Mesajı Okuyun
Old 05-12-2006, 01:54   #50
Ayşegül Kanat

 
Varsayılan

Lord Byron "Dinleri ve kuralları erkekler yaratır,kadınlar takipçisi olur "der.Dönüp dolaşıp aynı şeyleri tartışıyor, benzerlerini yazıyoruz. Asıl konudan uzaklaşıp "ezberlerimizi" döküyoruz ortaya.

Nasıl olması gerektiğini düşündüğümüz "kutsal aile" merkezimiz oldu. Kadını ve çocuğu aile değerleri üzerinden konuşuyoruz. Oysa kadın bir birey, gereksinimleri, hormonları olan bir yaratık.Kadın-erkek hepimizin üremeye programlanmış olduğumuz söyleniyor.

Buradaki düşüncelere bakarsak kadın ancak evli olursa üreme hakkına sahip (bir de üreyemezse "kadın
değildir" değerlendirmesi var).

Teologlar ve antropologlar kadının doğurma yetisi üzerine kurallar koyan düşüncenin ataerkillikten ve miras kaygısından kaynaklandığını söylerler.

Cinsel Politika ve Toplumsal Cinsiyet bunun için vardır ve böyle şekillenir.Çocuk her gün defalarca "akşama babacığım, unutma Ülker getir" teraneleriyle karşılaşırsa tabii ki "niye bana bunları getirecek bir babam yok" diye düşünür. Televizyon dizileri de bu düşünceyi besler, durur.

Oysa romanların, öykülerin, oyunların vs.nin "çok çalışan baba, şiddet uygulayan baba,okul törenlerine yetişemeyen baba" örneklerinden beslendiğini de görmekteyiz. Tabii bu boşlukları dolduran kişinin de "tatlı annecik" olduğu işlenir de nedense o olumsuz babanın yerini tutamaz bu kadınlar.

"Kadınlar çalışmasın, evde otursun, gezmesin" desem herkes ayağa kalkar değil mi? Öyleyse birey olarak doğurma hakkını neden tanımıyoruz ona? Genelgeçer toplumsal kuralları dayatmak yerine, böyle bir seçimi olduğu için destek görmeli diye düşünüyorum. Her türlü yasal haktan yararlanarak elbette. Doğurmak istemiyor, doğuramıyorsa, başkasının bakamadığı bir çocuğu alıp tüm sevgisini verip ona bir gelecek sağlamak istiyorsa yine desteğe hakkı vardır diye düşünüyorum. Saygılar.