Mesajı Okuyun
Old 12-11-2008, 16:45   #2
v. Aynur

 
Varsayılan

(1086 S. K. m. 163)

Dava : Dava dilekçesinde itirazın iptali istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Karar: 1- Dava, ortak gider payının tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin olup, dilekçede tanık, bilirkişi incelemesi vs. delillere dayanılmıştır.

Mahkemece 24.6.2002 tarihli oturumda verilen ara kararında "davacı vekiline delillerini bildirmesi için 10 gün kesin mehil verilmesine, sonuçlarının anlatılmasına ( anlatıldı )" denilmek suretiyle davacı tarafa kesin önel verilmiştir.

Tanınan 10 günlük süre geçtikten sonra ancak duruşmanın atılı bulunduğu 12.8.2002 tarihli oturum gününden önce davacı tarafça yönetime ait defter, makbuz ve diğer kağıtlar ve belgeler delil olarak gösterilmiş ve bilahare ibraz edilmiştir.

Bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve iddia ve savunmalar doğrultusunda bilirkişi raporu da alınıp dosyaya konulmuştur. Bu aşamadan sonra mahkemece yukarıda sözü edilen kesin önel verilmesine ilişkin ara kararına uyulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kesin süre; davayı uzatmak ve sonucunu geciktirmek amacında olan tarafın bu davranışını önlemek amacıyla getirilmiş olan bir tedbirdir. Hakimin ilk defa tayin ettiği süreler kural olarak kesin değildir, ancak hakim kendisinin tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir ( HUMK.md.163 ). Eğer hakim sürenin kesin olduğuna karar vermiş ise tanıdığı süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklaması ve kesin süreye uymamanın doğuracağı sonucu açık olarak anlatması ve bu anlatılanları tutanağa geçmesi, uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğini yine açıkça bildirilmek suretiyle ilgili tarafı uyarması gerekir.

Somut olayda, Yargıtay'ın kararlılık kazanmış uygulamalarında da yerini alan bu esaslara uyulmayıp kararda belirlenen sürede işlemlerin yapılmaması halinde doğacak hukuki netice gösterilmemiş, davanın bu nedenle reddedilebileceği hususunda davacı uyarılmamış, sadece "sonuçlarının anlatılmasına ( anlatıldı )" denilmekle yetinilmiştir.

Mahkemenin bu nitelikteki ara kararının, HUMK.'nun yukarıda açıklanan özellikleri taşımadığı ve maddede öngörülen sonuçları doğurmayacağı ortadadır.

Öte yandan mahkemece kesin mehil kararından sonra getirilen kanıtların kabul edilip üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, ara kararından zımnen rücu edildiği anlamını da içermektedir.

Açıklanan nedenlerle mahkemece iddia ve savunma doğrultusunda toplanan tüm kanıtlar değerlendirilip gerektiğinde yeni deliller de toplanmak suretiyle hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmek gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması,

2- Avukatlık Yasasının ( değişik ) 164/son maddesi hükmünün yorumlanmasında yanılgıya düşülerek, avukatlık ücretinin davalı taraf yerine doğrudan vekile ödenmesine karar verilmiş olması,

Doğru görülmemiştir.

Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi. (Yargıtay 18.HD. , 2004/2395 E. , 2004/3159 K.)





(1086 S. K. m. 159, 163)

Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil davasının yapılan yargılamasında, Mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre davada hile hukuksal sebebine dayanıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, davacıya delillerini bildirmesi için 25.6.2001 tarihli duruşmada kesin önel verilmiş ancak süresinde ara kararının gereğini yerine getirilmediğinden ve ispat edilemediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle HUMK.nun 159. maddesinde açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı Yasanın 163. maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur.

Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçlan birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulma-manın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.

Somut olayda ise, 25.6.2001 tarihli duruşmada önel verilmesine karşın davacıya ihtarat yapılmamış kesin önelin hüküm ve sonuçları açıklanmamıştır. Bu sebeple kesin önelin sonuçlarına uyulmadığından bahisle red kararı verilemez.

Hal böyle olunca; yukarıdaki ilkelere uygun biçimde önel verilerek yerine getirildiği takdirde işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacı vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.12.2001 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 250.000.000 lira duruşma Avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına 16.4.2002 tarihinde oybirliği ile karar verildi.(Yargıtay 1.HD.2002/2148 E., 2002/4842 K.)


YKD Haziran 2003


Sayın Yasemin size göndermiş olduğum iki kararı da dikkatli okursanız Yargıtayın kararlarında neyi esas aldığını daha iyi anlarsınız. Eğer Mahkeme ayrıntılı olarak ara kararında bu istenilenleri yapmamış ise vermiş olduğu kesin süreyi iptal ettirebilirsiz. Mahkeme kabul etmezse bu Yargıtay kararlarını sunun. İyi çalışmalar.