Mesajı Okuyun
Old 28-01-2003, 17:30   #30
Admin

 
Varsayılan

Her toplumun bir değerler hiyerarşisi vardır. Kabul edelim, bizim toplumuzda bu sıralamada "adalet" listenin üst sıralarını zorlayamaz. Hemen her Türk'ün "adil değil" cümlesinin sonuna ekleyeceğimiz bir "AMA"sı vardır. Kimi için bu milliyet duygularıdır, kimi için dini inançlarıdır, kimi için maddi ya da değil kişisel menfaattir. Daha masumane motivasyonu olanlar için bu "vefa" veya "dostluk" hisleri olabilir. Ama sebep ne olursa olsun, değerler skalasında "Adalet"i en üste koyacak ve "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!" sözünün altına imza atacak kişi bu toplumda (varsa da) az sayıdadır. Bu toplumun parçası olduklarına göre hukukçular, hakimler, savcılar, avukatlar için de bu durum geçerlidir.

Toplumun değerler hiyerarşisi değişmeden Hakimlerin toplumla ve bu bağlamda avukatlarla da ilişkileri değişemez, değişirse toplum buna tepki gösterir. Gelin örnek üzerinden gidelim (AYNEN YAŞANMIŞTIR): Ağır Ceza Mahkemesinde müdahil vekilisiniz, sanık bir avukat, ilk duruşma sırası sizin ve duruşma daha başlamadı. Siz koridorda duruşmanın başlamasını beklerken sanık geliyor, doğrudan mahkeme başkanının odasına giriyor. Bir süre sonra odaya çaylar geliyor. Duruşma saati geliyor 15 dakika da geçiyor ancak çaylar bitmemiş olacak ki, duruşmalar başlamıyor. Birden salondan adınız okunuyor, "hayret sanık daha odadan çıkmadı" diye düşünürken salona bir giriyorsunuz ki Mahkeme yerini almış sanık da hakimlerin salona girdiği özel kapıdan salona girmiş ve yerine oturmuş. O celse sanık hakkında mahkemenin önceden verdiği beraat kararının yargıtay'da oybirliği ile bozulması karşısında, Mahkeme 1'e karşı 2 oyla DİRENME kararı veriyor ve direnme diyenlerden biri de Mahkeme başkanı.

Bu ülkede böyle olaylar karşısında "iyiniyetli" düşünmek için hiçbir sebebimiz yok ama hadi gelin Polyanna'cılık oynayalım: Mahkeme Başkanı ile sanık avukat arasındaki ilişki her ne olursa olsun, diyelim ki başkan son derece adil ve bu olayda da sanıkla ilişkisini hiç dikkate almadan kararını vermiş olsun. Bu faraziye tamamen doğru olsa bile, bu olay "yakışık alan" bir olay mıdır? Bu faraziye doğru olsa ve siz bunu bilseniz bile, bu durumu izleyen müvekkilinize bunu anlatabilir misiniz? Yolsuzluğun diz boyu olduğu, yargı da dahil her sektöre sirayet ettiği, insanların adalete güvenmediği, her işin parayla, hatırla, çevre ile görüldüğü bir toplumda Amerikan filmlerindeki hakimlerde tanık olduğumuz bu "çağdaş" görünümü bir vatandaşa izah edebilir misiniz? Ben bu yeteneğe sahip değilim sanırım..

Ayrıca herşeye rağmen bu tezime katılmıyorsanız, Hakimlerin yakın akrabalarının davalarındaki çekilme ve ret müessesesine de karşı çıkmanız gerektiğini düşünüyorum. Eğer hakimlerimizin tamamı ya da tamamına yakını en yakın arkadaşının taraf olduğu davada bile "adil" kalma yeteneneğine sahipse, kardeşinin ya da babasının davasına da girmesinde bence hiçbir sakınca olamaz. Eminim bu yetenekteki bir insan, bu davada da adil karar vermeyi becerecektir. Ancak görüyorum ki şu ana kadar bu maddenin "gereksizliğine" işaret eden hiçbir katılımcımız yok..

Bırakın hakimlerle avukatlar ya da toplum arasında bir "mesafe" kalsın. En azından toplumumuzdaki değerler hiyerarşisi değişmeden bu mesafeyi yok etmek için çabalamayalım. Toplumda sadece hakimler değil, toplumu oluşturan fertlerin geneli de "ne olacak ki en yakın arkadaşıysa, o bir HAKİM, adaleti zedeleyecek değil ya!" diye düşünmeye başlamadan önce yani adaleti herşeyin üstünde görmeye başlamadan önce Hakimlerin toplumdaki imajını zedeleyecek dolayısıyla adalet mekanizmasına zarar verecek "mesafelere" dokunmayalım..

Saygılarımla,

Not: Anlaşıldığını umuyorum: Mesajımdaki ana fikir hakimlerin toplumla olan kişisel ilişkisindeki mesafedir. Mesleki ilişkiler, mesleki ya da kişisel ilişkileri saygınlığı ve kalitesi vs. konular kastedilmemiştir..