Mesajı Okuyun
Old 01-06-2007, 09:22   #118
NİLGÜN SEYMEN

 
Kitap İşporta tezgahları ve şık vitrinlere faklı bakışlar=

Yıl 1999, süs imâlatı yaptığım en hararetli dönemlerimden birinde, İstanbul'a FOLYO almak için gidiyorum.

Yer, Yalova'dan bindiğim deniz otobüsü.

Masalardan birinde son derece zarif ve alımlı bir bayan, elinde firma logosunun gözüme çarptığı çok hoş bir poşet ile yanıma yaklaşarak, oturmak için çok duru bir Türkçe ile izin istedi.

-Elbette buyrun diyerek karşı koltuğa oturabileceğini söyledim.Kahve içiyordum, yanımıza yaklaşan gemi personeline bir fincan da bayana getirmesini rica ettim.
Teşekkür ederek gülümsedi ve başladık havadan sudan bahsetmeye.

İnsan ilişkileri üzerine uzun uzun konuştuk, kurulamayan diyaloglar, iletişimsizlikler, aksayanların nedenleri ve niçinleri üzerine uzun uzun konuştuk saatlerce.
Ne güzeldi kırk yılda bir de olsa, dinleyen ve de konuşulanları anlayabilen birilerine rastlayabilmek.

Konuşmalarımızın arasında kurulan cümlelerden, onun da tekstil üzerine bir atolyesi olduğunu ve ünlü bir firmaya fason ama el emeği işlemeli triko ürünler hazırladığını, güzel sanatlar mezunu olmasına rağmen, kendi sert deyimi ile GEÇER AKÇE BİR İŞ BULAMADIĞINI, en son da ticaret limanında demirlediğini ve kendisine yarattığı bu küçücük, yapayanlız ama huzurlu dünyasında mutluluğu yakalamaya çalıştığını anlamıştım.

Hayat kavgasını, büyük imparator firmalarla aşık atmanın ezici yorgunluğunu, para değerlerindeki iniş çıkış ve istikrarsızlıklarının firmasında nasıl dev açıklar yarattığını, bunları da banka kredileri ile yamamaya çalıştığını,hüzünle ve biraz da dayanmaya çalışmanın verdiği özel bir onurla bir çırpıda anlatıvermişti.

Ne kadar da muhtacızdır, bizi anlayan bir çift göze ve dinleyen güzel beyinlere.
YARGILAMADAN, KENDİSİNDEN HİÇBİRŞEY KATMADAN, SUÇLAMADAN, bu da onun iç dünyasıdır diyerek son derece olgun ve ince bir duruşla dinleyerek, sonunda da kendi düşüncelerini GÖNÜL SÜZGECİ denen o ince gözeneklerden geçirerek sunabilen bir dosta ne kadar da muhtacızdır.
İşte bulunca da o iki saatlik zaman dilimi sanki iki dakika gibi geliverir insana.Ne zaman YENİKAPI'ya gelmiştilk,
zaman , nasıl yıldız akışı geçivermişti inanın hiç anlayamamıştım.

Bana ikram ettiği kendi eli ile hazırladığı keklerden bir dilimi yerken, onu kaybetmk istemediğimi hissederek ona telefonumu vermek isterken, o benden önce davranarak kartını uzatarak:
-Lütfen ilk fırsatta görüşelim Nilgün'cüğüm, dedi.

Çok mutlu olmuştum çünkü; nadirdir benim insanlar ile koyu ve uyumlu diyaloglar geliştirebilmem, ben çok özgür bir insanım, bana ben buyum diye sert çıkışlar yapan, üzerimde otorite kurmaya kalkışan, bunu başaramayınca da sertleşerek kabalaşan, ya da karşımda benden daha az düşünen anlayan hatta hiç anlayamayan, insanlara emek ve zaman harcamamaya kendi kendime söz vermiştim.

Bu bayan isminin Nergis olduğunu ve çok ünlü firmalar ile ufak ufak kreasyonlar tarzında kendi el emeği çizimleri ve dikimleri ile günün birinde bir yerlere geleceğinden emin olduğum bu bayan şimdilerde AVRUPA'da kendisini geliştirmek adına savaşına dev ve kararlı adımlar ile devam etmekte.

Bana kurduğu o son cümleler bir balyoz gibi vurulur hâla daha kulaklarımda:

-Nilgün'cüğüm, bak şimdi beni iyi dinle!Eğer kaliteli bir mala sahipsen, bunu asla İŞPORTA TEZGAHINDA müşteriye sunmayacaksın.

Kaliteli, malın yeri şık bir vitrin olmalıdır.
NEZİH BİR ORTAMDA alıcıya sunulan şık bir vitrin.

Onca emek vererek hazırlanan bir el emeğini, kalkıp işporta tezgahına koyar ve alıcı beklersen eğer,
o mala müşteri olarak sadece işporta müşterisi talip olur.
Zannetme o zaman iyi bir müşteri çıkar, iyi kazançlar elde edersin,
iyi bir yere gelirsin, zannetme zannetme...

Ne kadar da doğruydu bu analiz. Yaşamımın bir çok kesitinde bu sözler daima beynimde patlamıştır bir mayın gibi.

Yaşadığım muhitteki insan manzaralarını düşündüm, kendisini geliştirmekten çok uzak bu insanlar ile bağdaşamamak, onlardan olamamak, onlar gibi evlerinin arka bahçeleri varken kapı önlerinde oturup kahkaha atamamak ve başıma o paçavrayı, karşı cinsten kaçmak adına takamamak!

-Ya kardeşim siz kapıların önünde sergilemeyin kendinizi sesleriniz ana yola kadar çıkıyor, gece yarılarına kadar çaylar kahveler, ne kadar dış dünyadan tecrit bir vurdum duymazlık ve başlarındaki örtünün namus izolasyonuna saklanmak da neyin nesi.Diyeceğim, ne sesim yeter onlara duyurmaya ne de gücüm.

Teraslarınız var, evlerinizin ön cephelerinde balkonlarınız var, bahçeleriniz misafir salonlarınız var, koltuklarınızın üzerlerini komik çarşaflarla kapattığınız.

Geçen gün İhsaniye taraflarına baktım, yeşil alanlar parklarla donatlmış mahallelerde, kadınlar masalarda oturmuşlar termoslarına hazırladıkları çayları özene bezene hazırladıkları kahvaltı masalarda içiyorlar.
Ortam, güllük gülistanlık, insanın bakınca içi açılıyor.

Ha şimdi burası VİTRİNDİR dersem bana kızmayın lütfen.O muhitteki evlerin iç dekorasyonu ya da konforu değil anlatmaya çalıştığım.

İnsanların yaşam alanlarında kendilerinden izler bıraka bıraka ömürlerini geçirdiklerini ve o izlerin davranış biçimleri olarak, kendisini izleyen nesillere geri dönerek nasıl, paradan çok çok değerli ve önemli bir <MÜCEVHER GİBİ>miras kaldığını anladım o masalarda.
Çocukların oyun oynarlarken aralarında kurdukları çağdaş cümleler ile muhitimdeki sövgüleri yan yana koyarak beynime ekledim.
Ortaya çıkan tablo çok acıklı ve onarılmazdı bence.
Yaşanılan yerlerin yaşanılırlık kalitesi , caddeleri, otoparkları, müzeleri, kütüphaneleri,
retoranları, alışveriş merkezleri, tatil beldeleri, ticarethaneleri,oralarda yaşayan insanların beyin kalitesinin tüm derin izlerini ele verir bizlere.
Tarih boyunca arkeolojik kazılarda da ele geçen tarihi eser kalıntılarında, kulp takılışında bile binbir fark ve medeniyet ayrıcalıklarının izleri vardır bulunan fincanlarda.

O masalarda oturan bayanların şen kahkahaları ile bizim muhitimizdeki kaba nidaları yan yana koyduğumda da arada millerce farklılıklar gördüm.Aşılması imkansız bir mesafeydi bu.

Çay aynı kokulu çay,
bardaklar da aynı,
ama bir gurup masaları şık bir tasarım ile kendi zevklerine sunarken,
diğer bir gurup da yerlerde salaş bir ilkellikle yayılarak, dank dank sözcüklerle kaba bir muhabbet içindeydiler.
Kaba diyorum çünkü aralarında kışkırtıcı bir dedikodu vardı.
Bir kesim çocukları hakkında komik mizahi anlatımlara gülerken diğer bir kesim de daha dün aynı masada çay içtiği kapı karşı komşusunu çekiştirerek gülüyor ve güldürüyordu aklı sıra.

İşte ben yaşamımızın her diliminde VİTRİN & İŞPORTA TEZGAHI farklılıklarını düşünerek bakıyorum artık olaylara.

Son söz olarak, bu birbirimiz ile duygu, bilgi ve düşünce akışı yaratmaya çalıştığımız vitrinde her biriniz çok değerli ve eşi bulunmaz dost ve insanlarsınız benim için.

DAİMA VİTRİNDE KALABİLMEK DİLEKLERİMLE...

Dostluklarımız ve de ilişkilerimizin asla işporta tezgahlarına düşmemesi temennilerimle.

Nilgün