Mesajı Okuyun
Old 29-12-2008, 23:21   #2
ismailduygulu

 
Varsayılan POLİS DEVLETİ ve ŞİDDET NASIL ÖNLENEBİLİR?

Polis Devleti Değil, Hukuk Devleti:
17 Ekim 2008 günü sona erecek olan Kuzey Irak’a askeri müdahaleye yetki veren Teskerenin uzatılmasına ilişkin yasa taslağı TBMM’deyken, 15 Ekim’de Aktütün olayı oldu ve 17 genç insan öldürüldü. Daha sonraki tarihlerde bu olay anında Genelkurmay’dan bunun uydu aracılığı ile izlendiği ve fakat herhangi bir müdahale yapılmadığı, bu ölümlere zemin yaratıldığı, Türkiye genelinde halkın duyarlılığının arttırılmasının sağlandığı ve aynı zamanda Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da olay anında golf oynaması haber olmuştu.
Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası’nda 2007’de gerçekleştirilen yasa değişikliğine ilişkin tasarı TBMM komisyonuna 24 Mayıs 2007’de geldi, hemen 2 gün önce Adana’da canlı bomba olarak bir kızın haberi, 1 gün önce Ankara, Anafartalar’da bir bombanın patlaması ve 6 kişinin ölümü, bir çok kişinin yaralanmasına yol açan ve fail olarak da Erdal Akkuş adındaki canlı bombanın basına yansıtılması gündeme geldi ve yasa değişiklik taslağı hızlı bir şekilde komisyondan geçti ve genel kurulda kabul edilerek, 12 Haziran 2007’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Yukarıdaki örneklerden anlaşıldığı gibi, Ergenekon tutuklamaları ile Derin Devlet ilişkileri henüz sona ermemiş, devletin kendisi derinliğini sürdürmektedir. Devletin hukuk devleti olmasına, yurttaşına güven veren bir devlet haline gelmesine ihtiyacımız vardır. Bunun yolu ise, polis devleti yerine, hukuk devleti anlayış ve zihniyetinin geliştirilmesi ve kabul edilmesi ile mümkündür.
Polisin Yetki ve Görevleri Daraltılmalıdır:
1934 Tarihli, 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası’nda ilk kabul edildiği tarihten bu yana, polise iki temel görev verilmiş ama bu görevlerini yerine getirirken, polise sonsuz ve denetimsiz bir yetki verilmiştir.
Devletler ve toplumlar tarafından, güvenlik ihtiyacı nedeniyle polis ve orduya ihtiyaç duyulmuştur. Ama kimin güvenliği? Devletin mi, yurttaşın-toplumun mu? Bizim bakışımıza göre, ordu ve polis dış güvenlik yönünden devletin ve toplumun, ülkenin güvenliğini koruma anlayışına, içeride ise toplumun, bireylerin ve yurttaşların güvenliğini korumalıdır. Oysa bugün iç güvenlikte dahi Devletin güvenliği esas alınmakta, toplum ya da bireyin güvenliği ise Devlet için feda edilebilmektedir. O halde hukuki bir denge kurmak gerekir.
Polisin önleyici ve işlenmiş suçların savcı denetiminde failleri ile delillerinin tespiti ve yakalanması görevi vardır. Bu görevler dışında polisin başkaca herhangi bir görevi yoktur ve polis görevi dışında kullanılamaz.
Ancak polis bu görevlerini yerine getirirken, yetki yasasında polise tanınan yetki sonsuz ve sınırsız özellik kazanabilecek nitelikte olduğu için, yetki yasasının muğlak hükümleri ayıklanmalı ve bunların içerikleri netliğe kavuşturularak yasa metninde yer ettirilmesi gerekir.
Bugün yaşanılan polis devleti ve şiddeti sorunu, bu yetki yasasında, polise sonsuz takdir ve yetki tanıyan son değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu değişiklikler ile esas olarak polisin bireyleri fişlemesinde bir önceki dönemdeki şartlar genişletilmiştir, polisin önleme araması adı altında, birey özgürlüğünü yok eden yetkisi ile “Dur ve Vur” niteliğinde polisin şiddet uygulama yetkisi arttırılmıştır.
Ne yapılmalıdır?
Bu anlamda, Polis Yetki Yasası yeniden ele alınmalı, 1934 yılından bu yana bozulan bütünlüğü, Avrupa Birliği uyum yasalarına uygun olarak yeniden düzenlenmesi ve bireyin, yurttaşın ve toplumun güvenliğine yönelik düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekir. Artık Devlet güvenliği her şeyin üstünde olmamalı, yurttaş ve bireyin özgürlüğünü yok etmeksizin, insanların toplum olarak güvenliği esas alınmalıdır.
Yetki Yasası m. 5’de, bütün yurttaşların fotoğraflı ve on parmak izli suç sicili ile fişlenmesine yol açan hüküm kaldırılmalıdır. Bu anlamda, kredi kartları, cep telefonları, mobesa kameraları ve yeni düzenleme ile hayata geçirilecek olan çipli nüfus cüzdanlarının yol açacağı bireylerin otomatik fişlenmesi yeniden tartışmaya açılmalıdır. Birey ve yurttaşların fotoğraf ve parmak izlerinin alınarak fişlenmesine ilişkin yetkiler kısıtlanmalı, süreleri daraltılmalı, insanların toplum içinde damgalı şekilde gezmesi önlenmelidir.
Bireylerin yaşamlarının önünde engel oluşturan önleme araması, kimlik sorma yetkisi hangi hallerde ve ne şekilde olmalıdır, bu daha açık bir hale getirilmeli, yurttaşın özgürlüğünü engelleyici bir konuma dönüşmemelidir.
Yurttaş sınır dışı olmadıktan sonra, ateş etme yetkisi tamamen yasak olacak şekilde yeniden düşünülmelidir. Ele geçirilemeyen ya da ele geçirilmesi mümkün olmayan diye bir anlayış bugün geçerli bir anlayış olmadığı gibi, yasa hükmündeki muğlak (örneğin “kamu düzenine uygun olmayan”, “kanunsuz toplantı”, “kamu düzeni”, “bozulan düzen”, “makul sebep”, “zorunlu olan süre”, “kat’i delil”, “genel ahlak ve adap”, “her türlü tedbir”, “direnmenin mahiyet ve derecesi”, “zorun derecesinin polis tarafından tayin ve takdiri”, “kişinin duyabileceği şekilde dur çağrısı” gibi) kavramlar ayıklanmalı ve netliğe kavuşturulmalıdır.
Yurttaşın muhbirleştirilmesi anlayışı terk edilmeli, muhbirliğe ödül verilmemelidir.
Polis Yetki Yasası’nın m. 16-8. fıkrasında yer alan, “Dur-vur” hükmü kaldırılmalıdır.
Toplumun da polis örgütü ve uygulamalarını denetleme mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Aynı yaklaşım, şehir merkezleri dışında iç güvenlik görevini yerine getiren jandarma için de düşünülmelidir.
Bu düşüncelerden hareketle, yeni bir yasa çalışması yapılmalı ve 17 Aralık 2004 Avrupa Birliği zirvesinden bu güne terk edilen Avrupa Birliği süreci yeniden işler hale getirilmeli, insanlığın kazanımları terk edilmemelidir.