Mesajı Okuyun
Old 18-02-2007, 15:58   #11
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Bu yazı parçası THS'nin hukuk çalışma gruplarından anayasa hukuku çalışma grubu içinde yayınladığım "Anayasanın Geçerlilik Ölçütü ve Anayasa Yapımına İlişkin Görüşler" başlıklı yazımdandır. Konuyla ilgili bir bakış açısı getireceğini düşünüyorum.

Hukukun bağımlı veya bağımsız olup olmadığını belirlemek için tarihsel bakışa gerek duyuyorum. Kurumsal toplumsal yaşam var olduğundan beri hukuk kuralları da var olmuştur. Eski zamanda hem ceza hukuku gibi bir kamu hukuku alanında hem de borçlar hukuku gibi özel hukuk alanında kuralların olduğunu, uygulandığınıbiliyoruz. Sonuçta her örgütlü toplumda hukuk kuralları olmuş ve uygulanmıştır. Bu kuralları kim veya ne belirlemiştir? Bir yandan hakanlar, krallar kurallar koyarken diğer yandan halkın yaşamından, uygulamasından örf-adet hukuku oluşmuştur. Örf-adet bugün oldukça geri planda bir hukuk kaynağıdır. Ama eski zamanlarda bazı konularda hakanlar dahi örf-adete aykırı kural koyamamıştır. Hukuk örf-adet hukukundan ibaret olsaydı hukukun bağımlı olduğunu kolaylıkla söylerdik çünkü halkın uygulamasını ekonomik ve diğer altyapı koşulları belirler, etkiler. Ancak hukuk hiçbir zaman örf-adet hukukundan ibaret olmamıştır. Millet meclisleri veya hakanlar her zaman kurallar koymuş, emirler vermiş, yön göstermiştir. Bu kuralların varlığı hukukun tamamen bağımlı olduğu savını çürütür. Çünkü hakan o anda siyasal koşulları veya ekonomik koşulları değiştirmek, toplumu yönlendirmek için kurallar koyabilir. Bu kurallar o anda geçerli ekonomik düzenin belirlediği değil olsa olsa neden olduğu kurallardır. Ama sonuçta hukukun altyapı ile etkileşim içinde olduğunu belirliyoruz.
Örf-adet veya hakanın koyduğu kurallar uygulandığı dönemin ekonomik, siyasi, dini durumunu veya gelişmişliğini yansıtmaktadır. Roma hukukunu incelediğimizde Romalıların tecimsel(ticari) ilişkilerinin geliştiğini, gelişmiş bir hukuk düzeni olduğunu görüyoruz. O dönemde hukuk eğitimi veriliyordu, hukukçular somut olaylara uygulanacak kuralları belirlemek yoluyla hukuk yaratıyorlardı. Zaman geçtikçe çeşitli toplumların altyapısını yansıtan hukuk kurallarını incelediğimizde bu kuralların benzeştiğini, bazı noktalarda ayrıldığını görüyoruz. Hatta toplumlar birbirlerinden yasalar alıp kendi toplumuna uygulamıştır. Yani birikim sonucunda artık ortak ilkeler, genel kurallar, farklılıklar ama sonuçta bir hukuk sistematiği ortaya çıkmıştır. Eskiden olaylara uygulanacak kural olay gerçekleştikten sonra belirlenirken artık olaylara uygulanacak kurallar önceden belirlenmeye başlamıştır. Bu da hukukun özerk bir yapıya kavuştuğunu göstermiştir. Önceden tamamen dönemin altyapı koşullarına bağımlı olan hukuk büyük ölçüde bağımsız, özerk bir yapıya ulaşmıştır. Çünkü artık yasa yapma yöntemleri gelişmiş, hukuk dalları belirginleşmiş, her hukuk dalında ana ilkeler ortaya çıkmış ve kabul görmüştür. Ama hukukun özerk yapıya kavuştuğunu söylememiz etkilerden uzak olduğunu savunmamızı gerektirmez. Özerk yapı kendi dışındaki gelişmelerden doğal olarak etkilenir çünkü hukuk yaşayan bir canlı gibidir, ancak cansız varlıklar olduğu gibi kalır ve etkilere kapalı durur.
Hukukun özerk yapıda olduğunu ileri sürmemiz şu sonuçları beraberinde getirir: hukukun ilkeleri vardır, öyleyse yasakoyucunun her emri hukuk olamaz, önceden belirlenmiş kurallara uygun olmak zorundadır. Önceden belirlenmiş kurala uygunluk veya ilkeye uygunluğun aranması ilkel pozitivist olmadığımızı gösterir. Pozitif hukuk ve doğal hukuk vardır. Doğal hukuk değişmez, evrensel ilkelerden oluşur; özerkliğe işarettir. Pozitif hukuk değişir, dönemin siyasal iktidarını ve dönemin koşullarını yansıtır. Pozitif hukukun da sırf siyasal iktidarın aracı, aleti olmaması için anayasa yargısı gibi hukuki denetim yolları ve kamuoyu ve halk vicdanı, direnme hakkı gibi hukuk dışı denetim yolları bulunmuştur. Bunlar da hukukun alet olmadığını, özerkleştiğini göstermektedir.