Mesajı Okuyun
Old 09-04-2004, 01:57   #24
Gemici

 
Varsayılan

Doğum

...............................................
...............................................

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doyamadan

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadoluda
mavi gözlü, kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler daha doğar doğmaz,
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden

................................
................................
Nazım Hikmet

Şair burada günümüzde üzerinde en fazla durulan bazı adalet türlerini konu edinmiş;
Birincisi: özellikle kürreselleşmenin ve günümüzdeki çatışmaların ön plana çıkardığı “uluslararası adalet”, ikincisi: “politik veya cezai adalet” ve üçüncüsü: “sosyal adalet”.

Her üç örnektede bir haksızlık, bir adaletsizlik söz konusu dersem kimse karşı çıkmaz zannederim.

Konumuz açısından burada sormamız gereken soru şu: bu haksızlığın kurbanı olan kimseler, özellikle çocuklar ne yaptılarki böyle bir haksızlığa uğratılıyorlar? Tek suçları yalnış bir ülkede ve yalnış bir zamanda doğmuş olma şanssızlığımı? İkinci soruya cevabımız evet olursa, adaletle şans arasındaki bağlantıyı kurmuş oluruz.

Adalet ve şans konusunu incelediğimizde, sadece mahkemelerin verdiği kararları göz önünde bulundurursak, olayın sadece bir yönünü incelemiş oluruz. Mahkemelerin burada yaptıkları sadece “hakkaniyet” prensibinin, denkleştirici(tevzini) adaletin gerçekleştirilmesidir. “

Adalet mülkün temelidir”- Justitia est fundametum regnorum; el adlü esasül mülk(mülk: ülke, memleket) vecizesindeki adalet kavramı hakkaniyet prensibinden daha geniştir.

Adalet kavramı antik felsefenin uğraştığı en önemli konulardan birisidir. Antik felsefe adaleti bir “meziyet” yani insanların bir karakter ve seçenek özelliği olarak görür.

İlk olarak Aristoteles tarafından yapılan adalet sınıflandırılması günümüzdede halen geçerlidir. Buna göre adalet üçe ayrılır:

a) kanunlara ve kaidelere uyma adaleti, adalet kavramının en geniş kapsamlı şeklini belirler,
b) denkleştirici(tevzini) adalet: normal olarak kabul edilen bir düzen bozulduğunda, bu düzeni yeniden kurma, denkleştirme adaletidir. Bunun kapsamına ilk sırada: kişilerin kendi özerk iradelerine dayanarak yaptıkları hukuki işlemler, değiş tokuş, alım satım, gibi konular girer. Burada söz konusu olan mülkiyet ilişkilerinin korunması adaletidir. İkinci sırada: adam öldürme, hırsızlık, sahtekarlık gibi hukuken cezalandrılması gereken, özerk olmayan ve kişilerin korunan mal ve haklarına verilen zararların denkleştirilmesi, düzeltilmesi girer bu türe.
c) Dağıtıcı(tevzii) adalet: kimin ne alacağını belirten adalet. Adaletin dağıtılmasının hangi kurallara göre olacağı sorusunu Aristoteles “hakkaniyet” kurallarına göre diye cevaplandırıyor. Buna göre haksızlığa meydan vermemek için kuralların somut durumlara uygun ve zekice tefsir edilmesi gerekir.

Günümüzde adalet konusundaki tartışmalar “eşitlikçi ve eşitlikçi olmayan” diye iki merkezde sürdürülüyor.

Eşitlikçi adaletin en önemli temsilcisi John Rawls. Bu teoriye göre bir toplumda yaşıyan bütün bireyler için aynı hayat şartlarının oluşturulması, aynı şansın tanınması gerekir.
Kritik: Teori neyin eşit olarak dağıtılması gerektiğini belirtmiyor. Mallarmı, özgürlük haklarımı yoksa sosyal fırsat eşitliğimi dağıtılacak? Ayrıca eşitlikçi adalet üç ayrı anlamda anlaşılabilinir: birincisi: dağıtım eşitliği, herkese eşit paylar verilir, ikincisi: yöntem eşitliği, spor müsabakalarında olduğu gibi herkese eşit haklar tanımak, üçüncüsü: herkes eşit paylara sahip oluncaya kadar malları bölüştürmek(örneğin: garsonların aldıkları bahşişleri akşamları denkleştirmeleri)

Eşitlikçi olmayanlara göre eşitliğin sağlanması ne adaletin ölçüsü nede gerekçesi olabilir. Bir toplumun bütün fertleri bir diktatörun baskısı altında ise, baskıdaki bu eşitlik bir anlam ifade etmez, adalet değildir. Eşit olmamak sosyal problemlerin basit bir tarifidir. Önemli olan sömürü, ayrılıkçılık, güçsüzlük, kültür emperyalizmi ve şiddettir.

Günümüzün politik felsefesi adalet kavramına merkezi bir yer ayırmış durumda. Bu gelişim son otuz kırk yılın ürünü. Önceleri özgürlük, eşitlik. ahlak,halkın hakimiyeti gibi konular ön plandaydı.

“Adaleti eğmeye çalışırsanız kırılır” Atasözü

saygılarımla