Mesajı Okuyun
Old 18-02-2014, 11:58   #8
hakan_er82

 
Varsayılan

Davalılar arasında sigorta şirketi dahi olsa temelde olayın hangi sebepten kayankalandığına bakılmalıdır. Davalılar arasında sırf sigorta şirketi vardır bu dava ticaret mahkemesinde görülmelidir şeklinde bir yaklaşım doğru değil. Olay ticari nitelikli olmayıp haksız fiilden kaynaklı ise görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Bu konuda bir asliye ticaret mahkemesi hakiminin gerekçeli kararını sizlere sunuyorum.


Davacı vekili dava dilekçesinde 14/02/2013 günü saat 08:00 civarında müvekkilinin maliki olduğu 16 .... 92 plaka nolu araç ile Bursa, Yıldırım, Erikli mahallesinde bulunan Akpınar sokaktan merkez istikametinde seyrederken davalı ....... yönetimindeki 54....092 plakalı aracın hızlı bir şekilde çıkarak müvekkilinin sevk ve idaresindeki araca çarptığını ve çarpmanın etkisiyle duramayarak kaldırımı aştığını, kaldırımda bulunan ağaca çarparak durabildiğini, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 100.00 TL araçta meydana gelen değer kaybı ve 900,00 TL araçta meydana gelen hasar olmak üzere toplam 1.000,00 TL tazminat tutarının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen (davalı sigorta şirketi yönünden sigorta poliçesindeki teminat tutarları ile sınırlı olmak üzere) tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili başlangıçta davayı asliye hukuk mahkemesine hitaben açmış ise de Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan değerlendirme sonucunda "davalılardan birinin ZMMS sigortacısı olduğu, davada ileri sürülen talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan zararın sigorta şirketi tarafından poliçeye dayalı tahsili istemine ilişkin olduğu, bu niteliği itibariyle Türk Ticaret Kanunun 1483 vd. maddelerinde sayılan hususlardan olduğu" gerekçe gösterilerek görevsizlik kararı verilmiştir.






Görevsizlik kararının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi üzerine mahkememize tevzi edilen dava dosyası incelenmiş, görevsizlik kararının dayandığı hukuki gerekçenin uygun olmadığı kanaatiyle karşı görevsizlik kararı verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Görev kamu düzeninden olup her aşamada resen nazara alınması gerekir. Bu itibarla davaların görev uyuşmazlığı sebebiyle uzaması riskini ortadan kaldırmak için karşı görevsizlik verilmemesinin uzun vadede, yani hüküm başka sebeplerle olsa temyiz edildiğinde amacına aykırı sonuç doğuracağı değerlendirilmiştir. Uzun yargılama sürecinden sonra verilecek görevsizlik kararı veya bu yöndeki bozma davayı umulandan fazla uzatacaktır. O halde görev hususunun en hızlı biçimde karara bağlanması uygun olur.
Mahkememizce yapılan değerlendirmede davanın ticari nitelikte olmadığı takdir edilmiştir. Davanın dayandığı hukuki temel "haksız fiil ve ölüm nedeniyle tazminat" talebidir. Davacılar veya davacılar murisi ile davalılar arasında hiçbir ticari ilişki söz konusu değildir. Yine davaya uygulanacak ticari bir hüküm de yoktur. Ancak ihtiyari dava arkadaşı olan davalılar arasındaki ilişki ticari niteliktedir. Bu ilişki davalıların sorumluluklarını belirleyen bir iç ilişki olmaktan öte anlam taşımaz.
İster sigorta sözleşmesiyle, isterse başka hukuki sebeplerle davalının sorumluluğunu paylaşan kişiler, asıl olarak davalı ile aralarındaki ilişki sebebiyle davalı sıfatını kazanmıştır. Bu ilişki akdi veya kanuni olabilir. Ancak bu ilişki davacıya bağlamayacaktır. Davacı isterse doğrudan asıl sorumluya dava açmak imkanına sahiptir. Somut olay özelinde söylemek gerekirse davacı sadece haksız fiile neden olan kişiye karşı dava açmış olabilir. O halde davada görev hususu değerlendirilirken davaya sebep olan temel ilişki esas alınmalıdır.
Zarar gören sadece zarar veren aleyhine dava açarsa dava asliye hukuk mahkemesinde görülecek, davacı dava sürerken başka bir dava açıp birleştirme isterse görevli mahkeme değişecektir.
Konunun izahı için örnek vermek yararlı olabilir. İşçi sıfatını taşıyan bir sürücünün sebep olduğu kazada, işverenin de işveren sıfatıyla sorumluluğu olabilir. Ancak işçi ve işveren arasındaki hizmet akdi sebebiyle davanın iş mahkemesinde görülmesi gerekmeyecektir. Bu örnek değiştirilir, haksız fiilin başka biçimde ortaya çıktığı, işverenin de kamu kurumu olduğu farz edilirse, bu kez yargı yolu da tartışılır hale gelir.
Kanaatimizce davalı tarafın sigortasının zorunlu yahut ihtiyari olması da sonuca etkili değildir. Yukarıda zikrettiğimiz üzere davalılar arasındaki sorumluluk akdi veya kanuni olabilir. Yasal bir zorunluluk sebebiyle yapılsa dahi sigorta şirketinin sorumluluğu bir haksız fiilden değil sigorta sözleşmesinden doğar. Zorunlu sigortalara ilişkin yasal düzenlemeler nazara alınarak sigortacının yasal-zorunlu davalı sıfatını taşıdığı söylenemez. Üstelik sigortacının sorumluluğu belli bir limitle sınırlı olup, zorunlu sigortalarda manevi zararları da içermez. Zorunlu mali mesuliyet sigortacısının durumunun Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabı nazara alınarak değerlendirilmesi, maksadımızı daha anlaşılır kılacaktır.
Bir davanın sigorta davası niteliğinde sayılabilmesi için sigortacı ile sigorta ettiren arasında sigorta sözleşmesinden kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etmek gerekir. Somut olayda ise haksız fiil hukukundan kaynaklanan bir uyuşmazlık vardır. Hatta araç malikinin sorumluluğu da Karayolları Trafik Kanununundan doğmaktadır.
Mahkememizce yapılan değerlendirmeye göre, davada görev hususunun karara bağlanması aşamasında davaya temel olan ve birincil nitelikte bulunan dava sebebi esas alınmalıdır. Zira hukuki ilişkilerde birden çok hukuki kurumun bulunması mümkündür. İç içe geçmiş hukuki kurumlar içinden taraflar arasındaki ilişkiyi tarif eden asıl olgu ne ise dava da ona göre tavsif edilmelidir. Somut olayda taraflar arasındaki temel ilişki haksız fiil ilişkisidir. Davacının davalı sigortalıya yönelik talep hakkı da sigorta ilişkisinden değil haksız fiil ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Haksız fiilin varlığı veya davalıların zararlandırıcı olayda kusurlu olduğu tespit edilemezse, davacının zararı bulunsa bile sigortacıya karşı talep hakkı da bulunmayacaktır. Halbuki sigorta ilişkisinde asıl olan riskin ve zararın doğmasıdır. Başka bir deyişle davanın sebebi sigorta sözleşmesinde teminat alınan riskin doğması sebebiyle sigortacının sorumluluğuna değil, sigorta sözleşmesinin tarafı olan bir kişinin riskin doğumuna neden olmasıdır.







Bir düşünce şekline göre zorunlu sigorta kurumunun zarar gören üçüncü kişiyi korumak için düşünülmüş olması, zorunlu sigortacı ile zarar gören arasında kanuni bir ilişki kurulduğu sonucuna varılmasına neden olabilir. Halbuki zarar görenin sigortacıya dava açmak gibi bir yasal zorunluluğu yoktur. Hatta sigorta şirketi her olayda farklı da olabilir. Elbette zorunlu sigorta zarar göreni korur. Ancak bu koruma zarara neden olanın ödeme gücünün olmadığı hallerde ve kısıtlı biçimde tezahür eder. Esasen zarar verenin mamelekinde meydana gelebilecek bir azalmayı ortadan kaldırır.
İlginç bir noktaya da temas etmekte yarar vardır. Kuralların düzgün işlediği bir hukuk ve toplum düzeninde zorunlu sigortacının davalı sıfatını alması bile istisnai olmalıdır. Zira zorunlu sigortanın temel mantığı, sorumlusunun kim olduğuna bakılmadan, zarar görenin zararının bir an önce tazmin edilmesidir. Sigortacıya hasar/zarar bildirimi yapıldığı anda sigortacı harekete geçmeli, eksper görevlendirmeli, kendi hesabına ve objektif tazminat kurallarına göre zarar miktarını belirlemeli ve zarar görene en kısa sürede ödeme yapmalıdır. Bilahare kusur durumuna istinaden ilgililere rücu hakkını kullanma hakkı da saklıdır.
Maalesef ülkemizde bu ilke neredeyse hiç uygulanmamakta, bilakis sigorta şirketleri dava açılmış olmasını bahane göstererek ödemeyi karar kesinleşme aşamasına kadar ertelemektedir. Buna rağmen ironik bir biçimde yerleşik uygulamada sigorta şirketlerinin sorumlu olduğu tazminata işletilecek faizin başlangıcı sigorta şirketleri lehine uygulanmakta, haksız fiil sahibinin faiz sorumluluğu haksız fiilin ika tarihinden başlatılırken sigorta şirketinin sorumluluğunda ihbar tarihi esas alınmaktadır. Halbuki trafik kazasında zarar görenin akdi bağı bulunmayan sigorta şirketine "ihbar" mükellefiyeti bulunmamaktadır. İhbar sorumluluğu sözleşme ile sigorta ettirene yüklenmiş bir sorumluluktur. Sigortacı ile sigorta ettiren arasındaki halefiyet hali göz ardı edilmekte, sigorta şirketinin sorumluluğu daraltılmaktadır.
Davacı ile davalı sigortacı arasında hiçbir akdi ilişki yoktur. Davacıya talep hakkını veren şey, davalılar arasındaki hukuki ilişkidir. Bu ilişki de davayı tarif eden ilişki olmadığından, davayı tavsif ederken davacı ile davalı arasındaki ilişki esas alınmalıdır.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta da son yıllarda daha yoğun biçimde tartışılan "yargıda ihtisaslaşma" fikridir. İçinde ticari şirketle veya ticari evrakla yahut sigorta ile ilgili bir husus bulunan her uyuşmazlığın ticaret mahkemelerinin görev alanına sokulması, içinde tüketici unsuru geçen her uyuşmazlığın tüketici mahkemesine yönlendirilmesi, ihtisaslaşma düşüncesine zarar veren neticeler doğuracaktır. Gerçekten davada ticaret hukuku mu uygulanacak, tüketici hukuku mu uygulanacak yoksa borçlar hukukunun temel kuralları mı uygulanacak diye bakmadan yapılan görev değerlendirmesi, bir süre sonra tüketici mahkemelerinin tapu iptal davalarına, sebepsiz zenginleşme davalarına, istirdat davalarına bakması, sonucunu doğurur. Nitekim bugün varılan nokta burasıdır. Üstelik yıllardır yerleşik anlayışın sebepsiz biçimde değiştirilmesi, yaygın bir biçimde dosyaların karşılıklı görev tartışması içinde gecikip uzaması sonucunu doğuracaktır. Haksız fiil hukuku da ticaret mahkemelerinin uzmanlık alanı değildir. Bu tür davaların ihtisaslaşma esasına göre asli unsurları esas alınarak değerlendirilmesi gerekir.
Zorunlu veya ihtiyari sigorta halinin sözkonusu olduğu trafik kazalarında ticaret mahkemesinin görevli sayılması ticaret mahkemesi kurulu olmayan yerlerde asliye hukuk mahkemelerince verilen kararları da tartışmaya açacak, işbölümü ilişkisinin görev ilişkisine dönüştüğü nazara alındığında, Yargıtay her zamanki uygulaması ile davanın esasına girmeden "davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılmamış olmasını" gerekçe göstererek bozma kararları verecektir. Görev kamu düzeninden olduğuna göre, bu bozma sebebi göz ardı edilemez.












Bir temel yanılgı da eskiden beri süregelen "tacirler arası haksız fiil" kavramıdır. Kanaatimizce bu kavramın genel haksız fiil kavramı ile karıştırılması/harmanlanması sonucunda Yargıtay'ın yerleşik kararlarında tacirler arası her türlü haksız fiil hallerinde avans faizi uygulanagelmiştir. Halbuki olayın meydana geliş biçimi itibariyle ticari nitelikte haksız fiil kavramının varlığı araştırılmalıdır. Bir tacir ticari faaliyetini yürüttüğü sırada bu faaliyetle doğrudan ilişkili biçimde haksız fiil işlerse bu ticari nitelikte haksız fiil sayılır ve doğacak zarar için de avans faizi uygulanır. Uç bir örnek verirsek, bir tacirin diğer tacire yumruk atması sebebiyle açılacak tazminat davası ticari dava değildir.
Somut olayda davanın ticari nitelikte olmadığının bir göstergesi de, dava sonunda hükmedilecek faizin yasal faiz olmasıdır. Yerleşik uygulamaya göre davacı tacir olmadığına göre, sigorta şirketi aleyhine avans faizi hükmedilmeyecektir.
Sonuç olarak derdest davanın haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası olduğu, ticari nitelikte de bulunmadığı nazara alınarak mahkememizin görevsiz olduğu sonucuna varılmıştır.