Mesajı Okuyun
Old 19-12-2011, 22:46   #2
Mozkul

 
Varsayılan Şikayet dilekçesinde şüphelilerin kimlikleri açıkça yazmasa bile ....................

Merci : Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Tarih : 22/06/2010
Esas No : 2010 / 16-114
Karar No: 2010 / 154

ÖZET : Şikayet dilekçesinde şüphelilerin kimlikleri açıkça yazmasa bile kim oldukları belliyse dilekçe reddedilemez.

DAVA :

Müşteki vekili 18.07.2008 tarihli dava dilekçesiyle, sanıkların alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mevcudunu eksiltmek suçunu işledikleri iddiasında bulunması üzerine, "İİK'nun 345. maddesine göre hükmi şahsın temsilcisi hakkında dava açılması gerektiği, bu şahıslar hakkında davanın CMK'nun 170/3. maddesinde belirtildiği şekilde açık kimliğinin olması gerektiği, şirket yetkilisi şeklinde belirtmenin sanığı belirlemediği ve davanın usulüne uygun açılmadığı" gerekçesiyle davanın reddine ilişkin A.. 11. İcra Ceza Mahkemesince verilen 21.10.2008 gün ve 1220-2000 sayılı hüküm, müşteki vekili tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 15.06.2009 gün ve 3489-4269 sayı ile;

".... Şikâyetçi vekilinin 18.07.2008 tarihli şikâyet dilekçesinin ilgili bölümünde 'şüpheliler; T.... F.... F.... G.... San. Nak. ve Tic. Ltd. Şti'nin Temsil ve İlzama yetkili kişi veya kişiler' yazmasına ve dilekçe içeriğinden ve yine dilekçesine eklediği Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinden ( 2 Şubat 2005 tarih ve 6231 sayılı ) şirket ortak ve yetkilisi olarak sanıklar E.... B.... ve L.... B....olduğunu belirtmesi nedeniyle, dilekçede şirket yetkililerinin isminin belirtilmediği söylenemez. Hal böyle olunca, yargılamaya devamla sanıklar hakkında şikâyetin esası hakkında olumlu veya olumsuz karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi...." isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel mahkeme ise, 15.12.2009 gün ve 135-319 sayı ile;
".... Ceza Hukuku mevzuatımızda bir kişi hakkında dava açılabilmesi için öncelikle maddi eylem olması, maddi eylemi işleyen kişinin failin belli olması, failin atılı suçları işlediğine dair delil veya kuvvetli emarenin olması ve fail olan kişinin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması, hakkında dava açılarak iddianamenin kabulünden itibaren sanık sıfatını alması gerekmektedir.

Şirket yetkilisi diyerek sanık hakkında dava açılması, suça sonradan sanık yaratılmasını gerektirir, Hukuk Sistemimizde suçtan sanığa erişmek ve hakkında dava açılıp sanık sıfatını aldıktan sonra yargılamanın yapılması gerekmektedir. Bunun iddianamede icra suçlarında, dava dilekçesinde sanığın açık kimliğinin belirtilmesiyle olur ve bu maddi eylemden dolayı sadece bu kişiler hakkında yargılamaya devam edilir. Böyle bir belirleme olmadığında usulüne uygun dava açılmış sayılamayacağı, İİK'nun 345. madde gereği davanın reddi gerekeceği, haklarında usulüne uygun açılmış bir dava bulunmayan şirket yetkililerinin hakkındaki davanın reddi gerekeceği..." gerekçesiyle ilk hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" istemli 07.05.2010 gün ve 17645 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR :

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan uyuşmazlık; müşteki vekili tarafından mahkemeye verilen dava dilekçesinin başlık kısmında şüphelilerin isimlerinin belirtilmesinin zorunlu olup olmadığına ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden:

Müşteki vekili tarafından verilen 18.07.2008 tarihli dava dilekçesinin başlık kısmında şüpheli olarak herhangi bir isim belirtilmeden "T.... F.... F.... Gıda San. Nak ve Tic. Ltd. Şti.ni temsil ve ilzama yetkili kişi veya kişiler- Organize Sanayi Bölgesi Arsin- T.." ibaresinin yazıldığı, dilekçenin içeriğinde davaya konu alacağa ilişkin belgelerin altına E.... B.... ve L.... B....'ın imzalarının bulunduğu hususunun ayrıntılı olarak açıklandığı, ayrıca bu kişilerin şirkete %50 oranında ortak oldukları, 15 yıl süreyle tek başlarına ve birlikte şirketi temsile yetkili müdür oldukları dilekçe ekinde sunulan 02.02.2005 günlü Ticaret Sicil Gazetesinden anlaşılmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Yasası, bu yasa kapsamında çıkan hukuksal sorunların en kısa ve basit bir şekilde çözümlenmesi yöntemini benimsemiş ve buna bağlı olarak da, yasada düzenlenen suçlara ilişkin 346 ila 354. maddeleri arasında farklı bir yargılama usulü öngörmüştür.

Yasakoyucu 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasası ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 ve 06.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5582 sayılı Yasalarla İİY'nın çeşitli maddelerinde değişiklik yapmasına karşın bu özel yargılama usulünü bazı küçük değişiklikler dışında aynen korumuştur.

5237 sayılı TCY'nda, cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, yasada kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Yasası ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç haline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel yasalardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Yasaya uyarlanması amacıyla 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe konulan 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasanın 7. maddesi ile yasalarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak, İcra ve İflas Yasası'nda, yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.

Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören yasa koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Yasa ile İcra ve İflas Yasası'nın 16. bab kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemiştir. Bazı suçların re'sen takibi öngörülmüşken bazı suçların ise takibi şikayet koşuluna bağlanmış, bu husus da suç tanımının yer aldığı maddelerde, "bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur", "alacaklının şikayeti üzerine", "ilgilinin şikayeti üzerine", "zarar gören alacaklının şikayeti üzerine" ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.

İcra ve İflas Yasası'nın 331. maddesinde; "Haciz yolu ile takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu; alacaklısını zarara sokmak maksadıyla, mallarını veya bunlardan bir kısmını mülkünden çıkararak, telef ederek veya kıymetten düşürerek hakiki surette yahut gizleyerek muvazaa yoluyla başkasının uhdesine geçirerek veya asıl olmayan borçlar ikrar ederek mevcudunu suni surette eksiltirse, aleyhine aciz belgesi aldığını veya alacaklı alacağını alamadığını ispat ettiği takdirde, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

"...Bu suçlar alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur" şeklinde düzenlenmiş bulunan "alacaklısını zarara sokmak kasdiyle mevcudunu eksiltme" suçu da kovuşturması şikâyete tabii olup dava açma yöntemi, İİY'nın 349. maddesinde;

"Şikâyet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.

İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.

İcabında merci, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.

Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.

Maznun, şikâyeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.

Şikâyetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikâyet hakkı düşer.

Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur" şeklinde açıkça gösterilmiştir.

Şikâyet, aynı Yasanın 346 ve 347. maddeleri uyarınca yetkili kılınan icra ceza mahkemesine "fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl" içinde yapılmalıdır.

Görüldüğü gibi, yasa koyucu bu suça ilişkin olarak, 5271 sayılı CYY sisteminden farklı bir yöntem benimsediğinden, CYY hükümleri değil, İİY hükümleri uygulanmalıdır. Bu husus Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 gün ve 16-28 sayılı kararında da açıklanmıştır.

Dava açan belge olması nedeniyle müşteki tarafından icra ceza mahkemesine verilecek olan şikâyet dilekçesinin, şüpheli veya şüphelilerin isimleri ve şikâyet konusu olaya ilişkin bilgileri taşıması zorunlu olmakla birlikte, bu dava dilekçesinin 5271 sayılı CYY'nın 170. maddesinde belirtilen iddianamenin bütün şekil koşullarını içermesi zorunluluğu bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Müşteki vekili tarafından, yerel mahkemeye sunulan 18.07.2008 tarihli şikâyet dilekçesinin başlık kısmında şüphelilerin isimleri yazılmamış, ancak yerine "T.. Foşa Fındık Gıda San. Nak ve Tic. Ltd. Şti.ni temsil ve ilzama yetkili kişi veya kişiler" ibaresi yazılmış, dilekçenin içeriğinde şüphelilere atılı eylemler isimleri de belirtilmek suretiyle açıklanmış,şüphelilerin müşteki bankadan kullandıkları kredilere karşılık imzaladıkları taahhütnamelerin miktar ve tarihleri belirtilmiş, bununla da yetinilmeyerek şüpheliler inanılan limited şirketin %50' şer oranda ortakları ve 15 yıl süre ile tek başlarına ve birlikte temsile yetkili müdürleri olduğunu gösteren ticaret sicil gazetesinin fotokopisi de eklenmiştir.

Bu durum karşısında, şikâyet dilekçesinden şüphelilerin kimlikleri hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşıldığından, dilekçede şüphelilerin isimlerinin bulunmadığını söylemek olanaklı değildir. Dilekçenin başlık kısmına şüphelilerin isimlerinin yazılmaması bir eksiklik ise de, yukarıda açıklanan şekilde dilekçenin içeriğiyle bu eksiklik giderilmiştir.

Öte yandan şikâyet dilekçesinin başlık kısmına şüphelilerin isimleri yazılmadığı için davanın reddine karar veren yerel mahkemenin, bozma sonrasında dilekçede şüpheli olarak ismi geçen E.B.'ın savunmasını talimat yoluyla alması ve direnme hükmünde; "sanık E.B. kendisini vekille temsil ettirdiğinden, 160 TL vekâlet ücretinin müştekiden alınarak sanığa verilmesine" karar vermesi de şüphelilerin kimliklerinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde dilekçede yazıldığının bir kanıtıdır.

Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.


SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- A.. 11. İcra Ceza Mahkemesinin 15.12.2009 gün ve 135-319 sayılı direnme kararınınBOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.06.2010 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.