Mesajı Okuyun
Old 04-08-2006, 12:38   #10
gülşah

 
Varsayılan

LİSEDEYİM... Öğle teneffüsü... Okuldan fırlıyorum, bir kitapçıya koşuyorum, tezgáhın arkasındaki adama neredeyse fısıldayarak, "Kadının Adı Yok var mı?" diyorum.

"Var" diyor, rahatlıyorum.

Kitabı parmaklarımın arasına alıyorum, göğsüme bastırıyorum, bir iki saniye öylece duruyorum. Parasını ödüyorum, hızlı adamlarla yüksek duvarlı okuluma geri dönüyorum. Üzerimde gri etek, pötükare gömlek, okul forması koşuştururken şöyle düşünüyorum:

"Ben şu anda Tarsus’ta, Bir Anadolu kasabasındayım, ama ne önemi var? İstanbul’da bir yerlerde beni anlayan bir kadın var. Ve bir gün mutlaka ben onunla tanışacağım..."

***

Annem bile anlayamazdı beni o yıllarda.

Bir tek Duygu Asena.

Sevgilim vardı, sevişmeyi keşfetmeye başladığımız yıllardı ama gizlemem gerekiyordu; çünkü o yıllarda kötü kızlar sevişirdi, "hafif olanlar", "mal olanlar".

İyi kızlar cennete giderdi; çünkü onlar sadece el ele tutuşurdu.

Ben onlardan değildim ve kesinlikle cehenneme gidecektim.

Ama kendimi suçlu da hissetmiyordum.

Hangi cesaretle bilmiyorum ama ben bekáret meselesini iplemiyordum.

Kaybedilen bir şey varsa, karşılıklıydı.

Bu iş bu kadar şefkat dolu, ağrısız, sızısız nasıl olurdu, ikimiz de şaşkındık. Ama olmuştu. Benim 7 yıl süren ilk aşkım, hayat boyu sekse bakışımı belirledi, seks benim için aşk demekti. Ve seks çok ama çok güzel bir şeydi. Ama yine de bütün bunlar sır olarak kalmalıydı. Çünkü o yıllarda bir erkekle yattın mı, bitti, o seni kullanmış oluyor, yoluna devam ediyordu; ama sen ayvayı yiyordun, damgayı yiyordun, hayatın kayıyordu, ya çürük oluyordun ya mal.

İşte bütün bu geri anlayışın ortasında şahane bir kadın ayağa kalkıp, "Öyle değil beyler ve hanımlar..." diyordu; aşkı, seksi, ilişkiyi başka türlü tarif ediyor, bir de üstüne kadınların orgazm olma hakkı gibi icatlar çıkarıyordu.

Ama daha da önemlisi, esas olarak kendi ayaklarının üzerinde durmamızın şart olduğunu anlatıyordu. Ekonomik özgürlüğün olacaktı. Kimselere muhtaç olmayacaktın. Kendine bir hayat yaratacaktın. O öyle yapmıştı. Kimbilir belki ben de yapabilirdim...

***

İşte bu kadın, beni gaza getirdi.

Yazdığı kitap, çıkardığı dergi, söyledikleri, anlattıkları, satır arasına sıkıştırdıkları, hayata bakışı...

Duygu Asena hiçbir zaman ısıran feministlerden olmadı.

Onun feminizmi içgüdüseldi.

Erkeklere savaş filan açmadı, onun kadar erkekleri seven bir başkasına da az rastlanırdı.

Sadece haklarını kabul ettirmek için uğraştı.

İstanbul’a gelince, daha önce kafama koyduğum şeyi gerçekleştirmeye karar verdim. "Ne kaybederim ki, tanışacağım onunla, hem belki beni işe bile alır" dedim ve Gelişim Yayınları’na gittim.

"Geleceğinizi biliyor mu Duygu Hanım? Randevunuz var mı? Kim diyelim?"

"Beni tanımıyor. Geçerken uğradım, bir hayranıyım, Basın Yayın’da okuyorum, kendisine bir mektup yazdım, elden getirdim."

"Basın toplantısındaymış; ama sekreteri Ünzile Hanım diyor ki, işinin bitmesini yukarıda bekleyebilirmişsiniz..."

Körün istediği bir göz, Allah sana veriyor iki göz.

Heyecanla yukarı çıktım, bir köşeye oturup olan biten her şeyi izlemeye başladım. Duygu Asena’nın odasının kapısı açıktı. İşte sonunda hayran olduğum kadını, canlı görebiliyordum. Çok neşeliydi. Kitabı muazzam bir patırtı koparmıştı. Flaşlar patlıyordu, Duygu Asena altın çağlarını yaşıyordu. Salonun bir tarafı Kadınca’ya ayrılmıştı, diğer tarafı da Nokta Dergisi’ne. Birden öyle salak salak otururken, salonun içinde dolaşmakta olan lacivert takım elbiseli, çok havalı bir adam karşımda dikiliverdi, "Siz de kimsiniz?" dedi. Kadınca’nın önemli isimlerden Tülin Kolukısa benim yerime cevap verdi: "Duygu’ya gelmiş, stajyer olarak çalışmak istiyor, Basın Yayın’da okuyor, 2 de dil biliyor."

Meğer o lacivert takım elbiseli adam, Gelişim Yayınları’nın sahibi Ercan Arıklı’ymış. O gün Duygu Asena’yla tanışamadım; ama kadere bakın ki, Nokta Dergisi’nde stajyer muhabir yamağı olarak işe alındım.

***

Birlikte çalışma şansımız olamadı...

Ama Duygu Asena’nın hayatımdaki yeri apayrıdır.

Bana o küçük yaşımda cesaret verdi, umut verdi.

Hayatta sadece bir tek bakış açısı olmadığını gösterdi.

"Yapabilirsin" diye fısıldadı yazılarıyla kulağıma.

Ve benim maceram öyle başladı.

Kendisini rahmetle anıyorum.

Ve huzurlarınızdan ayrılmadan, şunu söylemek istiyorum:

O, onunla birlikte düşünmeyi tercih eden milyonlarca kadına, adam gibi sevişmeyi öğretti. Suçluluk duygusu olmadan. Vicdan azabı hissetmeden. Sorumluluk altında ezilmeden. Bir hak olarak sevişebilmeyi...

Bundan daha büyük bir sevap var mıdır?

Yoktur.

Nur içinde yat Duygu.


AYŞE ARMAN 2 Agustos 2006 hürriyet gazetesi