavili'nin sözlerinin de suç oluşturmadığı, dolayısıyla suç kastının olmadığı çok açıktır. Yine bir avukatın hiçbir sebep yokken duruşmadaki savcıya hakaret etmesi normal olağan bir durum değildir. Meslektaşımızın da akli melekelerinin yerinde olduğu ve bu konuda herhangi bir şuur tetkiki talebimizin olmadığını da özellikle belirtiriz. TCK.nun 128. maddesi olayımızda bir hukuka uygunluk sebebidir, iddianameye konu sözler somut isnatlara ve takdire göre birtakım olumsuz değerlendirmelere dayanmaktadır. Kanun açık olarak isnat ve değerlendirmelerin somut olması durumunda ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması halinde bunun bir cezasızlık nedeni olduğunu ve hukuka uygunluk nedeni olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu sözlerin suç olarak kabul edilmesi, Avrupa insan Haklar Sözleşmesi'nin 10. maddesine de açıkça aykırılık teşkil edecektir. Olumsuz gibi gözüken birtakım değerlendirmelerin suç olarak kabulü, düşünceleri imtiyazlı imtiyazsız düşünce şeklinde ikili bir ayırıma tabii tutacaktır ki, bu da demokrasinin bir alt açılımı olan çok seslilik ve çoğulculuk ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik içtihatları, sadece olağan karşılanan, zararsız ve önemsiz görünen bilgilerin ve düşüncelerin açıklanması bakımından değil, ayrıca devlete ve toplumun belirli bir bölümüne aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe verici hatta şoke edici görüşler bakımından da ifade özgürlüğünün geçerli olacağı ve geçerli olması gerektiği yönündedir. Savın başkan sayın heyet, son olarak müvekkilimin beraatını isterken, bizi kendi ülkemizin mahkemeleri dışında, başka ülkelerin başka; mahkemelerinde hak aramak durumunda bırakmamak adına müvekkilimin beraatını talep ediyorum dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Boran ÇİÇEKLİ'DEN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU
Sayın başkan, değerli üyeler, burada epey zamandır bir yargılama sürdürüyoruz. Bu yargılamanın mahiyetinin iyi kavranması gerektiği kanısındayım, iddianameye göre, yargılama bir avukatın yargılama içinde diğer bir unsur olan iddia makamını temsil eden Cumhuriyet Savcısına hakaret ettiği, isnat bu. Fakat bir iddianın, bu isnadın ortaya çıkış koşullarını araştırdığımız zaman, gerçekten de bir hukukçu olarak, hukuk devleti adına bizi şüpheye iten unsurlar bulunmaktadır. İsnat şu şekilde başlıyor. Ortada bir fiil var. Bütün isnatlar bu şekilde başlıyor, bir fiil var. Bu fiil neden ibaret? Savunma görevini yapan bir avukat, savunma görevini yaptığı sırada mahkemede ortaya çıkan usulsüz olduğunu düşündüğü, hukuka aykırı olduğum düşündüğü bir eylemi eleştiriyor ve yanlışlığını o eylemi yapan duruşma yargıcına anlatmaya çalışıyor. Bunun için bazı sözler sarf ediyor. Bu eylem nedir;? Karar aşamasında sanık ve o davaya katılan vekilleri dışarı çıkartılıyor. Heyet müzakere ediyor, ancak cumhuriyet savcısı dışarı çıkarılmıyor. Bunun üzerine o da davada sanık vekili olan müvekkilimiz avukat silahların eşitliği gereği, yargılamanın bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşmemesi için iddia makamını temsil eden savcının da dışarı çıkması gerektiğini, zira duruşma yargıcı karşısında savunma ve iddia makamının eşit mesafede olduğunu anlatmak için sözler sarf ediyor. Duruşma yargıcıyla tartışıyor. Burada baktığımız zaman, sanık müvekkilimizin hakaret ettiği iddia edilen cumhuriyet savcısı ile bir tartışması, bir ihtilafı, çekişmesi yok. Yani hakaret edildiği iddia edilen cumhuriyet savcısı tartışmanın dışında. Burada fiili iyi tespit etmek gerekiyor. Fiil bu. Bir savunma avukatının savunmasını yaparken sarf ettiği sözler. Hangi sözleri sarf ettiği söyleniyor. Sarf ettiği iddia edilen sözler şu: Devletten maaş almak dışında başka bir özelliği olmayan şeklindedir. Buradaki birinci soru şu, fiilin ispatı meselesi. Bir fiil var, savunma görevi sırasında sarf edilen sözler. Bunların ispatı belgelere, delillere ve mahkemece toplanan delillere dayandırılmak durumundadır. Ancak, burada bizzat hakimin tuttuğu tutanak olduğunu görüyoruz. Başka bir delil yoktu. Oysa, başından sonuna kadar gerek müvekkilimiz, gerekse diğer tanıklar böyle bir söz; söylenmediğini söylediler. Bu durum kanıtlanmıştır. Olayın ortaya çıkış tarzına baktığımız zaman, savunma avukatının kendisince hakimin otoritesini sarstığını düşündüğünü, ya da mahkemeye saygısızlık olarak değerlendirdiği hareket ve davranışları karşısında öfkeye kapılan bir duruşma yargıcı vardır. Bu öfkeyle kendisine ilişkin olmayan, mahkemedeki savcıya hakaret edildiğine dair suç duyurusunda bulunuyor. Fakat, ne gariptir ki bir kanun adamı olan, kendi haklarını savunabilecek olan, hakaret edildiği iddia olunan savcı ne şikayet ediyor, ne de ifadesi var. Bu konteks içinde baktığımız zaman, bu hakimin tuttuğu bir tutanağın sözlerin sarf edilmiş olması bakımından bir delil olamayacağı kanısındayız. Mütalaaya baktığımız zaman, "devletten maaş almaktan başka" ibaresi hakaret teşkil edecek bir durum değildir. Sayın savcı mütalaada bu ayırımı yaptığı için söylüyorum. Sayın savcı şunu iddia ediyor mütalaasında "başka bir özelliği olmayan" demek istiyor. Yani hiçbir özelliği olmayan, işe yaramaz, beş para etmez biri olduğunu demek istediğini iddia ediyor. Bunun için cezalandırılmasını istiyor. Oysa, müvekkilimizin, olayın oluş şekline baktığımız zaman bunu söylemesi için hiçbir sebep yok. Bu sözleri sarf etmediği gibi, iddia makamını temsil eden savcının hakim ile avukattan farklı olarak tek ortak yönü ikisinin de devletten maaş alıyor olmasıdır. Bu son derece açıktır. Kuşku dahi olmaması gerekir. Ne yazık ki, bundan kuşku duyulduğu gibi dava açılıyor ve mütalaada cezalandırılması yönünde talepte bulunuluyor. Bu hepimizi endişeye sevk ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre sadece soruşturma açılması bile savunma dokunulmazlığının özünü ihlal eden bir durumdur. Ve savunma hakkı üzerinde fiili bir baskı oluşturur. Bu davada da tipik olarak bu durumu yaşıyoruz. Ben keşke, ihbarcı hakimin suç ihbarında bulunan hakimin keşke mahkeme önünde dinleyebilseydik ve ona sorularımızı yöneltebilseydik. O zaman şu ortaya çıkacaktı ki, bu hakim kişisel kızgınlık ve öfkeyle hareket etmiştir. Şimdi suçun manevi unsuruna geliyoruz, yani kasıt unsuru. Burada kasıt unsuru olmadığı apaçık. Bir tek delil gösterilmesi lazım. Savcı ile bir çatışması mı var, bir tartışması mı var? Yok. O zaman niye böyle bir söz sarf etsin. Müvekkilimin orada yaptığı şey savunma hakkını kullanmak. Silahların eşitliği ilkesini hatırlatmak Bunun için çarpıcı ve vurucu sözlerle bunu mahkemenin dikkatine getirmeye çalışmış olabilir. Ama buradaki tek amacı savunma hakkının gereği gibi kullanılması ve silahların eşitliği ilkesinin hatırlatılmasıdır. Suçun manevi unsuru da yoktur, maddi unsuru da kanıtlanamamıştı^ Son olarak sarf ettiği iddia edilen sözler savunma sınırları içinde ve savunma sınırını aşmayan sözlerdir. Bizim endişemiz, bu davada sorunun, haddini aşan avukatlara haddini bildirmek şeklinde ele alınmasıdır. Çünkü ülkemizde özellikle politik içerikli davalarda daha sık görüldüğü üzere, verdiği savunma dilekçeleri nedeniyle o savunmanlığını yaptığı örgütün, örgüt üyesinin dâhil olduğu örgüte avukatın da dahil edildiğini, böyle suçlandığını ve yargılandığı bir vakadır. Ayrıca, avukatlar hakkında savunma görevleri ifa ederken ettikleri söz ve yazılardan dolayı hakaret nedeniyle açılan çeşitli tazminat ve ceza davalarında, uygulamada TCK.nun 128. maddesinde getirilen ve Uluslararası sözleşmelerle de garanti altına alınmış olan savunma dokunulmazlığını son derece daraltıcı ve kısıtlayıcı bir yorumuna gidildiği sıklıkla görülmektedir. Bu nedenle biz, Anayasa'da devletin niteliği olarak belirtilen demokratik hukuk devletinin polisin polise, hakimin de hakime şikayet edilebildiği bir düzen olması gerektiği ve mahkemelerimizin de bu konuda bizlerle aynı hassasiyete sahip oldukları inancımızı korumak istiyoruz ve bu yargılamanın sonucunda isnat edilen fiili işlediği hiçbir şekilde sübut bulmamış olan müvekkilimizin sadece beraatini değil, gerekçesinde de savunma dokunulmazlığı konusunda içtihat teşkil edebilecek ve demokratik hukuk devletine inancı güçlendirebilecek belirlemelerin de yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Son olarak isnat edilen sözler "devletten maaş almaktan başka bir özelliği olmayan" bu bir iddia ve müvekkilimizin böyle bir söz söylemediğini ve kastının da hakaret olmadığını tekrar vurguluyoruz.

Ancak, mahkemece bu duruşma tutanağına ve suç ihbarına itibar edilip de bu sözlerin söylenmiş olduğu var sayılırsa bile, bu sözlerin de içinde sarf edildikleri ortam, bağlam dikkate alındığı zaman herhangi bir suç teşkil etmeyeceği, zira burada hiçbir özelliği olmayan lafının, ki sayın savcı cümlenin bu kısmının suç teşkil ettiğini iddia ediyor, savcıyı aşağılama amacıyla ve onun insan olarak hiçbir değeri olmadığını ifade etmek amacı ve kastıyla sarf edildiği konusunda hiçbir delil yoktur. Sadece bir niyet okuması yapılmaktadır burada. Ama bu niyet okuması da yerinde değildir. Zira müvekkilimizin bu savcı ile hiçbir çekişmesinin olmadığı, duruşma öncesi ve sonrasında hiçbir tartışmasının olmadığı sabittir. Dolayısıyla iddia makamı iddialarını ispatlayamamıştır. Biz açıkladığımız nedenlerle müvekkilimizin beraatına karar verilmesini talep ediyoruz. Saygılarımızı sunuyorum dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Emine Nevval ÖZFIRAT'DAN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU ‘
Meslektaşlarımın savunmalarına aynen katılıyorum, ekleyecek husus yoktur dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Nida AÇIKALIN'DAN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU :
Burada suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşup oluşmadığını tekrarlayacak değilim Meslektaşlarım bunu yaptı. Muhterem mahkemenizce malum olan hususlardır. Müvekkilimin eyleminin atılı suçun hiçbir maddi manevi unsurları ve hiçbir yasal unsurunun oluşmadığı son derece açıktır. Dosya münderecatı böyledir. Burada bir noktaya temas etmek isteriz. Öncelikle burada bir avukat olarak, avukatın yargılama esnasında müvekkilinin hak ve hukukunu korumak adına usul, yasa ve uluslararası sözleşmeleri gereği yürütülmesi gereken muhakemenin, mahkemece dosyada belirtilen sebeple dışına çıkılmasından dolayı düşünce ve görüşünü beyan etmesinden ibarettir.

Biz bir meslektaşımızın bu sebeple yargılandığı bir duruşmada sanık vekili olmayı son derece hazin buluyoruz. Burada hazin sözü hakaret maksadıyla söylenmemiştir. Çünkü bu dava sebebiyle, bildiğimiz kadarıyla savunma görevini yapmak avukatlar için oldukça güç bir hale gelmiştir. Her an savunma esnasında usul ve yasaya uygun düşünce beyanlarımızın söz ile söylenmesinin, bizi suça iteceği korkusunu yaşamaktayız. Şayet müvekkilimin atılı suçları işlediği düşünülerek bu yargılama gerçekleşiyor ise ki öyle duruşma başladığından beri beyanlar içerisinde, iddia makamının iddianamesine karşı savunma makamı olarak bir takım beyanlarda bulunuyoruz. Hukuk çerçevesinde ve saygı çerçevesinde O zaman bunlar da suç olarak kabul edilebilir. Biz potansiyel suçlu kabul edilmemiz gibi bir durumla karşı karşıya geliriz. Böyle bir sürecin cereyan etmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Müvekkilim yasaları ve yasalardan doğan hak ve vecibelerini son derece iyi bilen, iyi bir hukukçudur. Akıl sağlığı yerindedir. Hiçbir husumeti olmayan bir insana üstelik bir yargılama esnasında hedef alıp hakaret etmeyi gerektirecek herhangi bir şuursuzluk belirtisi içerisinde bulunmamıştır, şimdiye kadarki hayatında. Yaşamın da doğal akışım aykırıdır. Dosya münderecatında müvekkilin aleyhine hiçbir delil bulunmadığı açıktır. Bu itibarla beraatını talep ediyorum dedi.
Sanık müdafileri ve dinleyiciler arasında ihtiyaç oluşma ihtimaline göre ara verildi.

Verilen ara sonrası tekrar duruşmaya devam olundu.
SANIK MÜDAFİİ Av. Mehmet Metin KARAGÖZ DEN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU
Müvekkilime isnat edilen hakaret suçu "devletten maaş alması dışında hiçbir özelliği olmayan iddia makamı" ibaresine dayandırılmaktadır. Bu ibare doğrultusunda objektif bir analiz yapıldığında, bu ibarenin müvekkilinin savcılık makamında bulunmuş olan Pertev Kumbasar adlı savcı beyin şahsına yönelmediği savcılık statüsünü savcılığa ilişkin normları irdelediği açıkça anlaşılacaktır. Savcılık makamı eşittir Savcı Pertev Kumbasar formülü kurularak müvekkilim hakkında bu mesnetsiz iddianame düzenlenmiştir. Netice olarak bu gün itibariyle Pertev Kumbasar da emeklidir. Savcı sıfatına haiz değildir. Ama ayrıldığı savcılık makamı bir başka savcı tarafından doldurulmuştur. Kurumlarla, makamlarla kişileri eşdeğer görmek. Devlet eşittir Devlet görevlisi elitizmine ait nesillerden nesillere geçen değer yargılarının sonucudur. Bu son derece yanlış değer yargısının kökü Osmanlı idaresine kadar uzanmaktadır. Kaldı ki müvekkilimin vurgulamak istediği sadece ve sadece, savunma makamındaki avukatlarla, savcılık makamındaki savcıların konumlarının birbirlerine nazaran hiçbir ayrıcalık içermediğini belirtmekten başka bir şey değildir. Meslektaşlarımın söylediklerine aynen katılıyorum. Müsnet suçtan müvekkilimin beraatını talep ediyorum dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Ümit GÜNEY'DEN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU:
Sayın hakimler, huzurdaki bu yargılama hukuk devleti ilkelerine aykırı bir durumdur. Hiç yakışmamaktadır. Bağdaşmamaktadır. Avukatlar savunma görevini yerine getirirler. Savunma, hepimizin bildiği gibi kutsal bir haktır. Avukatlar bu hakkın yerine getirilmesine yardım ederler, bu konuda göre yaparlar. Savunma olmadan yapılan bir yargılama olamaz. Savunma esnasında bir suç işlendiği iddiası hukuk devleti ilkelerine aykırıdır. Şimdi ben müvekkilim sayın Av. Ömer Kavili'yi savunurken kelimelerimi dikkatli seçiyorum. Acaba hakkımda sonradan bir dava açılır mı diye düşünüyorum. O zaman ben bu savunma görevimi nasıl yapabilirim. Bu mantık dışı bir durumdur. Avukatlar duruşma salonlarında hakim ve savcı ve diğer yargı personeline suç işleme durumunda olan insanlar değillerdir. Böyle bir amaçlan da yoktur, olamaz. Dolayısıyla müvekkilimiz tarafından işlenilmiş bir suç yoktur. Bu yargılama gerek soruşturma, gerek kovuşturma safhalarıyla birlikte savunma hakkını ihlal eden bir yargılama olmuştur. Bu konuda soruşturma açılması bile başlı başına hak arama hürriyetini ihlal eden bir durumdur. Dosya içeriğine baktığımızda, kendisine hakaret edildiği iddia edilen kişi ile ihbarda bulunan kişi duruşmaya gelip iddialarının arkasında durmamışlardır. İsnat edilen iddianın inandırıcılığı bile yoktur. Bu nedenle hukuk devleti ilkelerine bağlı kalmak adına, müvekkilimizin derhal beraat ettirilmesini saygıyla talep ederiz dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Yaşar ÖZTÜRK'TEN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU
Meslektaşlarımın savunmaya ilişkin beyanlarına aynen katılıyorum. Dava konusunu teşkil eden husus, sanığın yargılanmasından ziyade avukatlık mesleği dahilinde meslek kuralları ve bu meslekle ilgili diğer kanunlardaki hükümlerin sanık avukat tarafından mükemmel bir şekilde ifa edilmesinden doğan bir yargılamadır. Bu yargılama konusunu oluşturan, isnat edilen suç, hukukun en önemli prensiplerinden biri olan yargılamadaki silahların eşitliği prensibine aykırılık teşkil etmektedir. Yargılamanın 3 sac ayağından birini oluşturan avukatların ve avukatlık mesleğinin, yeterince ve gereğince ifa edilebilmesi savunmanın yargılamayı yapan mahkeme heyetinden ve savcıdan bağımsız olarak hareket edebilmesini gerektirir. Müvekkilimizin dava dosyasına göre suç teşkil eden fakat, hukukun genel prensiplerine göre suç teşkil etmeyen dava konusu savunmaları ve bu savunmaları yaparken, sözlü dilinin yanı sıra beden dilini kullanması gayet doğal ve hukukun gereğidir. Mahkememizde yapılan yargılamanın konusunu teşkil eden, isnat edilen suç, adil yargılanma ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenlerle görülmekte olan dava, esasen avukatlık mesleğinin yeterince ve gereğince ifa edilmesi ile ilgili bir davadır. Bu nedenlerle dava konusu isnat edilen hususun suç oluşturmadığı ve bu nedenle sanığın beraatını talep ediyorum dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. Mehmet Atıf TURAK'DAN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU :
Ben de meslektaşlarımın beyanına aynen katılıyorum. Müvekkilimin de derhal beraatine karar verilmesini istiyorum dedi.

SANIK MÜDAFİİ Av. İhsaniye DEMİRCİ'DEN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞİ DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU
Bugün burada bir avukat meslektaşımızla, yine bir hukukçu savcıya hakaret davası görülmektedir. 25 yıllık bir avukatın, bu tecrübesiyle ve kendi asil savunduğu davayı savunmak için tam bilendiği sırada, savcıya hasım alması düşünülemez. Zira asıl yapmakta olduğu işi yapamaz. Nitekim kendi işini yapmak üzere karar verildiği esnada, savcının da orada bulunmaması gerektiğini hatırlatması suç değil, yasanın bir gereğidir. Esasen yasada böyle bir açıklık olmasa dahi, usuli bir teamül haline gelmiştir. Bugüne kadar bildiğimiz ceza mahkemelerinde genelde çıkmaktadırlar savcılar. Bunun söylenmesi bir hakaret değildir. Ayrıca, hakaret iddiası içeren tutanağın bir asabiyet sonucu tutulduğu kanaatindeyim. Bu durumda her iki yönün de, yani hem mahkemenin hem de avukatın kendi işi gereksiz yere artmaktadır. Ayrıca, avukatın kendi mesleğini yaparken gereken bir şeyi söylememesi gibi bir baskı oluşturur. Ki bu da, savunmanın kutsallığını engeller. Terazi, yüce mahkemenin elindedir. Yargı erki mahkemedir. Savcı, kanunu ve yasaları savunur. Eski deyimiyle müddet umumidir. Yani umumun hakkını savunan, kanunun, yasanın, devletin hakkını savunan kişidir. Dolayısıyla, savcı ve avukat yargı erkinin iki ayrı bölümüdür. Asıl terazi yargı erkinin ve mahkemenindir. Dolayısıyla mahkeme bağımsız ve tek başına ve savcı olmadan karar vermek durumundadır Bunu hatırlatmak sut olmaması gerekir. Kaldı ki meslektaşımız bu hakareti yapmadığını beyan etmektedir. Şu anda tutanak yalnız kalıyor. Bu tutanağı düzenleyenlerin sizi ikna etmeleri gerekirdi, kendilerinin beyanda bulunmaları gerekirdi. Burada tüm deliller toplanmış değildir. Ne var ki aleyhte de hiçbir delil yoktur. Bu bakımdan sayın meslektaşımızın, yüce adaletinize sığınarak bir an önce beraatini diliyoruz. Zira mesleğin onurunun kurtulması anlamına gelecektir. Savunmanın kutsallığının kutsanması anlamına gelecektir. Beraatini talep ediyorum. Saygılarımı sunuyorum dedi.

SANIK'tan ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAYA KARŞI DİYECEKLERİ VE ESAS SAVUNMALARI SORULDU :
Davanın en başından ve bugünkü duruşmada da avukatlarımın arasında oturdum ve yasadan kaynaklanan yetkimi kullanarak, oturduğum yerden konuşmayı tercih ettim. Ancak, savunma mesleği sadece söz değil, sözün şiddet olarak kullanıldığı ve beden dilinin etkili kullanıldığı bir sanattır. Bu sanatın yürütmeye çalışanı olarak bir iş kazasına uğradığımı itiraf ediyorum. Ancak, şu andan itibaren etkili savunma amacı ile kendi isteğimle ayağa kalkarak konuşacağım. Benden önce konuşan ve mesleksel dayanışma amacı ile bu duruşmaya gelen, dosyamı inceleyen, zaman ayıran, savunma yapan ve dinleyici olarak gelen 32 yıllık yaşlı arkadaşlarım da dahil, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Çünkü bizim anlayışımıza göre emek en yüce değerdir.
Dava teorisine gelince bugün esas hakkında savunma aşamasındayız. Öyle ise biz, iddia makamındaki savcı sıfatıyla görevli kamu memurunun yapmış olduğu yüzeysel yorumlamak yerine, dava dosyasını meslek ahlakımız çerçevesinde bir bütün olarak gördüğümüzü beyan ediyoruz ve dosyanın bütünü açısından değerlendirme yapacağız.
Öncelikle hazırlık soruşturması, hazırlık soruşturmasını yürüten savcı, savcıların uluslararası rollerine dair Budapeşte ilkelerine " etkili ve tarafsız soruşturma yapma ödevi" altında olmasına rağmen, dosyada göreceğimiz gibi tanık olarak dinlediği kişilerin ifade beyanlarında, hiçbir ayrıntıyı sormamıştır. Hiçbir ayrıntıya girmemiştir. Ortada güya yapılan suç soruşturması, kendisinin meslektaşına yönelik bir hakaret iddiasıdır. Hani insanda vefa duygusu olur da vefa duygusu kavramı çerçevesinde dahi, arkadaşına, meslektaşına, hele hele hukuk düzeninin bozulmasına yönelik böyle bir iddiada daha titiz, daha duyarlı ve ahlak ilkeleri ile daha tutarlı bir soruşturmanın ortaya çıkması yargılamayı da ve eğer dava açılmış olsaydı ki, şu an açılmıştır, hüküm kuracak mahkeme heyetinin de hükmünü dayandıracağı hukuksal dayanağı hazırlamış olacak idi. Sanık olarak benim lehime görüntüde olsa bile, bu yapılan meslek ilkelerinin çiğnenmesidir. Çünkü hazırlık soruşturmasında mağdur olduğu iddia edilen kişinin 23.03.2010 saat 15.22 kaydı bulunan telefon görüşme tutanağına göre, telefonda dahi hiçbir ayrıntı sormamış, kendisinin şikayetçi olup olmadığını, şikayeti var ise ne suretle kişilik haklarının ihlal edildiği iddiasına katılıp katılmadığını ve bu hususta başkaca kanıtları olup olmadığını, duruşmada olan kişilerin kimler olduğunu, duruşmada hazır olan kişileri tanık olarak dinleme ödevi çerçevesinde hiç olmazsa kendisine yardımcı olunmasını istemesi gerekir iken, bunların hiçbirini yapmamıştır. Bizim hazırlık soruşturması sırasında aynı savcının başka dosyalarda yapmış olduğu hukukun temel ilkelerini çiğneyen ve savcılık mesleğine ait tecrübeli ve memur ve avukat soruşturmalarına bakan savcı yetkisini yürüten bir savcı olması hasebiyle, yapmamasını kendisi nam ve hesabına ağır bir kusur olduğunu gördüğümüz uygulamaları nedeniyle, bu soruşturma evrakı jet hızıyla Avukatlık Yasası 59. madde çerçevesinde Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir.

Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi Son Kovuşturma Açılması kararı verip vermemek bakımından, yani avukatlık hukukuna göre "iddianame yerine geçen belge" düzenleme ödevini yerine getirmek için mahkeme sıfatı ile faaliyete geçmiştir. Mahkemenin en temel ilkesi muhakeme edebilmektir. Muhakeme edebilmek bir sanattır. Muhakeme edebilme sanatının içinde, iddiaya karşı savunma tarafının diyeceklerini dinleyebilme erdemliliği vardır. Bu çerçevede, tarafımıza bir tebligat yollanmış ve hakkımızdaki iddialarla ilgili olarak, varsa diyeceklerimi, varsa tanıklarımı bildirmek üzere süre -mehil- önel vermiştir. Bu tebligat çerçevesinde mahkemeye gittik ve dosyadan nelerin toplandığını, dosyanın nasıl oluşturulduğunu, karşıt bir deyimle nelerin de toplanmadığını soruşturmayı yürüten savcı bize bildirmediği için dosyadan sanık sıfatıyla fotokopi istedik Orada başka bir hukuksuzluk ve keyfilikle karşılaştık. Mahkemenin kalemi fotokopi odasına bitişik olmasına rağmen, kalemdeki görevlilerin hiçbiri dosyayı fotokopiciye götürmediği gibi, yazı işleri müdürünün beyanına göre "bu mahkemeden Pazartesi günleri dışında fotokopi alınmaz, başkanımızın kesin talimatıdır" denilerek o gün fotokopi verilmeyeceğini söylemeleri üzerine örgüt üyesi olduğumu, örgüt arkadaşlarımla birazdan gelip bu hususun gereğini yapacağımızı beyan ettiğimde, örgüt kelimesinden olsa gerek, yazı işleri müdürünün ve kalemdekilerin gözleri faltaşı gibi açıldı. Daha sonra örgüt üyesi arkadaşlarım ve örgüt yetkilileri geldiler ve bu hususları tutanak tuttuk. Yazı işleri müdürünü Adalet Komisyon Başkanı'na şikayet ettik. Adalet Komisyon Başkanı müdür hakkında soruşturma açtı. Soruşturmacı olarak ise kanun dışı talimat verdiği iddia olunan mahkeme başkanını atamış olduklarını gördük. Duruşma davetiyesi tebliğ edildi ve avukatımla birlikte gitmeme rağmen avukatımın çıkmasını istedi mahkeme başkanı. Duruşmada avukatımı dışarı çıkmasını ve beni tek dinleyeceğini beyan etmesi üzerine soruşturmacıya, bize yapılan tebligatta duruşma tebliğ edildiğini bu nedenle avukatımızla geldiğimizi söyledik. Soruşturmacı "kalemdekiler hata etmiş olabilirler" dedi ve fakat kalem yazı işleri müdürünün iddiası eğer doğru ise, kanundaki kuralı çiğneyenin bizzat kendisi olduğu, soruşturulan müdürün hakkında "etkili ve tarafsız soruşturmacı" olarak görev yaparsa eğer kendisinin de soruşturmaya uğrayabileceği bu nedenle de hukukun en temel ilkesi olarak hiç kimsenin kendi davasının yargıcı olamayacağı ilkesi çerçevesinde tarafsız soruşturmacı atanınca beyanda bulunmak üzere orayı terk ettik.
Bu hususları tutanağa yazdırdık. Adli Yargı Adalet Komisyon Başkanlığı'na itirazımızı bildirdik Ve itirazımızın red işlemi nedeni ile Adli Yargı yargıçlarının oluşturduğu Adalet Komisyonu'nun alınış olduğu soruşturmacı atama kararının büyük bir kısmı hukuk fakültesinde okumayan, idare mahkemesi yargıçları eliyle iptal edilmesi için İdare Mahkemesi'nde dava açtık ve İdare Mahkemesi yargıçları duruşmalı yaptığımız savunmamız sonrasında. Adalet Komisyonunun hukuk ilkelerini çiğnediği, bu nedenle işlemin iptali kararı verdiler. Burada çarpıcı olan husus, idari yargı yargıçlarının Adalet Komisyonu adlı idari birimin kararını iptal etmesidir.
O mahkemenin evraklarını incelediğimizde ki o mahkeme asla fotokopi vermemiş ve delillerimiz dinlememiş ve toplamamıştır. Esasen yapmasına da gerek kalmamıştır. Çünkü bize tebligat çıkarıldığı gün o tarih itibariyle iddianamenin kabulü kararı verilmiş olduğunu dosyada gördük. Soruşturmacıya hem bize tebligat belgesinin, hem de iddianamenin kabul kararının altındaki imzanın kendisine ait olup olmadığım sorduk. Kendisine ait olduğu beyanından sonra "siz yargıçsınız, topladığınız delillerden sonra son kovuşturma açılıp açılmaması kararı vermeniz gerekirken, doğrudan doğruya iddianamenin kabul kararını vererek, benim beyan edeceğim ifademin ve göstereceğim tanıklarımın dinlenmesi ile etkilenecek bir kanaatiniz kalmamış ki. Çünkü siz en sonda vereceğiniz kararı başta vermiş olduğunuzu görüyorum" demem üzerine " avukat bey UYAP'a kaydetmek istedik, UYAP kaydetmeyince böyle bir karar almak zorunda kaldık" demiştir. İşte yargıçların yargı yetkisinin yargıçlık mesleğinin tekelinde olduğu, bırakın iddia makamındaki cumhuriyet savcısına devretmek veya onunla paylaşmak, UYAP teknisyenine bağlı kalındığının itirafı olmuştur. İşte önünüze gelen bu dava bu suretle dava dosyası halinde mahkemenize gelmiştir.

Hukuk fakültesinde okuduğumuz kitaplara göre "duruşma hazırlık işlemleri" bitirilmeden duruşma tayin edilmez, Prof. Dr. Nurullah Kunter, Faruk Erem, Prof. Dr. Feridun Yenisey ve diğer hukuk otoritelerinin düşüncesi. Oysa bu dosyada iddianame denen kağıt parçasında mağdur olarak gösterilen kişi o tarihte cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta ve Adalet Bakanlığı lojmanında oturmaktadır. Mahkemenizce mağdura çıkarılan davetiye bila tebliğ yani tebliğ olunamamıştır yazısı ile geri gelmiştir. Açıklama kısmında ise muhatap adresinde tanınmamaktadır. Ortaya çıkan görüntüye göre o savcı herhalde illegal örgüt üyesi olmalı ki, devletin tebligat memuru devletin savcısına tebligat işlemini gerçekleştirememiştir. Oysa biz biliyoruz ki, o savcı gizli örgüt üyesi olma ihtimalinden dolayı değil, sistemimizin yani adliyenin adalet işleyişinin ne vaziyete geldiğinin kanıtı olarak dosyamızda bulunmaktadır. Mahkemenizin mağdur olduğu var sayılan kişiye tebligat çıkarılması hukuka uygun ve fakat bu tebligat kararını takip etmemesi hukuka aykırıdır.
(İddianamede açıklanan davanın kapsamı dışına çıkılmaması gerektiği hatırlatıldı)
Bana yönelik olarak “davanın kapsamı dışına çıkılma” iddiasının dayanağı bölümünün ne olduğu eğer tarafıma açıklanacak olur ise ona göre mahkemenizi meşgul edeceğim veya etmeyeceğim. Eğer açıklama; yapmayacaksanız, savunmama devam etmek istiyorum.
İddianame içeriği ve savunmada belirtilen hususlar aşikar olmakla, açıklama yapılmasına gerek görülmedi.
İddianame denilen evrakta, "fiil fail ilişkisi" ve "vakıalar olgular" açık açık ve tek tek sayılmak suretiyle hangi olayın yargılanacağı açıkça belli edilmesi ve o olayın hangi olay akışı içerisinde gerçekleştiğinin yazılması gerekir. Oysa, bu husus iddianamede eksik bırakılmış ve tam tersine adliyenin alışkanlığına terk edilmek suretiyle, "dosyada mevcut bilgi ve belgelere göre" denilmek suretiyle hukuka aykırı bir düzenleme yapılmıştır. Çünkü o iddianameyi hazırlayan savcının takdir yetkisini kullanması noktasında, Yargıtay yani yüksek mahkemenin içtihatlarına göre "takdirilik ile keyfilik arasında ince bir sınır vardır, denetlemeye elverişli, şüpheden uzak, akıl, bilim ve mantık ilkelerine uygun, ayrıntılı bir gerekçe yazılmadığı takdirde" savcılık meslek ilkeleri açısından disiplin sorumluluğunun düşünülebileceği Yargıtay içtihatlarındandır. Böylesine yüzeysel ve sadece ön yargılara hitap eden bir iddia karşısında mahkemenizin kişi yargılamayacağı açıktır. Çünkü mahkemeniz Türkiye Cumhuriyeti örgütlenmesinde mahkeme makamı olarak yer almakta ve yargılama muhakeme işini çağdaş Ceza Muhakemesi ilkeleri çerçevesinde yürütme ödevi altındı bulunmaktadır. Karşıt söyleyişle mahkemeniz sadece olay yargılaması yapabilir, kişi yargılaması ile ise dinler teorisine göre "mahkeme-i Kübra" öz Türkçe'si büyük yargı yeri adında öbür dünyada Tanrı tarafından yapılabilecektir.
Olay yargılaması çerçevesinde sanık, suçu işlediği zannedilen kişidir ve hukuk doktrininde bu husus sanığın suçsuzluğu ilkesi olarak anılmaktadır. Şu andaki mahkeme makamında görev yapan yargıçlar sonradan tayin edilmişler ve ilk duruşmada hazır bulunmamışlardır, ilk duruşmada sanık olarak avukatlarımın arasında; oturmam nedeniyle öncelikle ezberi bozulan mübaşir tarafından kolumdan tutularak ve sarsılarak ortayı geçmem istendi ve itirazımız ve gereken cevabı vermemiz üzerine heyet başkanı ortaya geçmemizi istediğinde " meşru olduğu varsayılan meclisin çıkarttığı kanunlar bu salonda geçerli olacak ise eğer 5271 CMK. 149/3 uyarınca “sanığın müdafisi yanında bulunması, yan yana oturması engellenemez” kuralı çerçevesinde ara karar vermenizi yasal dayanak göstererek vereceğiniz karar beğenmesem de benim hoşuma gidecek bir karar olmasa da kararınıza kürsü kararı olması nedeniyle uyacağımı beyan etmiş isem de, mahkeme heyeti kanuna baktı ve bizim söylediklerimizin kanunda yazılı olması karşısında avukatlarımın arasında oturmama ara karar vermedi. Ancak, bu husus bir alışkanlık olarak nesilden nesile demeyeceğim ancak, koltuktan koltuğa oturan sonraki yargıçlar tarafından da sanki biz sanık olarak, kanundan doğan yetkimizi kullanmıyormuşuz da mahkeme hakimleriyle sırf sürtüşme yaratmak amacıyla avukatlarımızla oturmak istiyormuşuz gibi algılandı. Ayrıca, sanık olarak oturduğumuz yerden konuşmamız nedeniyle de tartışma çıkmış idi ve aynı şekilde yürürlükteki 5271 CMK. Çerçevesinde yalnızca iki durumda, bir esas hakkına hüküm fıkrası, ikinci olarak da yemin sırasında herkesin ayakta olacağı yasada emredilmiştir. Oysa, tarafsızlık koltuğunda oturan mahkeme heyetindeki yargıçlar, iddia makamındaki savcı konuşmaları sırasında oturduğu yerden konuşmuş olmasına tel bir itiraz etmemiş, tek bir uyarıda bulunmamış olmalarına rağmen, savunma tarafına sık sık ayağa kalkma yönünde uyarması nedeni ile yine yasadan doğan yetkimizi kullanarak oturmayı tercih ettiğimizi ve bu konuda aksine bir yasa kuralı gösterilecek olur ise, yasal dayanak gösterilerek verilecek mahkeme kararına da, benim söylediğimin tersi olmasına rağmen uyacağımızı bildirdik ve mahkeme heyeti yasada bulunduğundan, ayrıca karar vermeye gerek yok denilmek suretiyle bunu zapta geçmiş olup, buna rağmen arada arada ve hatta en son mahkeme heyeti olarak kendileri ile usul ve kanun tartışmamız nedeniyle mahkeme heyetine baskı kurduğumuz gerekçesiyle davadan çekilme kararı verdilerinde dahi, sanık olarak oturduğumuz yerden konuşmayı kendi verdikleri karar ile çelişerek çekilme kararına dayanak göstermişlerdir. Ancak, bu hususun hukuka uygun olmadığı, çekilme kararının yerinde olmadığı, çekilme talebini inceleyen Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile sübuta ermiştir.
Ayrıca, mahkemenizdeki dava konusu, duruşma tutanağı adlı evrakta yazılı olan kelimelerin mahkeme yargıcı tarafından yazdırılmış olmasına rağmen, kendi sözlerinden bizi sanık olarak yargılatması muhteşem otoritesi karşısında aynı otorite ile bir daha başımız belaya girmesin diye duruşma tutanağını kanunda yazılı olduğu üzere 5271 CMK. madde 32, zabıt katibi tarafından doğrudan yazılmasını ve bizim ağzımızdan çıkan sözlerin arkasında olduğumuzu ve herkesin kendi söylediği sözün sorumluluğuna katlanması gerektiğini belirterek zaptı, zabıt katibin doğrudan yazmasını yani zabıt katibinin asli görevini yapmasını istemiş idik. Kanunun 32. maddesinde başlık olarak "Zabıt Katibi" başlığı bulunmakta ve zabıt katibinin asli görevinin 1986 yılında Resmi Gazete'de yayınlanmayan ve fakat Adalet Bakanı'nın imzasıyla yürürlüğe giren Ceza Mahkemeleri ve Savcılık yazı işleri yönetmeliği madde 43, 46, 70 ve devamı belirtildiği üzere, zabıt katibine ödevdir. Yasa ve yönetmelikten kaynaklanan bu ödevini zabıt kâtibinin bağımsız ve özgürce yerine getirmesi talebimiz dahi eskiden beri yapıla gelen alışkanlıkların bozulması nedeniyle kızgınlıkla karşılanmıştır. Ve fakat yapılan yanlışların ekranda gördükçe düzeltilmesini istemiş olmamız bile mahkeme heyeti tarafından davadan çekilme nedeni olarak yazılabilmiştir.

Bu usul hatalarından sonra işin özüne gelecek olursak, işin özü tutanak başlıklı evrakın dramıdır. Çünkü o tutanak eklektik öz Türkçesi seçmeci, faydacı ve önceden oluşturulan kanaate uygun malzemelerin toplanma vasıtası olarak görüntü sunan bir kâğıttır. O kâğıtta nitekim avukatlar olarak benim, müvekkilimle birlikte en az üç kez diğer avukat meslektaşımla yan yana durmamak için yer değiştirdiğimiz, tanık olarak dinlenen zabıt kâtibinin ve mübaşirin yeminli beyanıyla ortaya çıkmıştır. Çünkü orada her iki sanık aynı zamanda o davanın katılan sanıkları idi ve husumet avukatlar arasında olmaz. Husumet yani çekişme taraflar arasındadır. Ancak, avukatlık özel bir meslektir. Özel ve güzel bir meslektir. Hukuk bir sanattır ve her hukukçu bir sanatçıdır. Tarih boyunca bedeli kan, gözyaşı, işkence ve ölüm olarak bedeli ve diyeti peşin ödenen ve kanunların üstünde saydığımız avukatlık meslek ilkelerimize göre bizim mesleğin en önemli ilkesi sır saklama ilkesidir. Eğer diğer avukat meslektaş ile yan yana gelecek olur isek, yargıç tarafından "söz savunmanın" denilerek söz verilme aşamasına gelmeden önce, üzerinde taşıdığı veya bildiği bir konuyu, müvekkiline ait sır olan bir konuyu açığa vuran yani, bu tarafta durup ta karşıya hizmet edene hain denir. Biz meslek ilkelerimize ihanet etmemek adına, duruşmada diğer avukat meslektaşımızla yan yana bulunmadık ve gerekçelerimizi de açıkladık. Ama bunlar asla duruşma tutanağı denilen kâğıtta yer almamıştır. Çünkü o kâğıt parçasını mahkemenin yargıcı ne söyledi ise sadece yargıcın söyledikleri tutanağa yazılmıştır. Ve bu aynı zamanda yargı sistemimizin en acı ve değişmesi gereken alışkanlık durumudur. Ancak, hukuki bir durum değildir. Çünkü duruşma tutanağına yargıç kendi söylediği ve suç sayılabilecek bir hususu kendisinin yazdırması beklenemeyecektir.
(Bu sırada bazı sanık müdafileri duruşma salonundan ayrıldıkları görüldü)
Nitekim tanık olarak dinlenen zabıt kâtibi dahi, yaptığı görevin tanımını yapamamıştır ve kanundaki yetkilerinin ne olduğunu yemin etmesine rağmen, mahkeme heyetine açıklayamamıştır. Ancak, uygulamada zabıt kâtiplerinin sadece idari amiri konumundaki mahkeme başkanı veya savcılıklarda ise savcıyı dinlediği, sadece onun ağzından çıkan hali ile sözleri yazdığı herkesin bildiği ve fakat bunun bağıra bağıra itiraf edilebilmesi için "köyün delisi olarak" bir delinin çıkmasını beklendiği anlaşılmaktadır. Şu anda "köyün delisi" olduğumu ve "kral çıplak" diye bağırdığımı itiraf ediyorum.
Oradaki o duruşmada tarafımızdan söylendiği ve fakat yazılanlarla ilgisi olmayan söz şudur 28.05.2009 tarihli tutanakta alttan 10. satırda yer alan "... devletten maaş alması dışında başka hiçbir özelliği olmayan..." yerine aynı cümleyi bir de şu şekilde okumuş olmanızı isterdim. " ... devletten maaş alması dışında başka hiçbir ortak özelliği olmayan..." cümlesidir.

Türk dil kurallarına göre, buradaki ortak kelimesi pekiştirme sıfatıdır. Lisan-ı Osmaniye'de teşbihte hata olmaz deyimindeki şabih-müşabih ayrımında yani, öz Türkçesi benzetilen ve benzeyen ayrımında; pekiştirme sıfatı ortadan kalktığında, cümle başkalaşır ve söylenenin dışına çıkmış olur. Eğer o tutanak incelenecek olur ise, bu davamızın muhbiri yani ihbar edeni ve o duruşmada yargıç olarak görevli olan yargıç hanımın yazdırdığı cümlelerdeki devriklikler ve diğer dil kurallarını çiğneyen özellikler karşısında; bizim uzun uzadıya paragraflar boyunca yazdırmamıza rağmen, dil kurallarına uygun, anlam bütünlüğü taşıyan, yüklemi cümlenin sonunda olan yani Türk dil kurallarına bizim daha uygun konuştuğumuz kısaltılmış kâğıtta yani tutanakta açıkça bellidir.

Çünkü iddia makamını temsil eden savcılar, omuzlarından sarkan sarı sırmayı kralın temsilcisi olarak tarihten gelen alışkanlıkla taşımaktadırlar. Ve görevleri sadece iddiayı ikna edici şekilde yargıca sunmaya çalışmaktır. Bunun dışında bir görevleri yoktur. Ancak, ülkemiz uygulamasında savcılar sadece kendilerimi devleti temsil ettiklerini ve her şeye muktedir olduklarını düşünme gibi eleştirilmesi gereken bir anlayışla yapma alışkanlıklarıyla, yargıçların tekelindeki yargılama yetkisine birçok kez müdahale ettikleri bilinmekte ve uygulanmaktadır, işte, bu alışkanlık gücünü otoriteden almakta ve fakat bu otoritenin gücü hukuk dışından gelmektedir. Hukukun evrensel ilkeleri çerçevesinde Türkiye'de ilk kez yine bu salonda, o zamanki mahkeme heyeti başkanı hakkında, o zamanki karar aşamasında huzurdaki savcının içeride kalmış olması nedeniyle bilgi paylaşımı niteliğinde açıklamamızı kabul etmemesi karşısında tutanak tutmuştuk ve üyesi olduğum örgütüme bildirmem üzerine örgüt şefim "laz Kazım" tarafından Adalet Bakanlığı'na resmi başvuru yapılmış ve Adalet Bakanlığı tarafından 30 Temmuz 2006 tarihinde "heyet müzakere ederken savcılar dışarı çıksın" konulu bir genelge yayınlanmış ve şimdiye kadar rahatlıkla yapılan alışkanlık yerine, hukuki standardı örgüt üyesi avukat olarak bizim söylememizle dinlemeyenlere, bakanlık genelgesi olarak tüm Türkiye'ye yayınlanmak suretiyle hukuk düzeninde teklik sağlanmaya çalışılmıştır, işte Asliye Ceza yargıcının son sözleri sorduktan sonra karar oluşturduğu sırada, o mahkemedeki savcının içeride kalmış olması, yargıçlara ait ve AIHM tarafından "yargıcın görüntüdeki tarafsızlığı" ilkesinin çiğnenmesi niteliğinde olmuştur. Aslında bizim çabamız, yargıcın kendi meslek ilkelerine sahip çıkması için sarsıcı, sinir bozucu, kızdırıcı biçimde durumu dile getirmemizden ibarettir.

Bu husus, tarihte savunma sanatının kilometre taşı olan Sokrates tarafından şöyle anlatılmaktadır: " Ben bir at sineğiyim, tıpkı uyuz yılkı atlarının kuyruk bitimindeki hassas yerlerine konup onları rahatsız eden ve gelen her kuyruk darbesinden sonra havalanıp uzaklaşan ama tekrar tekrar aynı hassas yere konan bir at sineği gibi savunmamı yapacağım" şeklinde binlerce yıl önce dile getirilmiştir.

Bizim savunma makamında görevli avukat olarak etkili savunma yapmaya çalışmamız muhakeme diyalektinde yani yargılama ilişkisinde, görevimizi gereği gibi yapabilme anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Çünkü biraz önce avukat meslektaşlarımın beyan ettikleri gibieğer avukatlar, yapacakları savunma sırasında karşımdaki bundan rahatsız olur mu, bundan bana dava açılır mı endişesine kapılıp etkili savunma yapmayacak olurlarsa savunma çökertilmiş olur. Unutulmamalıdır ki savunması çökertilmiş bir yargı asla onurlu olmayacaktır.

Dosyamız üzerinde duruşma tutanağı başlıklı kağıttan başka, hasım taraf hukuki müdafiliğini: üstlenen avukat meslektaşım da dinlenmiş ve onun 21/04/2011 tarihli üçüncü celsede alınan beyanlarında nitekim bu dava iddianamesinde yazılı sözleri benim söylemediğim ve uzun bir usul tartışması yaşadığım anlatılmıştır. Ortada o sözün bize ait olduğu yönünde tek bir kanıt yoktur. Kanıt olarak gösterilen duruşma tutanağı tam bir dram içermektedir. Çünkü tutanağı yazan zabıt kâtibi gibi tıpkı o duruşmada yargıç ve savcı olarak görev yapan kamu görevlileri gibi, duruşmada olan biteni tutanağa yazmadıkları, yazdıkları hususun benim ağzımdan çıkan söz olmadığı, zabıt kâtibi kendi beyanına göre yazdığı sözlerin yargıca ait sözler olduğunu itiraf etmiştir. Amerikan hukukunda "karakter delili" kavramı vardır. Yani, bir kişiden beklenebilecek davranış biçimleri ile ilgili olarak, onun hakkında ipucu olabilecek, kanıt olabilecek bir veya birden fazla davranışları dosyaya sunulabilir. Bizim, Çağdaş Hukukçular Demeği üyesi olarak ve İstanbul Barosu üyesi olarak, avukatlık mesleğimizden kaynaklanan etkili savunma yapma çabamız, birilerini rahatsız etmiş olabilir. Rahatsız etmeye devam edeceğiz. Ancak, karşımıza çıkan bütün kamu görevlilerinden talebimiz, bağlı kalacaklarına yemin ettikleri sadece ve sadece yasayı uygulamalarıdır.

Bizim, yasanın uygulanmasını isteyişimiz, alışkanlıklarının rahatı içinde davrananların rahatını bozabilir ve duygularını incitmiş olabiliriz. Ancak, alışkanlıklarıyla görev yapmaya çalışan ve hukuk kuralının dışına çıktığını düşündüğümüz kişi ve durumlarla karşılaştığımızda, aynı şekilde rahatlarını bozmaya ve onları rahatsız etmeye devam edeceğiz.

Çünkü biz avukatlar, tarih boyunca despotlara, diktatörlere, zalimlere, krallara boyun eğmemiş onurlu bir mesleğin üyeleri olarak, gücümüzü bizden önceki savunmanlık üstatlarından alıyor ve bizden sonraki meslektaşlarımıza kalıcı bir şeyler bırakmaya çalışıyoruz.

Bu çerçevede iddianamedeki iddianın doğru olmadığı ve işbu dava dosyasının birçok hukuka aykırılıklar içerdiği ortaya çıkmış olması karşısında, sanık olarak sizden beraat kararı vermenizi ben istemeyeceğim. Biliyorum ki yargıçlık makamında görev yapanların yasal ödevleri vardır ve o ödev çerçevesinde kanaatinize göre karar oluşturacaksınız.

Ancak, bir hukuk filozofunun özlü anlatımına göre " her yargıç kuracağı her hükmü ile esasen kendisi hakkında da karar vermiş olur" demektedir. Bu nedenle sanık olarak sizlerin (kendiniz -Ö.K.) hakkınızdaki kararı beklediğimi beyan ediyorum dedi.

SANIKTAN SON SÖZÜ SORULDU: Son olarak diyeceğim şudur. Ben sol görüşlü bir avukat olarak Ülkücü kesimden bir avukat meslektaşımı savunurken, usule ilişkin taleplerimden bıkıp karar veremeyen yargıç, "sizden sadece kanunu istiyorum" dememiz karşısında "bırak şimdi kanunu manunu" demiştir. Ayrıca yine dindar kesimden insanların işlerine bakan bir başka avukat meslektaşımı Beşiktaş'taki DGM'de savunurken DGM başkanı tutanağa aynen şunu yazdırabilmiştir. "sanık müdafinin sanığı savunma hareketlerine devam ettiği takdirde duruşma salonundan çıkartılacağı oy birliğiyle ihtar olundu" şeklinde yazmış ve belgelenmiştir. O belgeler bizim için onurdur. Başka diyeceğim yoktur dedi.

Bu sırada sanık müdafi Av. Müşir Deliduman tekrar söz aldı: Her ne kadar sanık beraat talep etmemiş ise de, gelişen somut olaylardan sanığın bu suçu işlemediği kesinleşmiştir. Suç işlemeyen sanığa beraat talep ediyoruz dedi.

SANIKTAN TEKRAR SON SÖZÜ SORULDU: Müdafiimin beyanına teşekkür ediyorum dedi.
Dosya incelendi. Duruşmaya son verildi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
Sanık Avukat Ömer Kavili'nin mağdur Cumhuriyet Savcısı Pertev Kumbasar'a görevinden dolayı "devletten maaş alması dışında başka hiçbir özelliği olmayan iddia makamı" sözüyle hakaret ettiği sabit görülmekle, eylemine uyan TCK.nun 125/3-a maddesi gereğince suçun işleniş biçimi dikkate alınarak takdiren 365 GÜN ADLİ PARA CEZASI İLE MAHKUMİYETİNE,
Suç duruşma salonunda aleni olarak işlendiğinden TCK. nun 125/4 maddesi gereğince 1/6 oranında ceza artırımı yapılarak 425 GÜN ADLİ PARA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın sabıkasız oluşu nedeniyle TCK.nun 62. maddesi gereğince 1/6 oranında ceza indirimi yapılarak 354 GÜN ADLİ PARA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
TCK. nun 52. maddesi gereğince adli para cezasının günlüğü takdiren 20-TL'den hesap edilerek 7.080-TL ADLİ PARA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın duruşma aşamasındaki tutum ve davranışlarına göre tekrar suç işlemeyeceği hususunda kanaat oluşmadığından CMK. nun 231. maddesinin UYGULANMASINA YER OLMADIĞINA,
Karar suretinin İstanbul Barosu Başkanlığı'na ve Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderilmesine,
Karar kesinleştiğinde Kartal 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2009/479 Esas, 2010/469 Karar sayılı dosyasının İADESİNE,
12 Adet davetiye gideri olan toplam 60-TL yargılama giderinin sanıktan tahsiline,
Sanık ile sanık müdafileri Av. Müşir Deliduman, Av. Volkan Bahadır, Av. Boran Çiçekli, Av. Nida Açıkalın, Av. Emine Nevval Özfırat, Av. Mehmet Metin Karagöz, Av. Ümit Güney, Av. Mehmet Atıf Turak Av. İhsaniye Demirci, Av. Yaşar Öztürk'ün yüzünde, C. savcısı Mustafa AKER huzuru ile isteğe uygun tefhim tarihinden itibaren 7 gün içinde mahkememize bir dilekçe verilmesi veya tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt katibine bir beyanda bulunulması suretiyle Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile veriler karar açık okunup usulen anlatıldı. 16/02/2012
Başkan 3476 i Üye 38715 Üye 42004 Katip 100842

Sanık devamla;
Bu karar kanunun açık kurallarını birçok noktadan çiğneyen, hukuk düzenini bozan bir karar olması nedeniyle, hukuk düzeninde kalmasın diye temyizde bozulmasını istiyoruz. Süre tutum yerine geçmek üzere belirtiyoruz. Gerekçeli kararınız tebliğ edildikten sonra ayrıntılı dilekçemizi vereceğiz dedi.

Sanık müdafileri ortak beyanlarında: Sanığın beyanına aynen katılıyoruz. Usul ve yasaya aykırı olarak tesis edilen kararın bozulmasını temyizen talep ediyoruz dediler. 16/02/2012

Av. Müşir Deliduman, Av. Volkan Bahadır, Av. Boran Çiçekli, Av. Nida Açıkalın. Av. Emine Nevval Özfırat, Av. Mehmet Metin Karagöz, Av. Ümit Güney, Av. Mehmet Atıf Turak, Av. İhsaniye Demirci, Av. Yaşar Öztürk SANIK ÖMER KAVİLİ