Mesajı Okuyun
Old 10-06-2007, 19:57   #3
Av.Şule ÜNLÜ

 
Varsayılan

HD 06 Esas : 2004/002574 Karar: 2004/002706 Tarih: 13.04.2004

* ÖNALIM DAVASI
* BEDEL TESBİTİ


Yargıtay´ın yerleşen içtihatlarına göre satım tarihi ile dava tarihi arasında uzunca bir süre geçmişse payın dava tarihindeki değeri belirlenerek o miktarın şufa bedeli olarak kabul edilmesi icabeder. Bu süre dosya özelliği iktisadi hayattaki değişiklik dikkate alınarak belirlenir.

(4721 s. MK. m. 688, 732)

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, önalım hakkı sebebiyle payın iptali ile davacı adına tescile ilişkindir. Mahkemece istem gibi karar verilmiş, ve hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Önalım davalarında bedel, davalı ile satıcı paydaş arasında yapılan satım sebebiyle davalı tarafından ödenen satım bedeli ile tapu harç ve masrafı toplamından ibarettir. Yargıtay´ın yerleşen içtihatlarına göre satım tarihi ile dava tarihi arasında uzunca bir süre geçmişse payın dava tarihindeki değeri belirlenerek o miktarın şufa bedeli olarak kabul edilmesi icabeder. Bu süre dosya özelliği iktisadi hayattaki değişiklik dikkate alınarak belirlenir.

Dava konusu edilen pay 27.7.2000 tarihinde davalıya 9.000.000.000.-TL bedelle satılmış, dava ise 6.7.2001 tarihinde ikame edilmiştir. Bu iki tarih arasındaki zaman farkı gözönünde tutularak payın dava tarihindeki değeri belirlenerek fark olduğu takdirde onun da depo ettirilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, bundan zühul olunması doğru olmadığı gibi bedeldeki muvazaa iddiası ispat edilmediğinden arasındaki fark üzerinden davalı yararına vekalet ücreti takdir edilmemiş olması da hatalı görülmüştür.

Hüküm bu nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 13.04.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HD 06 Esas : 2001/009712 Karar: 2002/001375 Tarih: 05.03.2002

* ŞUF´A DAVASI
* ŞUF´ALI PAYIN SATIŞI
* FİİLİ TAKSİM


Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazla ilgili olarak tanıkların soyut bir şekilde her paydaşın yerinin belli olduğunu belirtmeleri fiili taksimin yapıldığını göstermez. Ayrıca paydaşın hissesini satışından önce o yerde hak iddia etmeyip, satıştan sonra şufa hakkının kullanılması objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz.

(743 s. MK. m. 2, 658, 659) (4721 s. MK. m. 2, 732)

(YİBK. E : 1949/17, K : 1951/1, 14.02.1951)

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan şufa davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davacı tarafından süresi içinde istenilmekle dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava şufalı payın iptal ve tescil istemine ilişkindir. Mahkeme davayı reddetmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması MK.2. maddesinde yer alan objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün ve 17/1 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsii bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Davacı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazda paydaş olduğunu, paydaşlardan Aziz´in 1/8 payını 18.9.1998 tarihinde davalıya tapuda 10.000.000.000.-TL bedelle sattığını, bedelde muvazaa yapıldığını, gerçek satış bedelinin 2.500.000.000.-TL olduğunu, şufalı payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazın paydaşları arasında taksim edildiğini, bedelde muvazaa yapılmadığını, davanın reddini savunmuştur. Mahkeme fiili taksim savunmasına itibar ederek davan m reddine karar vermiştir.

Dava konusu 68 parsel sayılı taşınmaz 46.900 m2 olup, 7 paydaş arasında paylı bulunmaktadır. Davalının fiili taksim savunması doğrultusunda yapılan keşiflerde düzenlenen bilirkişi raporlarından dinlenen tanık ifadelerinden ve tüm dosya kapsamından paydaşların 46.900 m2´lik taşınmazın muhtelif yerlerine evlerini inşaa ettikleri, kalan bölümün narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmak-sızın bir bütün olarak birlikte kullandıkları anlaşılmaktadır. Davalının bayii Aziz´in 1991 yılında satın aldığı 1/8 hisseyi diğer hissedarlardan ayırarak kullanmaya başlaması ve o şekilde davalıya sattığını açıklaması, tanıkların soyut bir şekilde her paydaşın yerinin belli olduğunu belirtmeleri fiili taksimin yapıldığını göstermez, ileri sürülen bu taksimin ne zaman, kimlerin katılımıyla ne şekilde yapıldığı her bir paydaşın belli ve muayyen bir yeri kullandığı hususları ispatlanmamıştır. Bu durumda taşınmazın taksim edildiği kabul edilemez. Mahkemenin taksimin varlığını kabul ile davayı reddetmesi doğru değildir.

Ancak; tapuda pay 10.000.000.000.-TL bedelle satıldığı halde davacı payın 2.500.000.000.-TL´den devredildiğinden bahisle bedelde muvazaa iddiası ile dava açtığından bu iddiasının aktin tarafı olmadığından her türlü delil ile ispatlanması gerekir. Davacının dinlettiği tanıklar satış bedelinin ne kadar olacağı yönünde tahmini beyanlarda bulundukları gibi yapılan keşiflere belirlenen bedeller dahi davacının iddiasını kanıtlar durumda değildir. Bu durumda şufa bedeli olarak tapudaki satış bedeli dan 10.000.000.000.-TL harç ve masraflar tutarının esas alınması gerekir. Davacıdan bu bedel üzerinden şufa hakkını kullanmak isteyip istemediği sorularak kabul ettiği takdirde bu bedelin depo edilmesi için davacıya münasip süre verilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi icap ettiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle hükmün (BOZULMASINA), davacı yararına takdir edilen 60.000.000.-TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 5.3.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas : 2006/14-692
Karar : 2006/702
Tarih : 08.11.2006

ÖZET : Satış vaadi sözleşmeleri geçerliliği resmi şekil şartına bağlı, iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak meydana getiren sözleşmelerdendir. Mahkemelerin görevi kanunla belirlenir. Görevin belirlenmesinde davanın açıldığı gündeki değer esas alınır. HUMK.'na göre taraflar müddeabihin değerinde uzlaşamazlarsa, değer mahkemece tayin ve takdir olunur. HUMK.nun 2. maddesi Nöşatel Usul Kanunundan alınmıştır. Kaynak kanunda iki taraf kıymette uzlaşmazlarsa deyimi yoktur. Kanunlarımızı yorumlarken kendi metinlerimizi gözönünde tutmakla beraber yorumlarda bunların asıllarına da bakmaktan vazgeçemeyiz. Bu açıklamalara göre iki taraf müddeabihin kıymetinde uzlaşsalar bile mahkemenin re'sen müddeabihin değerini takdir etmesi gerekir. Çünkü görev kuralı kamu düzenine ilişkindir ve hakim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınır. Taraflar görev konusunda anlaşma yapamazlar. Olayımızda her ne kadar satış vaadi sözleşmesi olsa da sözleşmeye dayanılarak elde edilmesi istenen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşme ile elde edilmek istenen nihai talep iptal ve tescildir. Uzun yıllar önceki belirlenen değer açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava gününe göre belirlenmesi gerekmektedir.

(1086 sayılı HUMK. m. 1, 2) (743 sayılı MK. m. 642) (4721 sayılı MK. m. 716) (818 sayılı BK. m. 22, 213)

KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki "gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali, tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 27.07.2005 tarih ve 148-655 s. kararın tetkiki davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesinin 23.01.2006 tarih ve 2005/10552 E. 2006/96 K. s. ilamı ile; (...Dava, taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dava 22.02.2005 gününde Sulh Hukuk Mahkemesinde açılmış, bu mahkemece de davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava dilekçesinde davanın değeri 1.000 YTL olarak gösterilerek 223 ada 5 parsel s. taşınmaz tapusunun 1/2 hissesinin iptali ile davacı adına tescili istenmiştir.

Sözleşmeye konu taşınmazın tamamının davanın açılarak mülkiyetin aktarılması istenen 22.02.2005 gününde 1.000 YTL değerinde olduğunu kabul etmek hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği gibi yapılan keşifle de değerin 46.149,30 YTL olduğu belirlenmiştir. Kaldı ki; sözleşmenin tarafı olan kişiler, kamu düzenine ait olan mahkemenin görevini belirler biçimde sözleşme yapamazlar. Taşınmazın bu son değeri esas alınarak görevsizlik kararı verilmesi yerine salt sözleşmede ve dava dilekçesinde yazılı bedele bakılarak harç kaybına da neden olacak biçimde işin esası yönünde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Bu tür davalara uygulamada ferağa icbar davaları da denilmektedir.

Kaynağını Borçlar Yasasının 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Yasasının 213. maddesi ile Medeni Yasanın 706 ve Noterlik Yasasının 89. maddeleri hükümleri uyarınca noter önünde resen düzenlenmesi gereken sözleşmedir. Bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve iki tarafa borç yükleyen, kişisel hak meydana getiren sözleşmelerdendir.

Vaad alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet geçirim borcu yüklenen satıcıdan, edimini yerine getirmediğinde dava gününde yürürlükte bulunan Türk Medeni Yasasının 716. maddesi (743 s. Türk Yasası Medenisinin 642. md.) uyarınca açılacak tapu iptali ve tescil davası ile edimin hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.

Satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davalarının kabulü için öncelikle aranacak unsurlardan birisi, sözleşmenin ifa olanağının bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır. Ancak, Yüksek Özel Daire görev yönünü öncelikle incelediğinden, sair yönler inceleme konusu yapılamamıştır. Bu sebeple sözleşmenin geçerlilik şartları irdelenmemiştir.

Bilindiği üzere; mahkemelerin görevi kanunla belirlenir (Anayasa 142.md.; HUMK. md.1/1) HUMK. m. 1/2; "Görev dava edilen şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere aşağıdaki maddeler hükümleri uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz" hükmünü amirdir.

HUMK.nun 1/2 maddesi; kaideyi koymuş ve görevin belirlenmesinde davanın açıldığı gündeki değerin esas alınması gerektiğini vurgulamıştır.

HUMK.nun 1. maddesi 26.02.1985 tarih ve 3156 s. Yasa ile değiştirilerek, yukarda açıklanan şeklini almıştır.

HUMK.na göre; müddeabihi paradan başka bir şey olan davalarda iki taraf müddeabihin değerinde uzlaşmazlarsa, müddeabihin davanın açıldığı gündeki değeri mahkemece tayin ve takdir olunur. (m.2/2)

Doktrinde bir kısım yazarlar bu hükümden hareketle iki tarafın müddeabihin değerinde uzlaşmaları halinde mahkemenin görevinin bu uzlaşılan değere göre belirleneceği mahkemenin bu değere bağlı olduğu, resen kıymet takdirine başvuramayacağı, mahkemenin müddeabihin değerinin tarafların uzlaştıkları değerden farklı olduğunu tesbit etse bile buna dayanarak görevsizlik kararı veremeyeceği düşüncesindedirler.

HUMK.nun 2. maddesi, Nöşatel Usul Yasasının ikinci maddesinden alınmıştır, 1. ve 3. fıkralar Nöşatel Kanunundaki ile aynıdır. Nöşatel Usul Yasasının 2. maddesinin 2. fıkrası ise şöyledir;

"Müddeabih paradan başka bir şey veya hak ise davanın açıldığı mahkeme, sözlü ve basit duruşmadan (duruşmaya tarafları dinlendikten) sonra müddeabihin değerini takdir eder."

Görüldüğü gibi; Nöşatel Usul Kanununda bizdeki "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarsa" deyimi yoktur. Nöşatel Usul Kanununa göre; Görev kuralları kamu düzenine ait olup, taraflar anlaşma ile bunları değiştiremezler.

Bundan da anlaşıldığı gibi, yasası tercüme edenler, Nöşatel Kanunundaki "apres debat" deyimini, HUMK.nun m.2/11'ye "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarsa" biçiminde tercüme etmişler ve fıkra bu biçimde kanunlaşmıştır.

Bu nedenle, md.2/11 hükmünün, Nöşatel kanunundaki gibi anlaşılması gerekir. (Prof.Dr.Baki Kuru, HUMK., 6. baskı, 2001. c.3, sayılı 168 vd.) Çünkü, "Kanunlarımızı yorumlarken kendi metinlerimizi gözönünde tutmakla beraber yorumlarda... bunların asıllarına da bakmaktan vazgeçemeyiz." (28.11.1945 tarih ve 1945/13 Esas, 15 Karar s. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı; 20.09.1950 tarih ve 1950/4 Esas, 10 Karar s. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı)

Bu açıklamaya göre iki taraf müddeabihin kıymetinde uzlaşsalar bile mahkemenin res'en müddeabihin değerini takdir etmesi ve görevli olup olmadığını kendi takdir ettiği değere göre karara bağlaması gerekir. Çünkü, görev kuralı kamu düzenine ilişkindir ve bu sebeple hakim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınır. Taraflar görev konusunda anlaşma yapamazlar.

Olayımızda; satış vaadi sözleşmesi yapılmıştır, isminden de anlaşılacağı gibi ortada bir sözleşme vardır ve iki taraflı sözleşmedir, iki tarafa da hak ve vecibeler yüklenmektedir. Bu sözleşmede taraflar taşınmazın değerini de belirlemişlerdir. Sözleşmeye müdahale edilmemesi genel kuraldır. Zaten yıllarca tarafların tesbit ettikleri bu değere mahkemelerce müdahalede bulunulmamıştır. Mahkemelerin görevleri tesbit edilen bu değere göre belirlenmiştir. Yargıtay Özel Daireleri ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da içtihatlarını bu yolda geliştirmişlerdir.

Ancak; Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zaman aşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazın satışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır.

Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava gününe göre belirlenmesi gerekmektedir.

Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tesbit ettirecektir. Tesbit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu halde sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Yasasının 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.

Benzer hukuki durumlardan olan, şufa ve tenkis davalarında, yıllar önce ilgili Özel Daireler içtihatlarını değiştirerek taşınmazların değerlerinin yeniden belirlenmesini içtihat etmişler. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu değişime haklı olarak onay vermiştir.

Özel Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yukarda açıklanan nedenlerle; Eski kararlarından dönerek, yeni oluşuma göre kararını değiştirme gereğini duymuşlardır.

Somut olayda; satış vaadi sözleşmesi 18.03.2004 gününde yapılmış, dava ise 22.02.2005 gününde açılmış, sözleşmeye konu taşınmazların değeri 1.000 YTL. olarak gösterilmiş, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre; davaya konu taşınmazın dava tarihi itibari ile rayiç değerinin 46.149.300.000 TL olduğu saptanmıştır.

Yukarıdan beri izah edilen sebeplerle ve Özel Dairenin bozma gerekçesinde açıkladığı hususlar da nazara alınarak bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu sebeplerle direnme kararı bozulmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2006 tarih ve 2006/14-91-115 s. ilamı, 12.04.2006 tarih ve 2006/14-95-158 s. ilamı ve 31.05.2006 tarih ve 2006/14-330-332 s. ilamında da aynı ilkeler benimsenmiş ve Yargıtay'ın görüşünün bu yönde olduğu iyice pekiştirilmiştir.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 08.11.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.