Mesajı Okuyun
Old 20-02-2007, 18:05   #2
Hekimbaşı

 
Varsayılan Batakçı düzenin mimarisi kime ait, sorgulamak gerekir

Sn.Yılmaz,

Bu başlığı neden açtınız; çünkü bu içler acısı, iki ucu keskin bıçaktır. Neresinden tutsam, elimde kalır. Üstelik, şimdi yazdıklarımı okuyunca birçok insan öfkelenecek, bir kısmı da beni vicdansızlıkla suçlayacak. Ama ben yine de yazacağım, çünkü bunlar asla öyle bir iki örnek vakayla çözülecek işler değil maalesef. Okuyacak olanlara baştan söyleyeyim; ben konuyu sosyal devlet yanlısı, eşitlikçi bir bakış açısıyla; çalışanların hepsinin uzun vadeli çıkarlarını gözetmek için gerekli olan işletme yaklaşımıyla ele alacağım. Ne karar, ne de vaka beni hiç ilgilendirmiyor.

ES, SSK, BK gibi sosyal dayanışma kuruluşları yıllardır var. Bunlar, belli koşullarda belli işleri yerine getirmek üzere kurulmuşlar. Bu arada, SSK da, işçi statüsünde çalışanlar ve yakınlarının çalışılan dönemde ve emeklilikteki sağlık hizmetlerini güvenceye almak için kurulmuş.

Dikkatinizi çekerim; kuruluş amaçları arasında başka kuruluşlara (SSK birimi olmayan yerlerde devlet hastaneleri dışında) sevk ederek hizmetin onlar tarafından verilmesi ve bunun ödenmesi diye birşey yok. Yurtdışına sevk ise konu bile değil. Tek konu, 'gereken her türlü tanı ve tedavi olanaklarının sağlanması'.

Söz konusu davanın ayrıntılarını bilmiyorum, bilmek istediğim de söylenemez. Ben işin içyüzüyle ilgileniyorum.

ES ve SSK' nın kuruluşlarındaki görev ve amaçlarının zorlanıp, genişletilerek; sevkler, yurtdışı tedavilere kapı açılmasını siz neye bağlıyorsunuz? Bu başka ülkelerde var mıdır? Örneğin, bir Alman sigortalısına, TC nde daha iyi olduğu bilinen kalp cerrahisi ameliyatları için, veya daha basit birşey seçelim, sünnet için izin verilmekte midir?

Ben neye bağladığımı söyleyeyim: ensesi kalın birilerinin açtıkları yola.

Bu yol, iyi bir yol olmamıştır; çünkü yardım sandığı niteliğinde kurulmuş; amaçları, görevi ve kapsamı belli kuruluşlar, oradan oraya savrulmuş; bir yandan içerden, bir yandan dışarıdan, gücü yetenin yolacağı bir kaz gibi muamele görmeye başlamışlardır.

Sorarım size, bugün TC nde tedavi edilemeyen hastalık var mıdır? Varsa neden? Cevabı yine ben vereyim: yoktur; olsa bile tek nedeni, yapılmamış olan yatırım veya onun için ayrılmamış ödenektir. O zaman neden yatırım yapmak yerine hastanın yurt dışına sevki kabul edilmektedir? Oradakilerin elinde sihirli bir değnek mi vardır? Yoksa zenginlere özentiye kapı aralamak mı söz konusudur?

Peki; şimdi şu soruyu soralım: bazı vatandaşlar, bu yoksunluğu bahane ederek başka kuruluşlara veya yurt dışına sevki enselerinin kalınlığı sayesinde elde edip, diyetini bu kuruluşlara ödettiğinde; aslında ne olmaktadır?

Yine cevap vereyim: bu kuruluşların masrafları artmakta ve diyetini bu haklardan yararlanmaktan yoksun, ensesi kalın olmayanlar ödemektedir.

Peki, bunun kuruluşun ana felsefesi olan yardımlaşma ile ilişkisi nedir? Cevap hazır: YOKTUR.

O halde; bunun neden böyle olduğunun irdelenmesi gerekir. Suçlu yasama mı, yürütme mi, yargı mı, bu kuruluşların yönetimleri mi, talepte bulunup dava açan vatandaş mı, katılımcılar mı, kuruluş yasası mı; kim? Yargı; şöyle ya da böyle, o ya da bu nedenle, bir karar almıştır. Ancak bu sonuca yol açan yargı değildir. Peki, kimdir?

Bu durumda olduğunun farkında olan tek insan davacı değildir; bundan eminim. O sadece bunu yasal yollarla alma yoluna giden ilk ve tek insan olabilir. Yargı da, bir insan için bu kararı almış ve haklarının teslim edilmesini emretmiştir; ama benzer durumdaki diğer insanlara ne olacaktır? Binlercesi hergün bir yerlerde sürünmekte ve ölmektedir. Avukat parası bile olmaması bir yana; ne o kadar ömrü, ne buna karar verecek bilgisi, ne de cesareti olmayabilir. O zaman yine soralım: adalet sadece onu arayanlar için mi tecelli edecektir? Buna adalet mi denir?

Buradan şu sonuca varırız: yargının, bir karara varmadan önce, durum değerlendirmesi sırasında, sadece yazılı kuralların içerikleri ve hiyerarşisine bakmakla yetinmeyip; gerekçeleri ve ardında yatan felsefiyi irdelemesinde yarar vardır. Olay sadece konu olan vaka bazında değerlendirilerek, bir hak sahibine 11.500 avro çok görülüyor düşüncesiyle hareket edilirse, ipin ucu kaçmaktadır. Kaçan ipin ucunu kimse tutamadığından, bütün katılımcıların hakları zarara uğramaktadır. Bunda yasayı hazırlayan veya değiştirenlerin günahı en büyüğüdür.

Söz konusu hasta sahibinin kim olduğu, maddi gücünün ne olduğu, nasıl ve neden yargıya başvurduğu gibi konuların ayrıntısına inilirse, çok ilginç yerlere varılacağından kuşku duymuyorum. Hatta, SSK daki değişiklikle de ilişkisini araştırmakta yarar var. Öte yandan; 11.500 avro ile de TC nde yapılamayan hiçbir lösemi tedavisi yapılamaz. Bu yarı sembolik rakkam, herhalde alınabileceğin maksimumu olarak dava konusu edilmiştir. Özetle; gücün yeterse, dava et; gücünün yettiği kadarını tahsil et.

Bununla şunu demek istemiyorum: insanlarımız kendilerine ne sunuluyorsa onunla yetinsin, seslerini çıkartmasın. Ama demek istediğim önemli şeyler var:

1. bir düzenlemeyi herkese uygulanabilir biçimde yazılı hale getirmeyip, düzenlemede açık kapılar bırakmak, ondan sadece belli kesimlerin yararlanmasına yol açar; ki bu ayrımcılıktır (bu anayasa mahkemesinin görevi herhalde)

2. yargının, kamu yararına, çok katılımlı bir düzenlemenin kapsamını, onun temel felsefesine uygun olmayan biçimde genişletecek yönde kararlar alırken, dikkatli olması gerekir; aksi taktirde alınan karar, o düzenlemeden yararlanan diğer kişilerin aleyhine tahakkuk edecektir (bu da yargıtayın görevi herhalde)

3. yargıda hakkını aramak zorunda bırakmak, yapısal olarak zaman, para ve çeşitli diğer açılardan insanları birbirinden farklı katmanlara ayırır, ve eşitsizlikle sonuçlanır; bu eşitsizlik, yasalar önünde olmadığı için hukukun ilgi alanına girmese dahi, yasalar önüne çıkmadan önce, yani hak arama aşamasında ortaya çıktığından, çok daha vahim sonuçlara yol açacaktır (bu ise yasamanın gözönüne alması gereken birşey; örneğin devlete karşı suçlarda barodan sağlanan avukatın ücretini ödüyor, ama bu tür davalar için ödemiyor, neden?)

Böylesi uygulamalara cevaz veren bir düzenin ayakta kalması mümkün mü? Elbette değil; ki artık ne ES, ne SSK, ne BK var; birileri hepsini batırdı. Yerine gelenin nasıl bir felaket olduğunu hep birlikte göreceğiz. Umarım yargının sonu onlara benzemez.

Saygılarımla,