Mesajı Okuyun
Old 07-07-2008, 13:29   #20
ozanyazar

 
Varsayılan Bahar

-Oynayacağım sayılmaz, derslere gireceğim.
Gülümsediler;
-Ders mi vereceksin?
-Yok, futbol nasıl oynanmamalı derslerinde örnek olarak beni gösterecekler.
Gençler gülüşürken, merdivenleri çıktım, geldiğimi gören Kemal kapıyı açtı. Bana nasıl davranacağına karar verememiş olduğu belliydi.
-Hoş geldin, dedi.
-Hoş bulduk, dedim. İçeri buyur etti, girdim. İçerdeki yaşlı amcayı görünce selam verip, elini öptüm.
Kemal ailesiyle tanıştırdı, elini öptüğüm amca babasıymış, hanımının adının
Ayşe, çocuklarının ise Erol ve Birol olduğunu söyledi.
Fazla vakit kaybetmek istemiyordum, Kemal'e döndüm; " -Kemal, suçsuzluğum
ispatlandı. Senin de öğrenmek isteyebileceğini düşündüğüm için geldim. "
Kemal kuşkuyla sordu; “Nasıl ispatlandı?"
Sabah olanları anlattım, yüzünde beliren mutluluk dolu tebessüm benim de içimi ısıttı, rahatlattı. Kemal özür diler gibi bakarak konuştu; “Kusura bakma, sana inanmamıştım, insanoğlu çiğ süt emmiş, deyip üzülmüştüm. Şu anki mutluluğumu sana anlatamam.
-O günkü kısa görüşmemize rağmen iyi bir insan olduğunu düşündüm, eğer kabul edersen seni arkadaşlarımdan, dostlarımdan kabul etmek isterim.
Kemal kalktı beni kucakladı, elimi sıktı;
-Bundan mutluluk duyarım.
Bir süre bakıştık tekrar sarıldık, babası ve hanımı gülümseyerek bize bakıyorlardı. Olayı onlara da anlattığı belli oldu. Oturduk, Ayşe hanım çay yapmıştı. Çayları aldık, içerken çocuklara aldığım çikolata aklıma geldi, kalktım, çocuklara çikolataları verdim.
-İyi ki çayları getirdin yenge, yoksa çikolataları vermeyecektim.
Ayşe hanım gülümsedi. Kemal; “Zahmet etmeseydin, zaten çocukların dişlerini çürütüyor. " dedi. Ben kurnaz kurnaz gülerek; “Keh.. keh.. amcam dişçi de. "
Çayımı sehpadan aldım, balkonlarına baktım; “Çayları arka balkonda içebilir miyiz, sakıncası yoksa?" Kemal “Tabii. "dedi. “Umarım rahatlığımı, yüzsüzlük olarak karşılamazsınız. Bana geçmişte yaşadığım mahalledeki evlerin bahçelerini hatırlattı da bahçeniz. " Kemal; “Ne demek Ümit, lütfen rahat ol" “Eh bu sözüne güvenerek sana adınla hitap edebilir miyim?" Kemal;”Tabii, sadece Kemal demen yeterli. “Peki, öyleyse sadece Kemal. " Gülümsedi.
Kemalle balkona geçtik, babası da geldi. Çocukları bahçeye inmiş oynuyordu. Tatlı bir atmosfer vardı, konuşmadan da burda saatler hiç sıkılmadan geçebilirdi. Ama biz ordan burdan konuştuk. Nerde, nasıl yaşadığımı sordular, adresimi aldılar.
Kemal'i evime davet ettim;”Ara sıra uğrarsan, özellikle ailece gelirseniz sevinirim. Bekâr yaşadığıma bakmayın çok güzel yemek yaparım. " “İnşallah. "
-Kemal, yenge hanım akşam yedide geleceğini söylemişti, daha erken geldin. Hayrola, çalışırken bir şey mi oldu?
-Baktım müşteri çıkmıyor, akşama da misafir gelecek, erken gelip istirahat edeyim, dedim. Akşam yemeğine kalırsın umarım.
-Yok, çok sağol, başka zaman. Zaten ben de kalkacaktım, gideyim. Çay çok güzeldi, eline sağlık.
Gülümsedi; “Çayı Hanım yaptı, ben bulaşıkları yıkayacağım. "
-Öyle mi, öyleyse yenge hanımın ellerine sağlık.
-Afiyet olsun, ama acelen ne yemekten sonra gidersin.
-Bu günlük bu kadar rahatsız ettiğim yeter.
-Rahatsızlık ne demek, memnun oluruz kalırsan.
Ayağa kalktım; “Başka zaman iki yat yemek yerim. Allaha ısmarladık. "
* * *
Bir yaz yağmuru sokakları ıslatmış, mis gibi toprak kokusu havayı kaplamış. Otobüse atladım, eve geldim. Kapımı açarken, yaşlı komşum Nebahat teyze geldi; “Ümit evladım, bu gün seni bir arayan oldu. Arabasıyla geldi seni sordu. "
-Kimmiş?
-İsmi Mustafa’ymış, ”Ümit bey beni tanımaz, ben yarın yine gelirim. "dedi.
-Allah Allah!.. Neyse, yarın anlarız. Sağol.
-Yemek yedin mi? Yemediysen ben de tam Ayhan amcanla yemeğe oturuyordum, gel istersen.
-Sağolun, aç sayılmam.
-Sen bilirsin evladım, hadi iyi akşamlar.
-İyi akşamlar. Ayhan amcaya selamlar.
Evime girdim, hemen ocağa çayı koydum, teybe de enstrümantal bir kaset. Sonra domatesler ve yumurtalarla başbaşa kaldım.. İki gün önce aldığım domatesler tam menemenlik olmuş. Nebahat teyzeleri rahatsız etmek istemediğimden aç olmadığımı söyledim ama oldukça acıkmışım. Domatesleri doğradım, sıra yumurtaları kırmaya geldi. Gerçi annem "İki yumurtayı kıramaz. "der benim için ama geçen değil iki, otuz yumurtayı birden kırdım, bunu telefonda anneme söyleyince de “Yerleri temizlemesi zor olmuştur. " demişti. Neyse bu kez yumurtaların üçünü domateslerin üstüne kırmayı başardım ama... amma ve lakin zil çalıyor. Ne yapalım her kimse kaynanası sevecek, sıcağı sıcağına menemene geldi.
Kapıyı açtım, şık giyimli, orta yaşlı biri vardı kapıda. Buyur ettim; “Buyrun. " “Ümit bey mi?" “Evet" "Ben, Can'ın babası Mustafa. " “Memnun oldum, içeri buyrun, kapıda kaldınız. " “Teşekkürler. " İçeri girdi, bir sandalyeye oturdu. Yemeğe davet ettim; “Hadi iyisiniz, ben de yeni menemen yapmıştım. " Gülümsedi, tepsiyle önüne getirdim yemeği, ben de bir sandalye çektim. Elleriyle, “yemem” gibilerden bir işaret yapmaya çalıştı, ben hemen itiraz ettim; “Yoo, almazsanız darılırım, alın iki lokma. Üstüme yoktur, çok iyi darılırım"
Fazla direnmedi, beraber harika lezzette... olmasa da yine de güzel olan menemeni yemeye başladık. Bir yandan da konuşuyoruz; “Babam olanları anlattı, size karşı çok mahcubuz. Özellikle de babam kendisini affetmenizi rica ediyor. " “Sadece biraz kızmıştım, geçti. Artık kızmadığımı söylersiniz. " “Bunu bize bir gün gelip siz söylerseniz memnun oluruz. " “Gelmiş sayın, selam söyleyin. " “Bakın, gelmenizi gerçekten çok istiyoruz. Beni yormayın, nasıl olsa kabul edene kadar ısrar edeceğim. " Biraz düşündüm, sonra; “Bakın bu gün olayları tekrar düşündüm, babanıza kızgınlığım azaldı ama üzüntüm arttı çünkü yalnız babanızın o günkü davranışı değil toplumun genelinde her şeyi maddiyatla değerlendirme arttı. Gerçekten sırf içinden geldiği için iyilik yapanlar azaldı, onlarda toplumda alaya alınma endişesiyle ya iyilik yapamaz ya da yaptıklarını saklar hale geldiler. Kendim için konuşmuyorum ama toplumda ön plana çıkmasa da gerçekten karşılıksız iyilikten mutlu olanlar var ve gittikçe azalıyor, çünkü haksız kazanç sağlayanlar açıkgöz, haram yemeyenler enayi sayılıyor. Babanız gibi toplumun daha iyi olduğu zamanları bilenler de bu halleri gördükçe topluma güvenini kaybediyor, herkese karşı kuşkulu oluyor. Ama böyle düşünmeme rağmen çok fazla kırıldığımı da yine ifade edeyim. Can'a yardım edipte bunlar olunca, daha zayıf karakterli olsaydım bir daha iyilik yapmaktan çekinirdim, neyseki herkesin tepkisi aynı olmuyor ve Kemal gibi insanlar hala var. " "Kemal mi, o kim?" “Can'ı hastaneye getiren şoför arkadaş. Zaten ben görmesem de Kemal görseydi Can'ı o halde yine yardım ederdi. "
Yemekten kalktık, “Ümit bey, sonuçta, bize gelmeyi kabul ettiniz değil mi?"
“Evet. "“Mesala, yarın akşam gelirsiniz, hem Can'a da geçmiş olsun dersiniz. "
“Tamam. " “Adresimizi, telefonumuzu şu kağıda yazdım, buyur. " “Tamam, telefonu yazdığınız iyi oldu, bir aksilik çıkar da gelemeyecek olursam sizi ararım. Çay demledim, yemeğin üstüne iyi gider. " “Sizi kırmamak için bir bardak içip gideyim, geç oldu, merak etmişlerdir. Aslında size yarın uğrayacaktım. " “Komşu teyze de yarın geleceğinizden bahsetmişti. " “Yarın belki evde bulamam diye düşündüm. " “iyi yapmışsınız, yarın okul arkadaşlarımdan birine uğrayacaktım. Sınavlar yaklaştı. " “Üniversite mi, hangisi? "
“Edebiyat. "
Saatine baktı, çayını aceleyle yudumladı; “Sohbete devam etmek isterdim ama çok geç kaldım. Hadi, yarın akşam görüşürüz, iyi akşamlar. " “İyi akşamlar"
* * *
Hava güzel, pencereyi açtım, teybi kapattım, pencere kenarına yaslandım. Orhan Veli'nin bir şiiri aklıma geldi;

" Ve bilhassa, parmaklığına dayandığın zaman
Ufku uzak şehirlere açılan balkonunun
Günahların geçecek hafızanın arkasından
Günahların... sonu gelmez kafilelerden uzun. "

Yaşayıp gidiyorum işte, neler umuyorum hayattan ve neler yapıyorum. En iyisi okulu bir an önce bitireyim, askerliğimi de hayırlısıyla yapıp, hayatımı bir düzene sokayım.
Neyse, ilerde hatırlayınca bu günü, boşa gitmiş bir gün saymayacağım. Bakalım yeni gün neler getirecek bana. Neler mutluluk, neler hüzün getirecek ve ben ne kadarından bir şeyler öğrenip ders alabileceğim. Zaman kimseyi beklemiyor, geçip gidiyor. Düşünceler içinde yatağa uzandım, uyumuşum.