Mesajı Okuyun
Old 23-06-2019, 14:47   #36
Av.Yasin Dedeli

 
Varsayılan

Aşağıdaki Yargıtay Kararı'nın zamanaşımı konusunda yol gösterici olabileceğini düşünüyorum.

1. Hukuk Dairesi 2015/16087 E. , 2016/6654 K.

"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL OLMADIĞI TAKDİRDE BEDELİNİN TAZMİNİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde bedelinin tazmini davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili ile bir kısım davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 31.05.2016 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar ... vd. vekili Avukat Burcu Sırataş, davalılar ... vd. vekili Avukat Songül Uslu, davalı ... vekili Avukat ..., davacı ...vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı ... vekili Avukat ..., davalı ... vekili Avukat .... geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalılar ... vd.vekili Avukat, davalı ..., davalı ..., davalı ..., temyiz edilen davalı ... gelmediler yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan babaannesi ...'nın eşinden intikal eden 82 adet taşınmazdaki paylarını vekili aracılığı ile oğulları olan davalılar .... ile diğer davalıların mirasbırakanları olan .....'e satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve miras payı oranında tescile, mümkün olmadığı takdirde payına karşılık fazlaya ilişkin hakları saklı kalarak şimdilik 10.000.-TL'nin davalılardan payları oranında faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında tapu iptali ve tescil isteğinden feragat ettiğini, tazminat yönünden davasını sürdürdüğünü bildirmiştir.
Bir kısım davalılar, iddiaların doğru olmadığını, davanın zamanaşımına uğradığını, 35 yıl sonra dava açılmasının dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu, kaldı ki 35 yıl önce yapılan temliklerin belgelerinin saklanmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını, murisin tüm malvarlığını vasiyetname yolu ile vakfa bıraktığını, davacının vasiyetnamenin iptali için açtığı davasının reddedilip kesinleştiğini, bu nedenle taraf sıfatının bulunmadığını, davacının aynı iddialarla birden çok dava açtığını, bir kısmının takipsiz bırakıldığını, bir kısmının reddedildiğini, öte yandan Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 712. ve 713. maddesindeki şartlarının da oluştuğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, tapu iptali ve tescil davasının feragat sebebi ile reddine, terditli açılan alacak davasının davalılar .. yönünden zamanaşımının geçmiş olması sebebi ile reddine, diğer davalılar bakımından ise, çekişmeye konu taşınmazın mirasbırakan tarafından temliklerin muvazaalı olup taşınmazların daha sonra üçüncü kişilere devredildiği gerekçesi ile tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1326 doğumlu olan mirasbırakan .....ı'nın, 12.02.1966 tarihinde ölen eşi ......'dan intikal eden, davaya konu 82 adet taşınmazdan 80 adet taşınmazdaki (davaya konu 389 ada 10 ve 11 nolu parsellerin 13.01.1937 tarihinde kadastroya istinaden ... adına kayıtlı olup, gitti kaydı bulunmadığından) payını vekilleri aracılığı ile 17.01.1975, 03.02.1975 ve 11.02.1975 tarihlerinde oğulları olan ...e satış suretiyle temlik ettiği, onların da paylarını dava dışı kişilere devrettikleri, temliklere konu taşınmazların imar görerek çok sayıda başka parsellere gittiği, muris ....ı'nın 06.06.1988 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak oğulları olan ... ...ı ile kendisinden önce 25.12.1979 tarihinde ölen oğlu İhsan'dan olma torunları olan davacı ile, dava dışı ...'nın kaldıkları, mirasçılardan .... 2004 yılında, ... 09.01.1996 tarihinde, ....'nın 24.06.1998 tarihinde ölümü ile bir kısım davalının mirasçı olarak kaldıkları, öte yandan mirasbırakan .... Noterliğinde düzenlenen 22.04.1974 tarihli ''Vasiyet Suretiyle Mirasçı Nasbı'' ile terekesinin tamamı için. Vakfı'nı mirasçı atadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki: .... 22.04.1974 tarihli vasiyetname ile tüm malvarlığını...... Vakfına bırakmış ise de; söz konusu vasiyetnameden sonra, dava konusu temlikleri gerçekleştirdiği gözetildiğinde, murisin oğullarına devrettiği dava konusu taşınmazlar bakımından vasiyetnamenin hükümsüz hâle geldiği açıktır.
Diğer taraftan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesinde hükmün kapsamının hangi hususları içereceği düzenlenmiş olup, aynı maddenin (c) fıkrasında ''Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerini'' içermesi gerektiği belirtilmiştir. Aynı Yasanın 298/2. maddesinde ise ''Gerekçeli karar, tefhim olunan hüküm sonucuna aykırı olamaz.'' düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan bu düzenleme ile, duruşma tutanağına geçirilen hüküm sonucu ile gerekçe arasında farklılık yaratılamayacağı kuralı kabul edilmiştir.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak gerekçeli kararın hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlerle ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetiminin yapabilmesi için, ortada, usûlüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Mahkeme kararları gerekçesi ve hüküm fıkrası ile bir bütün olup, gerekçe ile hüküm sonucu arasında açık bir çelişkinin bulunmaması asıldır. Kararların farklı ve çelişkili olması mahkemelere olan güven ilkesini zedeler.
Somut olayda; gerekçeli kararda; ''... miras bırakan .....ı'nın ölüm tarihinin 27.06.1988 tarihi olup dava tarihi olan 26.06.2009 arasından 21 yıl geçtikten sonra dava açılmasının TMK.nun 2.maddesine aykırılık teşkil edeceği'' şeklinde gerekçe yazılarak yukarıda açıklanan ilke ve yasa hükümleri gözardı edilmek suretiyle tefhim olunan hükme aykırı gerekçeye yer verilmiştir.
Öte yandan; muris muvazaası iddiasına dayalı davaların, terekeye karşı yapılan haksız fiil niteliğini taşıdığından ve yolsuz tescil niteliğinde olduğundan, herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılabileceği sapma göstermeyen yargısal içtihatlar ve aynı yöndeki öğreti görüşü ile benimsenmiştir. Başka bir anlatımla muvazaalı işlem hiçbir hüküm doğurmaz ve muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da bir zamanın geçmesi ile görünürdeki batıl işlem geçerli hâle gelmez. Tapu iptali yerine muris muvazaası nedeni ile tazminat istenilmesi de sonuca etkili değildir. Muris muvazaasının herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuralının istisnası miras bırakanın kadastro tespitinden önce ölmesi hâlidir. Zira, TMK'nin 599.maddesi hükmü uyarınca ölüm ile mirasçılar tereke üzerinde hak sahibi olurlar. Ölümün kadastro tespitinden önce gerçekleşmesi halinde mirasçılar tarafından açılacak davanın kadastro tespitinin kesinleşmesi tarihinden itibaren 3402 sayılı Yasanın 12/3.maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması zorunludur. Aksi halde, davanın hak düşürücü süre geçtiğinden reddi gerekir.
O hâlde, zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle bir kısım davalı hakkında davanın reddine karar verilmiş olmasının doğru olduğu söylenemez.

Hakkında davanın kabulüne karar verilen davalılarla ilgili temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda değinilen ilkelere uygun araştırma ve inceleme yapıldığı söylenemez.
Özellikle; taraflar tanık deliline dayandıkları halde, tanıkların beyanlarının alınmadığı, mirasbırakanın temlik dışı terekesinin bulunup bulunmadığının, taşınmazları devrettiği çocuklarının alım güçlerinin olup olmadığının araştırılmadığı, taşınmazların gerçek değerleri ile temlik tarihindeki değerleri arasında fark olup olmadığı konusunda teknik bilirkişilerde rapor alınmadığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, tarafların gösterdikleri tüm delillerin eksiksiz toplanması, toplanacak delillerin, toplanan delillerle birlikte değerlendirilerek, mirasbırakanın temliklerdeki gerçek iradesinin, diğer mirasçılardan mal kaçırma olup olmadığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde saptanarak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek sonuca gidilmiş olması doğru değildir.
Kabul tarzı itibariyle de; hükme esas alınan bilirkişi raporunda davaya konu her bir taşınmazda, mirasbırakanın oğullarına temlik ettiği pay oranı ve bu payın değeri ile, davacının miras payına isabet edecek pay değerinin gösterilmemiş olması, diğer bir söyleyişle denetime imkan vermeyecek şekilde düzenlenmiş bilirkişi raporunun hükme esas alınmış olması da isabetsizdir.
Davacı vekili ile bir kısım davalılar vekillerinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.12.2015 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekilleri için 1.350.00.'şer-TL. duruşma vekâlet ücretinin karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.