Mesajı Okuyun
Old 06-12-2019, 15:02   #2
Av. Musa TAÇYILDIZ

 
Varsayılan

T.C YARGITAY
.Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2014/ 4-213
Karar: 2016 / 70
Karar Tarihi: 22.01.2016

TAZMİNAT DAVASI - DAVANIN HAKSIZ FİİLİN VUKU BULDUĞU YER MAHKEMESİNDE YANİ YETKİLİ MAHKEME DE AÇILMIŞ OLMASI - DAVANIN ESASININ İNCELENMESİ VE SONUCUNA GÖRE KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ - HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Davanın haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde yani yetkili mahkeme de açılmış olması bakımından davanın esasının incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden Yerel Mahkeme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir. Bu nedenle direnme kararı bu değişik nedenlerle bozulmalıdır.
(4721 S. K. m. 23, 24, 25, 48) (818 S. K. m. 49) (6098 S. K. m. 58) (1086 S. K. m. 9, 10, 17, 21, 27) (6100 S. K. m. 9, 10, 16, 19)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesince mahkemenin yetkisizliğine dair verilen 22.12.2011 gün ve 2010/629 E., 2011/641 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.04.2012 gün ve 2012/4965 E. - 2012/7312 K. sayılı ilamı ile;

“...Dava, haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Kişilik haklarına saldırı halinde, davacı kendi yerleşim yerinde de dava açabilir.(TMK m.25/son). Şu durumda, mahkeme yetkili olup; davacı, yasanın kendisine tanıdığı seçim hakkı kullanan durumundadır. Açıklanan nedenle, işin esasının incelenmesi gerekir. Mahkemece, yetersiz ve yanılgılı gerekçeler ile yazılı biçimde yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın tazmini istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkili şirketin taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren önde gelen işletmelerden biri olduğunu, Çorum Şoförler Odası Başkanı olan davalının bölgesel yayın yapan “Çorum TV” adlı televizyon kanalında müvekkilinin “akaryakıt kaçakçılığı” yaptığına ilişkin asılsız iddialarda bulunduğunu, müvekkilinin itibarını zedelediğini belirterek, kişilik haklarına saldırı nitelindeki iddialarından ötürü manevi tazminat talep etmiştir.

Davalı ... vekili, yetkili mahkemenin davalının yerleşim yeri olan Çorum Mahkemeleri olduğunu, ayrıca tazminat şartlarının bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece; davalının yerleşim yerinin Çorum olduğu, basın açıklamasının bölgesel Çorum TV kanalında yayınlandığı, TMK’nin 25/son maddesi gereğince kişilik haklarının korunmasına ilişkin davanın davacının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabileceği ancak davacının adresinin Trabzon olduğu, ayrıca HUMK’nın 17. maddesi gereğince davacı şirketin Mersin şubesinin işleminden kaynaklanan bir dava olmadığı, Çorum Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın tazmini istemine yönelik davanın davacının şubesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılıp açılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Açıklanan uyuşmazlığın çözümünde etken özel ve genel yetki kurallarına yönelik yasal düzenlemeler ile kişilik hakkı kavramına ilişkin açıklamalarda bulunulmasında yarar bulunmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kişi olarak gerçek ve tüzel kişileri kabul etmiştir. Kişilere hak sahibi olabilme ve borç altına girebilme ehliyetini tanıyan hukuk düzeni, aynı zamanda onlara kişiliğini koruma fırsatı da sunmuştur. Koruma altına alınan bu değerlerin kapsamına, kişinin bedensel varlığında temellenen kişisel değerleri (hayat, vücut, bedensel ve ruhsal sağlık gibi) ve toplum içindeki yerine ve etkinliğine ilişkin dış değerleri (şeref, haysiyet, saygınlık, ekonomik hareket serbestliği, ad, onur, gizli ve özel hayat alanı gibi), kısaca kişinin kişi olması dolayısıyla ayrılmaz bir biçimde sahip olduğu bütün değerler dâhildir (ÖZSUNAY Ergun, Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, 4. B., İstanbul 1979, s. 97; SEROZAN Rona, “Kişilik Hakkının Korunmasıyla İlgili Bazı Düşünceler”, Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi (Kişilik Hakkının Korunması), Y. 11, S. 14, 1977, s. 93).

Bu çerçevede kişilik hakkı, kişi kavramını da içinde barındıran kişinin kişi olmasından ötürü sahip olduğu, hak ve fiil ehliyeti ile hukuk düzeninin korunmaya değer bulduğu maddi ve manevi kişisel değerler üzerindeki mutlak haktır.

Tüzel kişilerde hak ehliyetine ilişkin TMK m. 48 gereğince “Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler”. Görüldüğü üzere, kişinin hak sahibi olabilme ve borç altına girebilme ehliyeti olarak tanımlanabilecek hak ehliyetine, tüzel kişiler de kuruldukları andan itibaren bünyesine uygun düştüğü oranda sahiptir. Bu durum, tüzel kişilerin kendisini kuran ya da kendisinden yararlanan kişilerden bağımsız birer hak süjesi olarak hukuk hayatına katılabilmesinin bir gereğidir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere, kanun koyucu ana kuralı tüzel kişilerin tam hak ehliyetine sahip olması şeklinde koymuş, ancak bazı haklara fiziki ve sosyal yapısı nedeniyle sahip olamayacağını vurgulamıştır. Dolayısıyla gerçek kişinin ve tüzel kişinin hak ehliyeti arasında bir nitelik değil, içerik farkı olduğunu kabul etmiştir. Buna göre, gerçek kişilere açık olan kamu hukuku ve özel hukuk kaynaklı bütün haklara ve borçlara kural olarak sahip olabilecek durumdaki tüzel kişiler, kişilik hakkına da sahip olabilecek ve bu hakka tanınan korumadan yararlanabilecektir.

Bununla birlikte kişilik hakkının sınırları malvarlığı haklarının aksine belli değildir, somut müdahalelere göre değişir. Bu bakımdan nelerin kişilik hakkından sayılıp sayılmayacağını halin ve zamanın icabına bırakmak gerekir. Bu tespiti ise hakimler somut olayın özelliklerini nazara alarak yapacaklardır (DURAL Mustafa / ÖĞÜZ Tufan, Türk Özel Hukuku, Kişiler Hukuku, İstanbul 2006, s. 95).

Bu kapsamda, tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri içinde yer alır. Ticari şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir. Tüzel kişinin kişilik haklarından olan onur ve saygınlığı onun korunan değerlerinin başında gelir. Bu nedenle tüzel kişi onur ve saygınlığından vazgeçemeyeceği gibi, bu değerlerini hukuka ve ahlaka aykırı olarak da sınırlayamaz.

Ekonomik itibar da tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsüdür. Tüzel kişinin ekonomik faaliyetleri de toplum tarafından değerlendirilmektedir. Tüzel kişiliğe sahip bir şirketin ödeme gücüne ilişkin değerlendirmeler, o tüzel kişinin toplumsal şeref ve haysiyeti ile yakından ilgilidir. Kredi, toplum tarafından ödeme gücü ile ilgili olarak izafe edilen bir değer olması nedeniyle, bu değeri azaltan veya ortadan kaldıran kişiliği ihlale yönelik açıklamalar şeref ve haysiyete tecavüz niteliği taşır.

Kişilik haklarına saldırı halinde kişilik hakkı ister gerçek kişi isterse tüzel kişi olsun Devlete karşı Anayasa hükümleri ile idareye karşı idare hukuku hükümleri ile suç teşkil eden tecavüzlere karşı ise ceza hukuku hükümleri ile korunmuştur. Kişilik hakkının korunmasına ilişkin Medeni Kanun’daki ana düzenleme TMK m. 23 ve m. 24’te hüküm altına alınmıştır. TMK m. 23 hak sahibi tarafından vazgeçilmesine ya da aşırı sınırlanmasına karşı kişilik hakkını korurken, TMK m. 24 kişilik hakkına yönelebilecek saldırılara karşı koruma sağlar. Konuya ilişkin diğer bir temel düzenleme olan 818 sayılı BK m. 49’da (6098 sayılı TBK m. 58) ise, kişilik hakkı tecavüze uğrayan kişinin manevi tazminat talebi düzenleme altına alınmıştır.

Kişilik haklarının korunması için açılabilecek davalardan manevi tazminat davası genel olarak kabul edilen görüşe göre kişiliğe yönelik saldırı sebebiyle uğranılan manevi zararın, saldırı sebebiyle duyulan acı, elem ve ızdırabın tatmin edilerek giderilmesi amacıyla kişiye tanınan davadır. Manevi tazminat konusu mevzuatımızda, kişilik hakkı ihlallerinde istenebileceğini belirten MK m. 25 ve manevi tazminat davasının koşullarını belirleyen genel hüküm niteliğindeki BK m. 49 (6098 sayılı TBK m. 58) haricinde, bazı özel hükümlerde de geçmektedir.

Tüzel kişilerin manevi tazminat talep edip edemeyeceği tartışmalı olmakla birlikte hukuk düzeninin tüzel kişileri hukuk sujesi olarak tanıdığına ve onlara ad, şeref ve itibar gibi kişisel varlıklar bahşedilmiş olduğuna göre, kişisel varlıklara yapılan saldırı nedeniyle elem ve ızdırap duymayacaklarından söz edilerek tüzel kişilerin manevî tazminat adı ile bir paranın ödetilmesi davası açamayacaklarını kabul etmek yasa koyucunun amacına aykırı düşecektir. Gerek Medenî Kanun ve gerekse Borçlar Kanunu yalnız gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerin de kişisel haklarını korumaktadır. Günümüzde doktrin ve Yargıtay tarafından yaygın olarak benimsenen görüş, gerçek kişilere özgü olanlar dışında kalan kişilik haklarında tüzel kişilerin de manevi zarara uğrayabileceğini ve bu nedenle manevi tazminat talebinde bulunabileceğini kabul etmektedir (Dural / Öğüz, a.g.e., s. 233; SAYMEN Ferit H., “Kimler Manevi Tazminat Talep Edebilir?”, İÜHFM (Manevi Tazminat), Y. 1940, S. 6, s. 126 - 142; KARAHASAN Mustafa Reşit, Tazminat Hukuku, 1996, s. 967-968; GÜRSOY Kemal Tahir, “Manevi Zarar ve Tazmini”, AÜHFD., C. 30, S. 1- 4, s. 12).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, 15.12.2004 gün ve 2004/4-709 E.- 2004/720 K.; 31.05.2000 gün ve 2000/4-900 E. - 2000/935 K. sayılı ilamlarında tüzel kişilerin de kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat davası açabileceklerini kabul etmiştir.


Tüzel kişilerin kişilik hakları ve manevi tazminat talep edebileceği yönündeki açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna da oluşturan kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi zararın tazmini davalarında yetkili mahkeme sorununa değinilmelidir.

Yetkiye ilişkin genel düzenlemeler 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 9 - 27. maddelerinde (6100 sayılı HMK m. 6 - 19) hüküm altına alınmıştır. Bunun yanında bazı özel kanunlarda da yetkili mahkemeye ilişkin düzenlemeler bulunduğu bilinmektedir. Bunlardan biri de konumuzu teşkil eden kişilik haklarının korunmasında açılabilecek davaları düzenleyen Türk Medeni Kanunu’nun 25. maddesidir.

Gerçekten TMK’nın 25. maddesinin son fıkrası “Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir” hükmünü içermektedir. Sözkonusu hüküm gereğince kişilik hakları saldırıya uğrayan kişi kendi yerleşim yerinde dava açabilecektir. Tüzel kişinin kişilik hakkı ihlali nedeniyle kendi yerleşim yerinde dava açmak istemesi halinde, bunun tespiti gerekir. Konuya ilişkin TMK’nın 51. maddesine göre, “Tüzel kişinin yerleşim yeri, kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunmadıkça işlerinin yönetildiği yerdir”.

Bununla birlikte TMK’nın 25. maddesinin 5. fıkrasında davacının yerleşim yeri mahkemesi yanında davalının yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabileceği belirtilerek HUMK’nın genel yetki düzenlemesi ile aynı yönde bir düzenleme yaptığı anlaşılmaktadır. Ayrıca TMK’nın 25/5. maddesinde yer alan yetki düzenlemesinin HUMK’daki yetkili mahkemeleri bertaraf eden kesin bir yetki kuralı niteliğinde olmadığını söyleyebiliriz.

Bu nedenle mağdur, haksız fiil niteliğindeki kişilik hakkı ihlallerinde HUMK m. 21 (6100 sayılı HMK m. 16) gereğince haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde, sözleşmeden kaynaklanan kişilik hakkı ihlallerinde ise HUMK m. 10 (HMK m. 10) gereğince ifa yerinde ya da davalı veya davalı vekilinin dava anında orada olmaları şartıyla sözleşmenin kurulduğu yer mahkemesinde de davasını açabilir. Bunun yanında davacı davasını genel kural niteliğindeki HUMK’nın 9. maddesine (HMK m. 6) uygun olarak davalının oturduğu yer mahkemesinde de açabilir.

Bir dava için birden fazla (genel ve özel) yetkili mahkeme varsa, davacı, bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda bir seçimlik hakka sahiptir. Davacı, davasının bu genel ve özel yetkili mahkemelerden hiç birisinde açmaz ve yetkisiz bir mahkeme de açar ise, o zaman seçme hakkı davalılara geçer.

Somut olaya gelecek olursak, davacı yanca kişilik haklarına saldırı iddiası ile tüzel kişi şirketin şubesinin bulunduğu Mersin ilinde dava açılmış, mahkemece şirketin merkezinin Trabzon ili olduğu, TMK 25/son gereğince davacının ya da davalının yerleşim yerinde dava açılabileceği gerekçesi ile yetkisizlik kararı verilmiştir. Özel Dairece kişilik haklarına saldırı halinde saldırıya uğrayanın TMK 25/son maddesi gereğince kendi yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabileceği gerekçesi ile hüküm bozulmuştur.

Dosya içerisinde yer alan 02.06.2010 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi içeriğine göre davacı şirketin ticaret merkezinin Trabzon ili olduğu, yine Mersin Ticaret Odasının arama otomasyon çıktısına göre de davacı şirketin Mersin ilinde bir şubesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca davacı yan tarafından www.corumradyotelevizyonu.com adlı link üzerinden kopyalanarak dosyaya sunulan ve bilirkişi marifetiyle çözümü yapılan CD içeriğinde “Çorum TV” adlı televizyon kanalında geçen davacının kişilik hakkına saldırı teşkil ettiğini iddia ettiği konuşma bulunduğu görülmektedir.

Yukarıda da değinildiği üzere bir dava için birden fazla yetkili mahkeme belirlinmiş ise davalı bunlardan birinde davasını açabilecektir. Bu anlamda kişilik haklarına saldırı da bir haksız fiil niteliğinde olup bu durumda davacı genel yetkiye dayalı olarak HUMK’nın 9. maddesi (HMK m. 6) gereğince davalının yerleşim yerinde, HUMK’nın 21. maddesi (HMK m. 16) gereğince haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde veya özel yetkiye dayalı olarak TMK’nın 25/son maddesi gereğince davacının veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilecektir.

Somut olayda da kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği iddia edilen yayın, yukarıda belirtildiği gibi yayını yapan TV kanalının internet adresinden Türkiye’nin her yerinden erişimi sağlayacak biçimde erişime sunulmuştur. Davacı da bu internet adresi üzerinden yayına ulaşarak bilirkişi incelemesine konu edilen CD’ye yayını kopyalamıştır. Davanın açıldığı yer davacının şubesinin bulunduğu yer mahkemesi olup haksız fiilin burada vuku bulmadığını söylemek açıklanan nedenlerde mümkün değildir. Zira yayına belirtilen internet adresi üzerinden şubenin bulunduğu yerden de erişilmesi mümkündür.

Bu nedenle ve açıklanan tüm bu olgu ve yasal düzenlemeler, tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tutanak ve kanıtlar karşısında; davacının yetkili mahkeme hususundaki seçimlik hakkını TMK m. 25/son gereğince davacının yerleşim yeri mahkemesinde değil, ancak HUMK’nın 21. maddesi (HMK m. 16) gereğince haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde kullanmış olduğundan mahkemenin yetkili olduğu anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, davanın haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde yani yetkili mahkeme de açılmış olması bakımından davanın esasının incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden Yerel Mahkeme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

Bu nedenle direnme kararı bu değişik nedenlerle bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yerel Mahkeme direnme hükmünün yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 22.01.2016 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)