Mesajı Okuyun
Old 24-09-2014, 14:00   #17
hukukcu

 
Varsayılan

Madde diyor ki: "Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir."


Kararın kesinleşmesi kısmı biraz düşündürücü. Türk Hukuku'nda sürelerin başlaması ya mahkeme kararına, ya olay tarihine, ya işlem tarihine göre başlar, ayrıca bazı süreler de tebliğ ile başlar. Kesinleşme tarihi, tamamen kalem memurunun ve posta idaresinin hızına ve çalışmasına göre değişken bir tarihtir. Hiç bir avukat, herhangi bir kararın ne zaman kesinleşeceğini bilemez, zira avukatın kontrolünde ve bilgisinde olan bir durum değildir. Taraflardan birisi adresinde bulunamaz, tebligat evrakı geri gelebilir. Evraklar tam gelse bile, kalem memuru kesinleşme şerhini daha sonra düzenleyebilir. Kesinleşmenin neredeyse günlük takip edilmesi gerekir ki, bu da pratikte imkansızdır. Hal böyleyken, kesinleşmeden itibaren iki hafta süre koymak insafsızlıktır. En azından, kesinleşme tarihinin öngörülebilir olması gerekir.

http://journal.yasar.edu.tr/wp-conte...der-YILMAZ.pdf adresinde yayınlanan Ejder Yılmaz Hoca'nın makalesindeki bazı bölümleri alalım:
Kanun, belirttiği bu sürelerin bir kısmının başlama anını da (ya
tarih olarak ya da başka bir olgu veya oluş şeklinde) belirtmiştir.
Süreler, genellikle, taraflara tebliğ tarihinden başlar (m.91, 1/ilk yarım cümle)

Kanunda açıkça öngörülen hallerde ise, tefhim (yüze karşı sözle bildirim) tarihi esastır (m.91, 1/ikinci yarım cümle).

Kanunun çeşitli maddelerinde de bu esasa uyularak, ilgili sürenin tebliğle/tefhimle başlayacağı açık bir şekilde belirtilmektedir.
Ancak, sürenin başlangıcının tebliğ veya tefhim olmadığı haller de vardır.

Örneğin:
- Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, bu karar
verildiği anda kesin ise bu tarihten; kesin değilse, süresi içinde
kanun yoluna başvurulmayarak kararın kesinleştiği tarihten itibaren
iki hafta içinde işlem yapılması gerekir (m.20, 1).
- Tarafın, hâkimi red sebebini davaya bakıldığı sırada öğrenmiş
ise en geç öğrenmeden sonraki ilk duruşmada ileri sürmesi gerekir
(m.38, 1).
- Mahkeme, hâkimi red sebebiyle doğan disiplin para cezasının
tahsili için dosyanın geliş tarihinden başlayarak iki hafta içinde
gereğini yapar (m.42, 6).
- Eski hale getirme talebi, işlemin süresinde yapılmamasına
sebep olan engelin kalkmasından itibaren iki hafta içinde talep
edilmelidir (m.96, 1).
- Hukuk Muhakemeleri Kanununun tayin ettiği sürelerin bitmesi
adlî tatile (20 Temmuz ilâ 31 Ağustos) rastlarsa, bu süreler, ayrıca bir
karara gerek olmaksızın adlî tatilin bittiği günden itibaren bir hafta
uzatılmış sayılır (m.104, 1).
- Belirsiz alacak davası açan davacı, alacağın miktarının belirlenmesinin
mümkün olduğu anda talebini arttırabilir (m.107, 2).
- Duruşma günü tayini için taraf başvurusu gereken hallerde,
(taraf başvurmadığı için) gün tespit ettirilmemişse, son işlem tarihinden
başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır (m.150, 3).
- Dosyası işlemden kaldırılan dava, işlemden kaldırıldığı
tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenebilir (m.150).
- Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden
itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır
(m.180, 1).
- Bilirkişiyi red talebinin, red sebebinin öğrenilmesinden itibaren
en geç bir hafta içinde yapılması şarttır (m.272, 2).
- Öte yandan örneğin, İş Mahkemeleri Kanununa (m.8) göre, iş
mahkemelerindeki (8 günlük) temyiz süresi tefhimden itibaren başlar; bazı kadastro davalarında süre, askı tarihinden başlar (Kadastro
K. m.11).

Verdiğim bu örneklerden de anlaşıldığı üzere, sürenin
başlangıç tarihinin yanlış bilinmesi, sürenin kaçırılmasına ve hak
kayıplarına yol açabileceğinden bu hususun doğrusunun bilinmesi,
büyük önem göstermektedir.


Ejder Hoca'nın burada belirtmiş olduğu süreler, önceden öngörülebilir veya sürenin başlangıcı olaya göre rahatlıkla tayin edilebilir. Ancak, kesinleşme meselesi öngörülebilir nitelikte değildir. Zira, Kasım 2013'de verilen kararın 10 Temmuz'da kesinleştiği bir örnek dosya biliyorum. Bu durumda, HMK 20. maddesinde yazılı olan kesinleşme tarihi belirlenebilir, öngörülebilir ve kontrol edilebilir bir tarih değildir. Bir Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği gibi:

Anayasanın 36. maddesinde “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki bir davaya bakmaktan kaçınamaz” hükmü düzenlenmiştir. Burada bahsi geçen “Adil Yargılanma hakkı” Anayasal bir hüküm olduğu gibi, yerel mevzuatın (kanunların) üstünde kabul edilen ve ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de düzenlenmiştir. Adil yargılanma hakkının da birçok unsuru bulunmakla birlikte bizim ihtilafımızla ilgili olan kısmı, başvuru (dava) surelerindeki belirsizlik-kısalık ve çeşitlilikten kaynaklanan “öngörülebilirlik” ve “haklı beklenti” unsurlarıdır. Hukukta süre, soyut bir kavram olan “zaman”ın somut bir kesimini ifade eder.


Sonuç olarak, HMK 20. maddedeki kesinleşme süresinden itibaren öngörülen iki haftalık hak düşürücü süre, Anayasa'nın 36. maddesine de aykırıdır.