Mesajı Okuyun
Old 09-06-2012, 11:15   #5
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avyıldız
Değerli meslektaşlarım, iş kazası nedeniyle alacak davamızda, her iki tarafta duruşmada hazır olduğu halde, yerel mahkeme HMK 321 ve iş mahkemeleri kanunun 8. maddesi gereğince temyiz süresinin TEBLİĞDEN itibaren başlamasına karar verdi. Bizde bu karara göre tebliğden itibaren temyiz ettik. Yargıtayın kararı halen tarafımıza ulaşmadı ama yargıtayın sitesinde temyiz talebimizin reddedildiği yazıyor. Sanırım yargıtay 21. Hukuk dairesi temyiz talebimizi süreden reddeti. Ne yapabilirim. Yerel mahkemenin bu kararına rağmen yargıtay böyle bir karar verebilir mi. Yardımcı olan arkadaşlara şimdiden teşekkür ederim.



Yargıtay'ın temyiz isteminin süre yönünden red kararının hatalı olduğunu düşünüyorum. Zira, tefhim edilen karar, asıl karar olup, bu kararda hangi hususların yer alacağı kanunda gösterilmiştir. Kanunda gösterilen unsurları taşımayan bir tefhim, temyiz süresini başlatmayacağına göre, tefhimde yanlış gösterilen temyiz süresinin de bu süreci başlatamayacağını, daha doğru bir ifade ile, hatalı olarak gösterilen süreyi (sadece o olaya özgü olarak) geçerli kılacağını düşünüyorum.

Temyiz hakkının/süresinin hâkimin verdiği için değil de kanundan kaynaklanmakta olması da kanaatime göre neticeye etkili olmasa gerektir. Zira, kısa kararda bulunması gereken diğer tüm hususlar (HMK md 297, HUMK md 388'de belirtilmiş bulunan, yargılama giderleri, harçlar, vekalet ücreti, davanın neticesi, temyiz veya itiraz merci ve bunun süresi...) da kanundan kaynaklanmakta olup, kısa kararda bu hususların gösterilmeyip gerekçeli kararda gösterilmiş olması bozma sebebidir. Bu nedenle karardaki tüm unsurlar kanundan kaynaklandığından, salt temyiz süresinin kanunda gösterilmiş olmasının yukarıdaki neticeyi değiştireceği yönündeki diğer meslektaşlarımın görüşlerine saygı duymakla birlikte katılamadığımı da ifade etmek isterim.

Çünkü; bir çok kanunda itiraz süresi, başvuru süresi, temyiz süresi vb gibi hemen hemen tüm süreler ve bunların merciileri açıkça gösterilmiş veya ilgili mevzuatlara atıfta bulunularak açık olmayarak gösterilmiş olsa bile, Anayasa'nın 40/2 maddesi uyarınca, Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Yani bu sürelerin ilgili mevzuatlarında gösterilmiş olmaları, bu sürelerin tatbiki için yeterli değildir. Bu sürelerin, sözkonusu işlemlerde ilgili bireylere tebliği gerekmektedir. Devletin bir organı olan yargı organının, mahkemelerin verdiği, “Türk Milleti Adına” verdiği kararların da ister kısa karar olsun, ister gerekçeli karar olsun, Anayasa’nın 40/2 maddesinde belirtilen bir “işlem” olması sebebiyle bu işleme karşı kanun yolu süresinin gösterilmesi, doğru olarak gösterilmesi Anayasal zorunluluktur. Bu zorundalığa aykırılığın yani sürenin sözkonusu işlemde gösterilmemesinin neticesi, sözkonusu sürenin başlamamasıdır. Yanlış gösterilmiş olmasının neticesinin ise, yanlış gösterilen sürelerin, salt o işleme yönelik olarak, geçerli olduğu kanaatindeyim.

Bu konudaki yasal düzenlemelere (hukuk yargılaması bakımından) göz atmak gerekirse:

1982 Anayasası madde 40/2: Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Anayasanın 40. maddesine eklenen 2. fıkranın gerekçesi: “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.”

1086 s. HUMK md 388: Karar aşağıdaki hususları kapsar;
1. Kararı veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve tutanak kâtibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,
2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep,

4. Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi,
5. Kararın verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve tutanak kâtibinin imzaları,
Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

6100 s. H.M.K. md. 297 : (1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

Konu ile ilgili içtihatlara bakmak gerekirse;

Yargıtay 9. H.D. 2012/5869 E. 2012/4685 K. 20.02.2012 Tarih : “…Mahkemece yargılama sonunda hükmün esasını oluşturan, 30.12.2011 tarihli kısa karar <Raporda belirtilen tutar üzerinden davanın kabulüne, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına> şeklinde tefhim edilmiştir.
Basit yargılamada tefhim edilecek hüküm HMK.'un 297/2. maddesindeki unsurları taşımakla birlikte HMK.'un 321. maddesi uyarınca gerekçeli olmak zorundadır. Ancak Mahkemelerin iş yoğunluğu ve buna bağlı olarak duruşma dosyalarının çokluğu nedeni ile gerekçenin duruşmada yazdırılamaması halinde gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.
Bu yasal şekil yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir (Hukuk Genel Kurulu 2007/14-778 E, 2007/611 K, Dairemizin 01.04.2008 gün ve 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamı).
Halen yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı kanun yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
Taraflar hükmün tefhiminin HMK. nun 297/2. maddesinde sayılan unsurları taşımaması halinde hak ve borçlarını bilemeyeceklerinden temyiz süresini kaçırmamak, hak kaybına uğramamak için kararı gereksiz yere temyiz etmek zorunda kaldıkları bir gerçektir.
Bu nedenlerle hükmün tefhimi sırasında HMK.nun 297/2. maddesinde belirtildiği üzere taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
HMK.'un 298/2 (HUMK. nun 382) maddesi gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun olması, tefhim edilen kısa karara aykırı olmaması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararma güven sarsılmış olacaktır. Asıl olan tefhim edilen kısa karardır. Gerekçeli kararın kısa karara uygun olmaması, çelişki yaratır ve gerekçeli kararın yok hükmünde olduğu anlamına gelir. Belirtmek gerekir ki, kısa karar ile gerekçeli karar çelişkisi, Yargıtay İçtihadı Büyük Genel Kurulu'nun 10.4.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Kararı gereğince bozma nedenidir…”

Yargıtay 16. H.D. 2008/3689 E. 2008/3589 K. 20.05.2008 Tarih : “Ödeme şartını ihlal etmek eyleminden borçlu N.D.'nun 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 340. maddesi uyarınca 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair, Biga İcra Mahkemesinin 07.11.2007 tarihli ve 2007/1690-2012 sayılı kararına vaki itirazın süre yönünden reddine ilişkin, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 18.01.2008 tarihli ve 2008/41 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Tebliğname ile;
Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 29.06.2006 tarihli ve 2006/4216-2876 sayılı ilamı ile Yargıtay 10.Ceza Dairesinin 19.11.2007 tarihli ve 2007/1196-13395 sayılı ilamında da belirtildiği üzere, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 40/2.maddesinde <Devlet işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerine belirtmek zorundadır.>
Hükmünün düzenlendiği, maddenin gerekçesinde açıklandığı gibi, bireylerin yargı ya da yönetsel kurumlar önünde etkin bir biçimde haklarını arayabilmelerine olanak tanıması ve kolaylık sağlanmasının amaçlandığı, son derece karmaşık ve dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi ile hak arama, hak ve özgürlüklerin korunmasının amaçlandığı, bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK 'nun 231/2.maddesinde <Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir> hükmüne yer verildiği, bu bağlamda yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan etkileyebileceğinden belirtilen eksiklik giderilmeden kanunlarda öngörülen başvuru süresinin işlemeye başlamayacağının kabulünde zorunluluk bulunduğu cihetle,
İtiraza tabi kararların hüküm fıkrasında kanun yolu, mercii ve süresi hiç gösterilmemiş veya hatalı gösterilmiş ve bu kararlara karşı kanun yoluna müracaat edilmemiş olunan hallerde ise itiraz süresinin işlemeye başlamayacağı, ilgililere kanun yolunu, süresini ve merciini gösterecek şekilde yeniden tebliğ işleminin yapılması ve itiraz etme hakkının bundan sonra başlayacağının gözetilmesi gerektiği, somut olayda icra mahkemesince kısa kararın sanığın yüzüne karşı verildiği ve kararın tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde Ç. Ağır Ceza Mahkemesine başvurabileceği hususunun bildirilmiş olduğunun anlaşılması karşısında, itiraza ilişkin yedi günlük sürenin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacağı ve sanığın da süresi içerisinde itiraz etmiş olmasına nazaran, itiraz konusu hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde süre yönünden reddine karar verilmesinde isabet görülmemekle kararın 5271 sayılı CMK 'nun 309.maddesi uyarınca bozulması lüzumu, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 05.03.2008 gün ve 13850 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay C. Başsavcılığının 04.04.2008 gün ve K.Y.B.2008/65779 sayılı tebliğnamesiyle istenilmiş olmakla, gereği görüşüldü:
Mahkemece 07.11.2007 tarihli celsede sanığın yüzüne karşı verilip tefhimle geçerlilik kazanan ve hükmün esasını oluşturan kısa kararda, karara karşı yasa yolu belirlenirken kararın tebliğinden itibaren yedi günlük sürenin başlayacağının bildirilmiş olması karşısında, itiraz süresinin bu olaya özgü olarak kararın tebliğinden itibaren hesaplanması gerekecektir…”

Yargıtay 7. C.D. 2011/6883 E. 2011/7982 K. 15.06.2011 tarihli ilamında, “Temyiz süresinin başlangıcı olarak <tebliğ veya tefhim tarihinden itibaren 7 gün içinde> ibaresinin hak kaybına, tereddüde, yanılgıya, haksızlığa yol açacak nitelikte olduğu, tefhimin usulüne uygun olmadığı” gerekçesiyle, (normal) süresinden sonra yapılan temyiz başvurusunun süresinde yapılmış sayılmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 6. C.D. 2011/9986 E. 2011/25939 K. 07.07.2011 Tarihli ilamında da “kararda hükme karşı başvurulacak kanun yolunun başvuru süresi ile sürenin başlangıç tarihi, başvuru şeklinin gösterilmediğinin izlenmesi karşısında; sanıkların temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek” temyiz incelemesi yapılmıştır.

Danıştay 10. D. 2009/5891 E. 2009/7313 K. 01.07.2009 tarihli ilamıyla “idarelerin veya yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramasını önlemek amacıyla, dava açma sürelerinin Anayasa'nın 40. madde hükmü dikkate alınarak hesaplanması gerektiği” belirtilmiştir.

Danıştay 4. D. 2008/8544 E. 2009/817 K. 19.02.2009 Tarihli ilamında “…Söz konusu düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal bir hak olan <hak arama hürriyetlerini> son derece dağınık mevzuat nedeniyle sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin bir Anayasal zorunluluk olduğu ve bu zorunluluğa Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi'nin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında; <Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullardandır. Statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak hukuki güvenlik sağlanır. Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk güvenliği sağlanır.> şeklindeki yorumla somutlaşan <hukuk devleti> ve <belirlilik> ilkelerinin de bir gereğidir…” denilmiştir.

Danıştay 9. D. 2008/559 E. 2010/5801 K. 03.11.2010 Tarihli ilamında “…Söz konusu düzenleme ve anılan gerekçenin birlikte değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal bir hak olan <hak arama hürriyetlerini> son derece dağınık mevzuat nedeniyle sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin kurumları vasıtasıyla tesis edilen işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin bir Anayasal zorunluluk olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Kanun koyucu tarafından getirilen bu düzenleme, salt şekle ve usule ilişkin bir düzenleme olmayıp bireylerin hak arama hürriyetlerini en iyi şekilde kullanmalarını tesis etmek amacıyla bir anlamda Devlet kurumları tarafından bireylere yol gösterilmesi konusunda getirilen bir zorunluluk olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin esas uygulama alanı, idare organları tarafından tesis edilen bir işlemin muhatabı olan bireylerin bu işleme karşı gerek başvuru yeri gerekse başvuru süresi konusunda getirilmiş olan düzenlemelere aykırı hareket ederek hak arama hürriyetini kullanmaya çalışmaları sırasında meydana gelen hak kayıplarının önüne geçmektir…” denilmektedir.

Askeri Y.D.K. 2007/95 E. 2007/100 K. 27.09.2007 Tarih : “…İnceleme konusu olayda, 11.9.2006 tarihinde yapılan duruşmada, verilen hükmün alenen tefhim edilmesinin ardından, sanığa, <kanun yol ve süresinin> anlatılmış olduğunun duruşma tutanağına geçirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, tefhim sırasında, sanığa, bu tarihte yürürlükte bulunan Anayasanın 40/2'nci maddesinde yer aldığı şekilde, <kanun yoluna başvurulacak merciinin> de bildirilmiş olması gerekmektedir. Ayrıca, tefhim tarihinde yürürlükte bulunan 353 sayılı ASMKYUK'nın 174/son maddesindeki <hükmün tefhiminden sonra duruşmayı yöneten askeri hakim hazır bulunan sanığa, varsa kanun yollarını ve usullerini anlatır. ...> hükmü gereğince, hazır bulunan sanığa, kanun yol ve süresinin yanı sıra temyiz merciinin de açıklanması gerekirken duruşma tutanağında bu konuya yer verilmediği görülmektedir. Bu durumda, sanığa, 11.9.2006 tarihli duruşmada, Anayasanın 40/2 ve 353 sayılı ASMKYUK'nın 174/son maddeleri hükümlerine uygun bir tefhim işlemi yapılmadığı gibi, daha sonra yazılıp sanığa tebliğ edilen gerekçeli hükümde ve tebligat evrakında da Anayasa ve kanun hükümlerine uygun bir şekilde, kanun yolu ve süresinin yanında temyiz mercii konusunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olması nedeniyle, usulüne uygun bir tefhim ve tebligattan söz edilemeyeceğinden, gerekçeli hükmün sanığa tebliğ edildiği 9.10.2006 tarihinde yapılan temyiz başvurusunun süresinde olduğunun kabulü gerekmektedir…”