Mesajı Okuyun
Old 20-05-2010, 16:07   #5
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan Örnek karar

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 17.03.2009 T., Esas: 2009/679, Karar: 2009/3299: “Dava, satış vaadi sözleşmesine dayanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davalı, iyi niyetli tapu maliki olduğunu, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının ayni hakkına üstünlük tanınarak şahsi hakka dayanan davacının davası reddedilmiştir. Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
Kaynağını Borçlar Kanunu'nun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanunu'nun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re'sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.
Somut olayda dayanılan 17.11.2005 günlü sözleşme biçimine uygun düzenlenmiştir. Ancak, vaat borçlusu tarafından sözleşmeden sonra taşınmazların tapuda 26.04.2007 tarihinde davalıya satıldığı anlaşılmaktadır. Şahsı hak ile ayni hakkın yarışması halinde kural da ayni hakka değer tanınması gerekir. Ne var ki, ayni hak sahibinin kötü niyetli olduğu ve şahsi hakla sağlanan sözleşme sonuçlarını bertaraf etmek amacıyla satışın yapıldığı iddia edilmişse bu hususun yani davalının kötü niyetli malik olup olmadığı hususu üzerinde durulması gerekir.
Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyi niyetten maksat hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir. Belirtilen ilke, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. madde de “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güven koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
Satış vaadi sözleşmesi ilgilisine ancak kişisel hak sağladığından, bu hak, kural olarak tapu ile kendisinden sonra malik olan mülkiyet hakkı sahibine karşı ileri sürülemez. Yukarıda da belirtildiği üzere ayni hak ile şahsi hakkın yarışması halinde ayni hakka üstünlük tanınır. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi tapuya şerh edilmemişse kural olarak, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesi uyarınca tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanım mm korunması icab eder.
Ne var ki, vaadi sözleşmesine dayanan vaad alacaklısı, satış vaadi sözleşmesi tapuya şerh edilsin ya da edilmesin tapu ile mülkiyet hakkı kazanan kimsenin mülkiyeti kötü niyetli kazandığı her zaman ileri sürebilir. Bu gibi durumlarda sorunun Türk Medeni Kanunu'nun 1024. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekecektir. Gerçekten, kayıt malikinin mülkiyeti kötü niyetle kazandığı ileri sürülmüşse, üçüncü kişinin ayni hakkın yolsuz olarak tescil edildiğini bilen veya bilmesi gereken şahıs olup olmadığına bakılması gerekir. Çünkü, Türk Medeni Kanununun 1024. maddesi uyarınca bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmişse bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişilerin yolsuz olan bu tescile dayanma olanakları yoktur ve yasa ve uygulamadaki deyimiyle bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan ve hukuki sebepten yoksun bulunan tesciller yolsuz tescil sayılacağından, hakkı zedelenen üçüncü kişinin iyi niyetli olmayan malike karşı doğrudan doğruya şahsi hakkına dayanması mümkündür.
Bütün bu anlatılanlardan sonra mahkemece yapılması gereken iş; gösterildiği takdirde davalının kötü niyetine ilişkin delilleri toplamak, özellikle kadastro mahkemesinin 2003/389 esasında kayıtlı dava dosyasındaki maddi olaylar incelenmek suretiyle davalının durumunu tartışmak, böylelikle oluşacak sonuç dairesinde bir hüküm kurmak olmalıdır.
Değinilen yönler bir yana bırakılarak davanın yazılı bazı gerekçelerle reddedilmesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”

Saygılarımla...