Mesajı Okuyun
Old 26-04-2007, 03:39   #2
Cest la vie

 
Varsayılan

Iki yil once bu konuda bir makale yazmaya baslamistim ancak ne oldugunu hatirlayamadigim bir sebeple yarim birakmisim. Bilgisayarimda en son muhafaza etmis oldugum son hali mi hatirlamiyorum ama yine de buraya kopyalayayim, bu kadari bile belki birilerine yardimci olur:

MÜLTECİ HUKUKU VE JABARİ DAVASI

İnsan Haklarının evrenselliği; bu hakların her yerde, herkese karşı korunmasını gerektirir. O kadar ki, bu koruma, bazen kişinin vatandaşı olduğu devlete karşı dahi yapılabilmektedir. Bu nedenle, kısaca devletin vatandaşına çeşitli nedenlerle yaptığı zulüm ve baskıdan kaçıp başka bir ülkeye sığınması olarak tanımlanabilecek “iltica” kavramı; henüz insan haklarının farkına varılmadığı ve yeterince korunmadığı ilk çağlardan beri varlığını sürdürmektedir.

İkinci Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Milletler tarafından Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisi açılmış; başta 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve 1949 Cenevre Sözleşmelerinde olmak üzere bir çok uluslararası sözleşmelerde ve ulusal hukuklarda mültecilere ilişkin düzenlemelerde bulunulmuştur. Ancak, özel olarak bu konuda yapılan ilk temel sözleşme “1951 Birleşmiş Milletler Mülteciler Sözleşmesi”dir. Bu sözleşmeyle önce “mülteci”nin tanımı verilmiş, daha sonra mülteci statüsüne geçebilecek kişilere uygulanacak asgari muameleye ilişkin uluslararası alanda standartlar konulmuştur.

Bu sözleşmeye göre “Mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasal düşünceleri nedeniyle haklı nedenlere dayanan, zulüm korkusu duyan menşe ülkesi dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan veya bu zulüm korkusu nedeniyle ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kimselerdir.”

Bu madde verilen tanıma göre mülteci, bazı nedenlerden dolayı kendi ülkesinde baskı ve zulüm gören ve bunun için kendi ikametgahını terketmeye zorlanan ya da gördüğü bu baskı ve zulümden dolayı ülkesinden kaçan kişilerdir. Kişi; ırkı, dini, milliyeti, siyasi düşüncesi ya da bu nedenlerin dışında cins, renk, akrabalık bağları, askeri lider veya toprak sahibi olma gibi kriterleri kapsayan sosyal bir gruba mensubiyeti nedeniyle kendi ülkesinde baskı ve zulüm görmekte ve başka bir ülkeden koruma istemektedir. Kişi, sığındığı ülke açısından “yabancı”dır. Kişinin bulunduğu ülkede yabancı olmaması durumunda, “mültecilik” statüsünden söz edilemez. Kişi, aynı sebeplerle ülkesi içinde başka bir yere yerleşmekteyse, “yerlerini değiştiren kişiler-displaced people” arasında sayılabilir.

1951 Cenevre Sözleşmesi; mültecinin tanımını vermiş olmakla birlikte, kapsamına ilişkin bazı sınırlamalar getirmiştir. Sözleşmenin birinci maddesinde belirtildiği üzere; “1 Ocak 1951’den önce” ve “Avrupa’da veya başka bir yerde” cereyan eden hadiseler sonucu ortaya çıkan mülteci hareketleri sözleşme kapsamına dahildir. Böylece, sözleşmeye taraf devletlere coğrafi yönden sınırlama seçeneği verilmiştir. Buna göre, devletler isterlerse sadece Avrupa’dan gelen mültecileri kabul edebileceklerdir.

Sözleşmenin tarihi açıdan sınırlanması ve 1 Ocak 1951’den sonraki olaylara uygulanamamasının sakıncaları daha sonra anlaşılmış ve geleceğe yönelik uygulanmak üzere 1967 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsü ile İlgiliProtokol taraf devletlerce kabul edilmiştir. Bu protokol, zaman sınırını ortadan kaldırmakla birlikte, devletlerin coğrafi seçim hakkını muhafaza etmiştir.

Türkiye; 1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesini 29 Ağustos 1961’de 359 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayarak kabul etmistir. Türkiye, söz konusu sözlesmenin 42nci maddesinde yer alan “Her Devlet, imza, tasdik veya katılım esnasında sözlesmenin 1,2,4,16,33 ve 36-46 maddeleri haricindeki maddeler hakkında kısıtlayıcı kayıtlar beyan edebilir” hükmü çerçevesinde, içerisinde bulunduğu bölgeyi göz önünde bulundurarak, mülteciliğin belirlenmesi yönünden öngörülen seçme hakkını kullanarak (cografi kısıtlama ile) yalnızca Avrupa’dan Türkiye’ye gelerek iltica etmek isteyen yabancıları sözlesme kapsamında mülteci olarak kabul edecegini 359 sayılı Kanunla yayınladıgı deklarasyonda belirtmistir.

Ayrıca, 1 Temmuz 1968 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul ettigi 1967 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokolünde de (1967 Protokolü) cografi kısıtlamayı muhafaza etmistir.