Mesajı Okuyun
Old 08-02-2006, 00:27   #38
Merhaba

 
Varsayılan

Sayın İbrahimbey,

Hukukçu bir kimliğim yok. O nedenle konunun teknik boyutunda bir hukukçu gibi yetkin değilim.

Buna rağmen, yazdıklarınızdan anlayabildiklerim ve hiçbir aksi görüş öne sürmeksizin kabul ettiklerim:

1- Suçun niteliğine bağlı olmaksızın genel kuralların ve ceza hukukunun temel prensiplerinin herkes için aynı olduğu.

2- Eğer ortada kanıt yoksa, hiçbir isnadın, isnada maruz kalan kişinin cezalandırılması için gerekçe olamayacağı.

3- Ceza yargılama usullerinin ve ceza hukukunun uygulanmasında, kişi, suç, vs. ayırımı yapılamayacağı.

4- Her durum ve koşulda “şüpheden sanığın yararlanacağı” ilkesi.

Eminim bu dört temel ilke, bu kısa başlıklar altında olabilecek tüm detaylarıyla, tüm hukukçuların “alfabemiz” diyebilecekleri ilkelerdir.

Bu durumda, tartışma konusu mahkeme kararında, mahkeme üyelerinin ve devamında bu kararı onayan Yargıtay üyelerinin, bu “alfabe” yi, bu temel ilkeleri tümden unutarak ya da göz ardı ederek, yalnızca “"canım kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok, ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla hareket ettikleri sabittir.

Onlar hukuk ilkelerini çiğnemişler ve bundan böyle her asılsız isnadın, isnat edilene cezaevi kapılarını açacak bir geleneği başlatmışlardır. Yine de diliyoruz ki, bu ilkeleri unutanlar ya da gözardı edenler yalnızca onlardır ve böylece ceza evleri suçsuz taciz mağduru erkeklerle dolup taşmaz. (Bu durumda tacizin gerçek mağdurlarının erkekler olacağı açık !)

Türkiye’de işyerlerinde, okullarda, yurtlarda, hastanelerde, devletin gözetimi altında olduğu söylenen çocuk bakım evlerinde, hatta kadın sığınma evlerinde … yaygın biçimde cinsel taciz olayları yaşanmaktadır. Buralardaki hakim güçler genelde erkeklerdir ve bu cinsel tacizlerin failleri bunlar arasındaki kişilerden bazılarıdır. Çok nadiren, ileri boyutlardaki bazı olaylar basına ya da yargıya intikal etmektedir. Hakim güçler, tanığı olan olaylarda bile, yaptırım güçlerini kullanarak tanıkları sindirmekte ve susturmaktadır. Taciz mağdurları ise, çoğu kez, bu yaptırım gücü karşısında çaresiz kalarak susmayı seçmektedir. İşinden olma, adının kötüye çıkması, ailesinden gelebilecek tepkilerle olayın büyümesi vb. kaygılar susmayı seçmelerinin ana nedenleridir.

Koşulların ve yaptırım güçlerinin eşit olduğu bir ortamda, her hangi bir nedene bağlı olarak kişilerin birbirleri hakkında asılsız isnatlarda bulunması kolay ve olasıdır. Ama bir işyerinde çalışmak zorunda olan bir kadının, oradaki yaptırım gücüne ve hiyerarşiye karşı, hele cinsel taciz gibi bir isnatla çıkması, bu isnat gerçek değilse, anlaşılır ve izah edilebilir bir durum değildir.

Sıraladığınız temel hukuk kurallarına aykırı gibi görünen bu karar, karar vericilerin, yaşamın her alanında “hakim ve yaptırımcı” gücün erkekler olduğu bir dünyada, uygar çağın zorlamasıyla, “kadın-erkek” eşitliği ve “kadının insan hakları” konusunda bir çok ülkedeki kanun yapıcıların, “o tarihsel misyonlarını” terk etmekte ne kadar dirençli olduklarını görmeleri ve takdir yetkilerini kullanarak vicdani bir tercih yaptıkları şeklinde de değerlendirilebilir. O takdirde bu, “salondaki hukuka” değil, ama vicdanlardaki hukuka” uygun bir karar olacaktır.

Bu gerçekler ışığında ben, bu olayda, o ilkeleri unutarak ya da göz ardı ederek ( ki aslında öyle olduğunu hiç sanmıyorum) karar veren mahkeme üyelerine ve yargıtay üyelerine teşekkür etmek istiyorum.

Mahkum olan kişi ise, hele bir avukat olduğu düşünülürse, sanıyorum sonrasında (eğer var ise) haklarını aramaya devam edecektir. AİHM yolu açıktır ve suçsuz yere mahkum olmuşsa eğer, gereğini yapacaktır.

Son bir cümleyle, kurulduğundan bu güne dek son derece gelişmiş ve “psikiyatri” olarak adlandırılan bir bilim dalı olduğu, bilim dalı olduğu için de bulgularının “bilimsel” olduğu tartışılmazdır. Bu gün adli tıp, bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak adli olaylarda “delil” olabilecek her türlü olguyu araştırabiliyorken , yargılama sürecinde, bu bilimin olanaklarından da yararlanmalıdır. Ortaya konacak bulguların , tanığı ve maddi delili olmayan bu ve benzeri olaylarda “bilimsel bir delil” olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Eğer tartışılan karara ilişkin dosyada böyle bir delil olsaydı, mahkemenin verdiği karara aynı eleştiriyi getirir miydiniz.

Saygılar.

Merhaba.