Mesajı Okuyun
Old 23-03-2008, 23:36   #2
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Olayda 5 yılık ceza zamanaşımı süresi geçmiş görünüyor. Ancak aşağıdaki karar işinize yarayabilir. Bu arada taraflar arasında taşıma sözleşmesi ilişkisi var ise (müvekkilinizin otobüs yolcusu iken kaza geçirmesi gibi) zamanaşımı süresi 10 yıldır. Taşıma sözleşmesi yoksa aşağıdaki kararda anlatıldığı gibi zamanaşımı define karşı zararı öğrenme tarihi yönünden itirazda bulunmanız ve bu yönde savunma yapmanız iyi olur. Ayrıca malüliyet durumunda zaman içinde gelişme (artma) varsa bu da zararı öğrenme tarihini etkilemektedir.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2002/4-1022
Karar: 2002/1034
Karar Tarihi: 27.11.2002
ÖZET : Dava, trafik kazası sonucu davacının yaralanması nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin ek davadır.
Zamanaşımı; yasada belirlenen koşullar altında bir alacağa ilişkin dava hakkının, belli bir sürenin geçmesi sonucu düşmesidir. Zamanaşımına uğramış bir borç ödenebilir niteliğini yitirmemekte, ancak dava edilemeyen eksik bir borca dönüşmektedir. Eş deyişle, zamanaşımı borcu ortadan kaldırmaz, ancak borç yaptırım gücünden yoksun kalır. Yasa koyucu, Borçlar Kanunu'nun 125. ve devamı maddelerindeki genel zamanaşımı süresinden ayrılarak, haksız eylemler için Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde zamanaşımı sürelerini özel olarak düzenlemiştir.
Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinin birinci fıkrasında, "zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve herhalde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz" hükmüne yer verildikten sonra; ikinci fıkrasında, tazminat isteminin ceza yasalarının daha uzun bir zamanaşımı süresine bağlı tuttuğu cezalandırılabilir bir eylemden ileri gelmesi halinde daha uzun olan ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı vurgulanmıştır. Madde metnine göre, gerek Borçlar Kanunu'nun 60/1. fıkrasında öngörülen zamanaşımı süresinin gerekse ceza kanunları gereğince öngörülen uzamış ceza zamanaşımı süresinin, zararı ve faili öğrenme tarihinden başlayacağında duraksama bulunmamaktadır.
Öğreti ve uygulamada kabul edilen genel kurala göre, zarar görenin zararı öğrenmesinden amaç, zararın mahiyeti ( kapsamı ) ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, davayı ciddi ve objektif şekilde desteklemeye ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olmasıdır. Eğer zararın kapsamını belirleyecek husus "gelişmekte olan bir durum" ise zamanaşımı bu gelişme sona ermedikçe işlemeye başlamaz.
Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Zararın mahiyet ve şumülü anlaşılmadan mutlaka haksız eylem tarihinden itibaren dava açılması gerektiği yolundaki bir görüş, Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinin "zararı öğrenme" kavramına uygun düşmez.
Davacının olay nedeni ile oluşan zararı gelişen bir durum göstermektedir. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'nca düzenlenen 8.11.1999 tarihli raporda dahi davacının zararı kesin ve net olarak belirlenememiş, ancak zarar belli bir açıklığa kavuşmuştur. Görülüyor ki, davacının en son raporun alınmasından önce bir tazminat davası açması esasen mümkün değildir.
Bu durumda, davanın 8.11.1999 günlü son raporun alınmasından ve meslekte kazanma güç kaybının öğrenilmesinden sonra beş yıllık zamanaşımı süresi geçmeden, 10.8.2000 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesi ve yerinde olmayan gerekçelerle direnilmesi isabetsizdir.

(818 S. K. m. 41, 60) (2918 S. K. m. 109) (765 S. K. m. 459, 102)
Dava: Taraflar arasındaki "maddi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 8.11.2000 gün ve 2000/593 E. - 692 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 24.9.2001 gün ve 2001/4157-8400 sayılı ilamı ile, ( ...Dava, trafik kazası sonucu davacının yaralanması nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin ek davadır.
Mahkemece olayın 21.1.1991 tarihinde meydana geldiği, gerek 2918 Sayılı Yasanın 109/2 gerekse Borçlar Kanununun 60/2 maddeleri uyarınca uzamış ( ceza ) zamanaşımının uygulanması gerektiği, davalının ceza mahkemesince Türk Ceza Kanununun 459/3 maddesi uyarınca cezalandırılması nedeniyle Türk Ceza Kanununun 102/4. maddesi gereği zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğu, olay tarihi ile dava tarihi arasında 9 yıl süre geçtiği gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Zamanaşımı süresinin başlaması için haksız eylemden zarar görenin hem "faili" hem de "zararı" öğrenmiş olması gerekir. ( BK. 60/1 ) Eğer zararın kapsamı gelişen bir durumdan ileri geliyorsa, gelişme sona ermeden önce zamanaşımı işlemeye başlamaz. Bedensel zararın gelişirn gösterdiği durumlarda da aynı ilke geçerlidir.
Davaya konu olayda, davacı vekili, kazadan doğan zararları ve beden gücü kaybının kesin olarak tespitinin yıllar süren tedaviden dolayı ancak 10.4.2000 tarihli bilirkişi raporuyla mümkün olabildiğini belirtmiştir. Dosyadaki Balıkesir SSK Hastanesi'nin 25.1.1991 günlü raporunda sol kalça sağ kapikol kırığı, sol humerus kırığı ve burun kırığının mevcut olduğu ve hayati tehlike geçirdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin 11.10.1996 tarihli raporunda sol kolun humerus kemiğindeki kırık, ayrıca uyluk kemiği boyun kırığı nedeniyle ortopedik ameliyat olduğu, ancak sol uylukkemiği başında nekroz geliştiği ve L kalça ekleminde flexion 90 derece, abduksiyon 60 derece olmak üzere hareketlerinde kısıtlanma saptandığı, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 11.2.1998 günlü raporunda, sağ klavikula kırığının şifa bulduğu tespit edilerek davacının arızasının fonksiyonel araz bırakmadan iyileşmiş olduğundan sürekli maluliyet tayinine mahal olmadığına, iyileşme süresinin 3 aya kadar uzayabileceği yine Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'nun 8.11.1999 günlü raporunda, çektirilen grafilerin incelenmesinde sol kalçada ileri derecede aortroz görüldüğü, ileride total kalça protezi gerekeceği, % 27,2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, ileride total kalça protezi uygulanması halinde yeniden değerlendirileceği belirtilmiştir.
Açıklanan şu maddi olguya göre olayda gelişen durumun bulunduğu, zararın son rapor tarihi olan 8.11.1999 tarihi itibariyle dahi netleşmediği, davanın ise 10.8.2000 tarihinde açıldığı dikkate alınarak tazminat kapsamının belirlenmesi gerekirken davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, trafik kazası sonucu davacının yaralanması nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin ek davadır.
Davacı, 25.1.1991 tarihinde davalılardan Hüseyin'in diğer davalı Yakup'a ait araçla yaptığı trafik kazası sonucu hayati tehlike tevlit edecek şekilde yaralandığını ve maddi zarara neden olduğunu, kusur durumuna göre Balıkesir Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'nin 1991/870 esas, 2000/314 karar sayılı dosyasında 34.125.000.- TL. maddi tazminatın hüküm altına alındığını; ancak, gerçek zararı ve beden gücü kaybını uzun yıllar süren tedavi sonucu ilk davada alınan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulunun 8.11.1999 tarihli maluliyet oranına ilişkin rapordan sonra düzenlenen 10.4.2000 tarihli hesap bilirkişi raporuyla öğrenebildiğini; bu nedenle bilirkişi raporunda % 27,2 maluliyet oranı ve davalının % 75 kusur durumuna göre hesaplanan 3.902.688.225 TL. maddi zarardan, ilk davada hükmedilen 34.125.000 TL.düşürüldükten sonra bakiye 3.868.563.225 TL maddi zararının tazminine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, trafik kazasının 25.1.1991 tarihinde meydana geldiğini, olay tarihinden itibaren TCK.'nun 102/4. maddesinde öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan ek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemenin, "davalı Hüseyin aleyhine açılan kamu davası sonucu TCK.'nun 459/3. maddesi uyarınca cezalandırıldığı, buna göre fiilin TCK.'nun 102/4. maddesine göre beş yıllık zamanaşımına tabi olup, ek davanın olay tarihinden itibaren zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı" gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar, özel dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının trafik kazasından doğan gelişen zararının bulunup bulunmadığı, zamanaşımı süresinin başlangıcına, en son rapor tarihi 8.11.1999 ya da olay tarihi 25.1.1991 gününün mü esas alınması gerektiği noktalarındadır.
Öncelikli olarak, bir usul hukuku kavramı olan zamanaşımı olgusu üzerinde durulmalıdır.
Zamanaşımı; yasada belirlenen koşullar altında bir alacağa ilişkin dava hakkının, belli bir sürenin geçmesi sonucu düşmesidir. Zamanaşımına uğramış bir borç ödenebilir niteliğini yitirmemekte, ancak dava edilemeyen eksik bir borca dönüşmektedir. Eş deyişle, zamanaşımı borcu ortadan kaldırmaz, ancak borç yaptırım gücünden yoksun kalır.
Yasa koyucu, Borçlar Kanunu'nun 125. ve devamı maddelerindeki genel zamanaşımı süresinden ayrılarak, haksız eylemler için Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde zamanaşımı sürelerini özel olarak düzenlemiştir.
Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinin birinci fıkrasında, "zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve herhalde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz" hükmüne yer verildikten sonra; ikinci fıkrasında, tazminat isteminin ceza yasalarının daha uzun bir zamanaşımı süresine bağlı tuttuğu cezalandırılabilir bir eylemden ileri gelmesi halinde daha uzun olan ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı vurgulanmıştır. Madde metnine göre, gerek Borçlar Kanunu'nun 60/1. fıkrasında öngörülen zamanaşımı süresinin gerekse ceza kanunları gereğince öngörülen uzamış ceza zamanaşımı süresinin, zararı ve faili öğrenme tarihinden başlayacağında duraksama bulunmamaktadır.
Bu noktada, "zararın öğrenildiği tarihin" belirlenmesinde yarar vardır.
Öğreti ve uygulamada kabul edilen genel kurala göre, zarar görenin zararı öğrenmesinden amaç, zararın mahiyeti ( kapsamı ) ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, davayı ciddi ve objektif şekilde desteklemeye ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olmasıdır. Eğer zararın kapsamını belirleyecek husus "gelişmekte olan bir durum" ise zamanaşımı bu gelişme sona ermedikçe işlemeye başlamaz.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, "gelişen durum" aynı olaya ilişkin olarak zaman içinde zararın artması veya yeni zararların doğması halidir. Bundan ayrı, zarar görenin kendi imkânlarıyla ya da başkasının yardımıyla zarar verici fiilin sonuçlarının gidişini ve kesinleşen durumu değerlendirebilmesi gerekir.
Özellikle, vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Zararın mahiyet ve şumülü anlaşılmadan mutlaka haksız eylem tarihinden itibaren dava açılması gerektiği yolundaki bir görüş, Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinin "zararı öğrenme" kavramına uygun düşmez.
Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi kararları ve öğretide, vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zararlarda zamanaşımı süresinin ancak kesin teşhisten, özellikle sürekli sakatlığa ilişkin kesin raporun öğrenilmesinden sonra işlemeye başlayacağı kabul edilmektedir. ( Prof. Dr. İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, IV Cilt, İstanbul 1980, S: 415 vd. BGE "İsviçre Federal Mahkemesi Kararları, Resmi Külliyat" Cilt 89 11S: 415; BGE, 89 11 402 ).
Somut olayda, Balıkesir SSK Hastanesi'nin 25.1.1991 tarihli olay tarihi itibarıyla düzenlenen raporunda, davacının sol kalça sub kapikal kırığı, sol humerus kırığı, burun kırığı mevcut olup, hayati tehlikesinin bulunduğu belirtilmiş; ardından davacı 20.8.1991 gününde açtığı ilk davada, davalılardan Hüseyin'in kusurlu davranışlarıyla meydana gelen traiık olayı sonunda cismani zarara uğradığı, tedavi ve diğer harcamalarının devam ettiği, tedavisinin çok uzun süreceğini ileri sürmek suretiyle fazlaya ilişkin talep hakkını saklı tutarak, şimdilik kaydıyla 45.500.000 TL. maddi tazminat istemiştir. Bu davanın devamı sırasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı'nda 19.9.1996 günü muayene olmuş ve düzenlenen 11.10.1996 tarihli raporda, "sol kol humerus kemiğinde kırık ve uyluk kemiği boyun kırığı nedeniyle ortopedik ameliyat geçirdiği, ancak ( sol ) uyluk kemiği başında nekroz geliştiği" ve "kalça ekleminde flexion 90 derece, abduksiyon 60 derece olmak üzere hareketlerinde kısıtlanma saptandığı, maluliyet raporunun adli tabiblikçe verilmesinin uygun olduğu" belirtilmiştir. Nihayet davacı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulu'na sevkedilmiş, 24.12.1997 günü yapılan muayenisinden sonra mahkemeden yeniden çektirilecek grafileri istenerek, 8.11.1999 tarihli son rapor düzenlenmiştir. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'nun raporunda, "sol kalçada ileri derecede aortroz görüldüğü, hali hazır durumu ile yaşına göre, % 27,2 ( yüzde yirmiyedi nokta iki ) oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, ileride total kalça protezi uygulanması halinde yeniden değerlendirileceği" mütalaa olunmuştur.
Şu hale göre, davacının olay nedeni ile oluşan zararı gelişen bir durum göstermektedir. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'nca düzenlenen 8.11.1999 tarihli raporda dahi davacının zararı kesin ve net olarak belirlenememiş, ancak zarar belli bir açıklığa kavuşmuştur. Görülüyor ki, davacının en son raporun alınmasından önce bir tazminat davası açması esasen mümkün değildir.
Bu durumda, davanın 8.11.1999 günlü son raporun alınmasından ve meslekte kazanma güç kaybının öğrenilmesinden sonra beş yıllık zamanaşımı süresi geçmeden, 10.8.2000 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesi ve yerinde olmayan gerekçelerle direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.11.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi. (¤¤)