Mesajı Okuyun
Old 16-02-2007, 16:02   #11
Hekimbaşı

 
Varsayılan BM in misyonundan bize ne, biz kendi misyonumuza bakalım

Sn.Katılımcılar,

Bütün yazılanlara katılıyorum. Örgüt ABD de odaklanmış uluslararası sermaye (ki bunun etkin bir bölümünün yahudi sermayesi olduğu gözardı edilemez) ve kuzeni diye çok güzel belirttiğiniz gelmiş geçmiş en büyük sömürgeci BK ın güdümünde gibi bir etki ortaya çıkıyor. Fransa' nın yer almasının nedeni Almanya' ya komşu tek batılı güç oluşu, Çin ve SSCB' nin kalıcı koltuklarının nedeni ise, arada çatışma çıkacaksa önel almak gibi görünüyor.

Hukukçu değilim, ama hukuk sözcüğünü tek başına, soyut bir anlamda, yani adalet anlamında kullanmamak gerekir diye düşündüğümü belirtmek istiyorum. En azından benim algılamam bu doğrultuda. Hukuku soyut kalan adaletin uygulanması için bir araç, yöntem bilimi olarak görüyorum. Dolayısıyla, hukuki olup da adil olmayan şeyler bulunabilir ve bunun örneklerini bol bol görüyoruz. Hem de hukukçular eliyle gerçekleşiyor. Bu nedenle, BM in hukuki olmayan bir yapı olarak algılanması bana garip geliyor.

İkinci belirtmek istediğim ise; kuruluş gerekçeleri ve biçimi bir tarafa, veto yetkili konsey üyeleri öbür tarafa; sizce TC ile Trinidad & Tobago' nun, veya Vatikan Cumhuriyeti' nin eşit oylara sahip olması adil mi? Hadi onları bırakalım, Libya, Kenya gibi devletlere bakalım. Sizce bunlar devlet mi yani? Cetvelle çizilmiş topraklar ve üzerinde yaşayan insanlar topluluğuna devlet diyeceksek, işimiz zor. Kurucular da zaten bu nedenle kendilerini konsey üyesi yaptılar muhtemelen. Ama Almanya İspanya, Portekiz, İtalya ve TC nin T&T ile eş tutulması elbette mümkün değil. Hatta İran' ın bile. Geçici konsey üyelerinin veto yetkisiz olarak seçimle ve geçici süreyle gelmeleri de bir komedi. Ne yani, TC, eski eyaleti olan yapay Suriye devletinin oyuyla mı seçilmeyi bekleyecek?

Bir üçüncü nokta da, yargının dayandığı şeyin yazılı hukuk kuralları, hukukun sürücü gücününse adalet duygusu ve algılanmasıyla ilişkisi. O halde, hukukiliği belirleyen yazılı nesnel kurallara uygunluk.

Bence BM hukuki ve elbette meşru. Ancak, adil değil ki şikayet ediyoruz. Bu durumda; görevini yerine getirip getiremediğinden ayrı olarak, ve onun öncesinde, üç soruya daha yanıt aramamız gerekiyor:
1. Neden adil değil?
2. Adil olmak zorunda mı?
3. Nasıl adil olabilir?

Katılımcılar da başta (1) ve onun bağlamında biraz da (3) ile yeterince ilgilenmişler zaten. Ancak, belirttiklerinden çok daha önemli ve bizim geçmişimizle çok yakından ilintili bir Balkanlar sorunu var ki, hiç değinmemişler. Irak' ta ölenlerin en az üç katı insan Yugoslavya' nın dağılması sırasında katledildi; savaşta ölmedi. Öldürülenlerin dörtte üçü müslüman, bir kısmı da Türk kökenliydi.
1. Devletin ordusu ve silahları zaten Sırp' ların elindeydi;
2. Slovenya' ya Almanya sahip çıktı; kimse dokunamadı;
3. Hırvatistan' a Avusturya silah yardımı yaptı; kimse söz etmedi;
4. Bosna ve Kosova' da çoğunluk müslümandı, kimse ellemedi; katliam ve soykırım yıllarca sürdü. Sonuçta durduruldu ise de, bizim sayemizde değil, ABD ordusundaki zenci müslüman askerlerin baskısıyladır.

Bu ne kadar adil olabilir ki?

Adil olmak zorunda mı? Elbette hayır. Çünkü, hukuki olmak adil olmayı gerektirmiyor. BM sadece hukuki ve meşru; o kadar.

Ama neden adil olmadığına bakarken, başka adil olmayan şeylere de bakmak gerekir. En başta da, ABD, BK ve Fransa' daki deki seçim ve devlet düzenlerine. Dikkat ederseniz, bunların kendilerini 'demokratik' harikalar olarak nitelediklerini görürsünüz. Her üç lafın birinde bunu dile getirirler. Tabii ki alakası yok. ABD deki seçim düzeninin seçmenin özgür iradesiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, işlerin yürümesi sırasında karşı karşıya kalınan vasatın da demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Yeterince derine inerseniz, ABD, sermayenin hegemonyasındaki sözde seçilmişlerin yönettiği bir teknokratlar diktasıdır. BK taki muhatapları da menfaatlerini ABD nin ardından gitmekte görmektedir; çünkü orada da 'Lordlar kamarası' ve 'Kraliçe' diye şeyler vardır. Hükümet vatandaşları kandıran kuzu rolündedir. Kendi iç dengelerine ilişkin olmadığı sürece ABD yi izlemekte, hatta desteklemekte bir an bile tereddüt etmezler. O halde, demokratik, ve dolayısıyla da adalet duygusundan yoksun olduğu ortada olan ülkelerin adil bir düzen çerçevesinde biraraya gelmelerini bekleyebilir miyiz?

'Ya Fransa?' diyenleri duyabiliyorum. Muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacaklar, çünkü o tarihi burjuva devrimini yapan ülke ve halkı, maalesef artık bir hiçtir. Ne eski değerlere sahip çıkabilmiş, ne yeni değerlere öncülük edebilmiş, ne de herhangi bir konuda etkin konuma gelebilmiştir. Savaş suçlusu Almanya' ya, onu desteklemesi ve yüceltmesi zorunluğu getirildiği, ve Almanya bunu suçluluk duygusuyla gereğinden fazla yerine getirdiği halde üstelik. AB projesi, bunlardan biridir. Kimse yanılmasın, proje ABD ve uluslararası sermayeden de asla bağımsız değildir. Tam tersine, Almanya' nın gücünü eritme amacıyla tasarlanmıştır. SSCB nin yıkılmasından sonra açığa düşen DDR nin yükünü bile göğüslediği halde, Almanya hala AB projesine en çok mali destek veren ülkedir. (Komik olan ne biliyor musunuz? Her ne kadar uyanık ABD ve BK, AB projesini Almanya' ya bir yük olarak kakaladı ise de, bu işin sonucunda Almanya öyle bir yere gelmiştir ki, artık AB = Almanya demektir. Kaderin cilvesi işte.)

Etkin, yani karar alınmasındaki sürücü rolleri üstlenmiş, çıkarları örtüşen ülkeleri ele aldık. Diğerlerini ele almayacağım, çünkü onları bir kararın ne öncüsü, ne de başarıya ulaşmış olarak görebildik. Onlar sadece veto yetkileri nedeniyle anlam ifade etmekteler; çünkü diğer üçünün çıkarları sürekli üstüste gelmekte ve gelecek. İsteyen bu konuda karar vermek için BM güvenlik konseyi karar istatistiklerine bakabilir. Bu üç ülkeden gelen vetolarla diğer iki ülkeden gelenleri karşılaştırabilir. Adet olarak değil, kimin önerisi olduğu ve kimlerin onay verdiği, kimlerin reddettiği temelinde.

Artık sadede gelmek lazım. Konumuz BM in adil olmak zorunda olup olmadığı ve bunun hukukiliği ile ilişki idi.

Her ülkede demokrasi farklı ölçütler ve biçimlerde uygulanmaktadır. Bunların hepsine demokrasi denebilmekte, ve hepsi, her ne kadar adil olmasalar da, hukuki olmaktadır. Hukukiliği tescil eden yargıçlar gibi görünse bile, aslında kuralları belirleyen yasama organı, veya seçilmişlerdir.

Bu durumda, ilk anda ortaya atılmış görünen BM in hukukiliğini değil de; adaletini; o da değil, üyelerin demokrasilerini; olmadı, üyelerin seçim sistemlerinin ne kadar demokratik olduğunu tartışmak gerekir.

Bence bununla başa çıkılamaz. En iyisi, gerçekleri olduğu gibi kabul ederek nasıl daha iyiye götürebileceğimize bakmak gerekir. Hukuk diliyle ifade etmeye çalışırsam, esasla değil, usulle ilgili tartışmakta yarar var. Veto yetkisi olan ülkelerin bu yetkisini onlar veto etmeksizin kaldıramayacağımıza göre, hedefimizin o ülkelerdeki demokrasi olması gerekir. Her nasıl yapacaksak artık.

Veya ikinci bir seçenek, ayrı bir örgüt kurarak onların karşısına çıkmaktır. Bu da bir hayal elbette, çünkü gerçek devletlerin sayısı bir elin parmakları kadar az. O dev gibi görünen Brezilya, Kore, Endonezya, Hindistan, Filipinler, Tayland vs bile aslında devlet değil. İsterseniz çoktan AB ye angaje olmuş Almanya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İtalya, Polonya ile birşey kurmaya kalkın. Olacak iş mi; hangisi katılır? Hangi temelde olacak? Sadece karşı olma temelinde olacaksa, asla olmaz. Birlikte hareket etmek için bir demokratik platform olarak yola çıksanız bile birşey olabilmek için Çin ve Rusya' yı katmanız gerekir. Japonya' yı da unutmamak gerek.

Yakın bir gelecekte BM güvenlik konseyinde Fransa' nın koltuğunun ortak AB koltuğu haline dönüştüğünü görürsem hiç şaşırmam. Anayasa filan kabul görürse, BK ın da koltuğunu AB içindeki yetkinliği uğruna İngiltere, Almanya, Fransa dönüşümlü hale getirmeyi kabul etmesine şaşırmamak gerekir.

Sonuçta; BM TC için hiçbir gerçek yaptırım gücüne sahip olmayan, sadece kendi çıkarlarına uygun olduğu sürece ve çıkarlarını sarsmadığı yere kadar dinleyeceği, gerekirse en olası yere kadar kullanmaktan çekinmeyeceği bir uluslararası kuruluştan öte birşey ifade etmez. Bunun böyle devamını sağlamak da TC nin ve her birimizin görevidir. BM, TC için İran' a ifade ettiğinden fazla bir anlam taşımaz; hatta daha da az anlamlıdır; çünkü TC nin geçmişinde bütün emperyalistlere karşı kazanılmış inanılmaz bir galibiyet varken, İran' ın kendini modern dünyaya böylesi kanıtlayabildiği tek bir durum yoktur, hatta Irak savaşında kendisinin üçte biri ve kendi içinde homojeniteden yoksun bir gücün karşısında perişan olmuştur. O halde, bırakalım BM' in değiştiremeyeceğimiz yapısı her nasılsa öyle kalsın; ve tartışmayalım; ama yapısının adaletle, demokrasiyle veya insan haklarıyla ilişkilendirilemeyeceğinin de bilincinde olarak, nasıl kullanacağımızı tartışalım.

Kısacası; İngilizlerin yüzyıllardır yaptığını yapalım.

Saygılarımla,