Mesajı Okuyun
Old 06-07-2011, 13:48   #14
atay

 
Varsayılan Adli Kolluk Hakkında Bir Değerlendirme

Polis teşkilatlarının nasıl kurulduğu ve sivil otoriteler altında ne şekilde konuşlandığı incelenirken, tarihsel süreç içerisinde her ülkenin sahip olduğu toplumsal, ekonomik, siyasi, idari ve hukuki deneyimler ile güvenlik, insan hakları ve devlet otoritesi algılamasının o ülkede nasıl bir seyir izlediğinin anlaşılmaya çalışılması önem arz etmektedir.

Dünya genelinde büyük ekseriyetle İçişleri Bakanlıklarının çatısı altında teşkilatlanan kolluk birimlerinin genel itibariyle iki temel görevi bulunmaktadır. Birincisi suçun önlenmesi, halkın huzur ve güvenliğinin sağlanması, diğer görevi ise ceza kanununda suç olarak kabul edilen fiillerin işlenmesi halinde, faillerin iz ve delilleriyle birlikte yakalanması ve adli makamlara teslim edilmesidir. Bu iki temel görevin ortak amacı; halkın huzur ve güvenliğini, kişi ve mülk emniyetini temin etmektir.

Ülkemizde, 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu, suç soruşturmasının başlatılması ve yürütülmesi görev ve yetkisini, savcılık makamının uhdesine vermiştir. Aynı kanuna istinaden, adli kolluk birimleri ile savcılık makamı arasındaki ilişkileri tanımlamak ve düzenlemek amacıyla adli kolluk yönetmeliği hazırlanmış, 2005 yılında İçişleri ve Adalet Bakanlarının onayıyla yürürlüğe girmiştir.

Mevcut sistem, İçişleri Bakanlığı’na bağlı kolluk teşkilatlarının, suç soruşturmasıyla bağlantılı adli görevlerini ifa ederken çok etkili bir savcılık kontrolü ve denetimi altında çalışmasını öngörmüştür. Kanun koyucunun bu tercihinde, temel hak ve özgürlüklerin korunması ile suçun aydınlatılması amacıyla yapılan soruşturmaya müteallik işlemler arasında bir çeşit denge ve kontrol sisteminin kurulmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Uygulamada kolluk boyutuyla yaşanabilecek her türlü ihmal ve kusur, önceden olduğu gibi yeni ceza hukuku sisteminde de adli makamların doğrudan müdahalesi ve yaptırımı altındadır.

Kolluk teşkilatlarının bazı alt birimleri mesailerinin önemli bir kısmını adli görevlere hasretmiş olsalar da, suç olgusuna karşı mücadele, kolluğun tüm birimleri arasında vazgeçilmez bir birlik ve bütünlük içerisinde yürütülmesi gereken bir süreçtir. Kolluk kuvvetleri önleyici ve idari görevlerini yerine getirirken birçok suçun işlenmesine engel olduğu gibi, işlenmiş bazı suçların aydınlatılmasına da yardımcı olmaktadır. Aynı şekilde adli vazifeleri olan birimlerin de birçok alanda çeşitli önleyici rollere sahip olduğu bilinmektedir.

Adalet Bakanlığı gibi başka bir Bakanlığa bağlı ayrı bir polis teşkilatının kurulması halinde, bu yeknesaklığın ve bütünlüğün, tamiri mümkün olmayacak şekilde zarar göreceği ve suçla mücadelede hayati önemi olan işbirliği ve bilgi paylaşımının zedeleneceği açıktır.

Bu durumun diğer muhtemel sakıncası da, suçla mücadeleye ayrılan kamusal mali kaynakların etkin ve verimli bir şekilde değerlendirilememe riskidir. Zira her birim kendine ait bina, ekipman ve araç-gereç talep edecek, farklı rütbe, terfi ve eğitim sistemleri, farklı tayin ve atama uygulamaları ile değişik maaş ve ödenek imkanları gündeme gelecektir. Tüm bu hususlar, genel bütçeye gereken miktarın üstünde bir maddi külfet getireceği muhtemeldir.

Bugün artık ikili seviyede ya da uluslar arası ve bölgesel çapta polis işbirliğini hedefleyen kapsamlı işbirliği ağları mevcuttur. Bu işbirliği mekanizmaları aracılığıyla ülke polis birimleri kendi aralarında, yürürlükteki ilgili ulusal ve uluslar arası mevzuata uygun olarak bilgi ve istihbarat değişimi yapmaktadır. Kolluk açısından farklı Bakanlıklar arasında bölünmüş bir yapılanmaya gidilmesi halinde bu işbirliğinin de sekteye uğraması kaçınılmazdır.

Gelişmiş ülkelerde, adli vazifeleri de olan kolluk birimleri ile savcılığın ayrı teşkilatlanmalar şeklinde yapılandığı; soruşturma (investigation) ve iddia makamı (prosecution) rolünün farklı eğitim programlarını ve mesleki becerileri gerektiren iki farklı fonksiyon ve meslek olarak kabul edildiği görülmektedir. Bununla birlikte her iki fonksiyonun da soruşturmaların hukuka uygun ve etkili yürütülmesi amacına hizmet edecek şekilde birbirini tamamlayan ve destekleyen bir fonksiyonel bağla ilişkilendirilmesine odaklanılmaktadır.

Hukuk sistemi ve idari yapılanma itibariyle ülkemizdeki durumla benzerlikleri, faklılıklarından daha fazla olan iki ülkeden örnek vererek konuyu mukayeseli ele almakta fayda vardır.

İtalyan ceza adalet sistemini kısaca incelediğimizde ülkemizdekine benzer durumların ve tartışmaların burada da var olduğunu görmekteyiz. Fransa’dan etkilenen İtalyan hukuk ve idari sistemi, kolluk teşkilatları bakımından çoklu bir yapıyı benimsemiştir. Örneğin, İçişleri Bakanlığına bağlı ulusal polis teşkilatı, Savunma Bakanlığı’na bağlı Jandarma teşkilatı, Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Polis Teşkilatı, Tarım Bakanlığı’na bağlı Orman Polisi, Adalet Bakanlığı’na bağlı cezaevi polisi, belediyelere bağlı belediye polisi ülkede görev yapmaktadır. Bunların dışında doğrudan savcılığa bağlı ya da adalet bakanlığı bünyesinde yapılandırılmış ayrı bir polis birimi mevcut değildir.

İtalya’da adli sistemin bir parçası olan ve mesleğin yürütülmesinde hâkimlik güvencesine ve bağımsızlığına sahip olan savcılık, diğer Avrupa ülkelerindeki örneklerine nazaran, ceza adalet sistemi içerisinde daha güçlü ve etkili bir konumdadır.

Ülkede, Türkiye’deki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun vazifelerini üstlenmiş, hâkim ve savcılardan oluşan bir ‘Adli Konsey’ bulunmaktadır. Bu Konsey, hâkim ve savcıların mesleğe alınması, atanması, yer değişikliği gibi konulara bakmakta ve gerektiğinde meslek içi disiplin kurallarını işletmektedir.

İtalya, uzun yıllardan beri ülkenin gündeminde olan ceza usul kanunu reformunu nihayet 1989 yılında hayata geçirebilmiştir. Bu reformun en önemli hedefleri, uzun süren yargılamaların kısaltılması ve suç soruşturmasında savcılığın pozisyonunun güçlendirilmesiydi. Bu kapsamda kolluk birimlerine, meydana gelen suç olaylarını 48 saat içinde savcılıklara yazılı olarak rapor etme yükümlülüğü getirilmiştir.

Ancak bu durum, uygulamada savcıların üstesinden gelemeyecekleri bir iş yükü ile karşı karşıya kalmalarına yol açmıştır. Ayrıca, soruşturmanın yürütülmesi görevi savcılığın uhdesine verilmiş olduğundan kolluk, savcılık talimatı gelmeden delillerin toplanmasına yönelik hiçbir bir işlem yapmaması gerektiği yönünde bir kanat geliştirmiş ve bu da, olayın hemen akabinde elde edilebilecek kıymetli bilgilerin kaybolması riskini beraberinde getirmiştir.

Buna ilave olarak, savcıların suç soruşturmasını yönetmek üzere değil kontrol etmek ve doğru yöne yönlendirmek üzere eğitim aldıkları, ekonomik suçlar, bilişim suçları ya da örgütlü suçlar da olduğu gibi üst düzey bilgi ve uzmanlık gerektiren suç soruşturmalarının yönetilmesinin ciddi bir tecrübe ve bilgi birikimini gerektirdiği konusu ülkede tartışılmıştır.

İtalya’da yaşanan bu tartışmaların ardından Ceza Usul Kanunu’nda yapılan değişiklikle ‘48 saat içinde’ ifadesi kaldırılmış, bunun yerine ‘gecikmeksizin’ ifadesi eklenmiştir. Dolayısıyla, bu ülkedeki tartışmalar, adli vazifeleri olan kolluğun nereye bağlanacağına sorusuna değil nitelik ve nicelik itibariyle yeterli seviyeye ulaşması gereken savcılık ofisleriyle kolluğun ne şekilde daha yakın bir işbirliği içerisinde çalışabileceği noktasına odaklanmıştır.

Adli polis biriminin Adalet Bakanlığı altında yapılandırıldığı nadir örneklerden birisi olan Portekiz’e baktığımızda ise, yaklaşık 60 yıl önce kurulan adli polis teşkilatının ilk 30 yılını savcılarla aynı binayı paylaşarak geçirdiğini görmekteyiz. Ancak daha sonraki dönemde savcılıklar mahkeme binalarına taşınmıştır. Bünyesinde polis, hâkim ve savcı kökenli adli polis amirlerinin var olduğu kolluk teşkilatın bu özelliği, kendi içinde koordinasyon bozukluklarına, karmaşaya ve iletişim zafiyetlerine sebep olurken aynı zamanda ortak kurum ve çalışma kültürünün gelişmesini de engellemektedir.

Ayrıca, Polis birimlerinin farklı bakanlıklar altında teşkilatlanmış olması, haliyle bilgi paylaşımında ve kaynakların etkin ve verimli kullanımı meselesinde önemli sıkıntıların yaşanmasına sebep olmaktadır. Aynı Bakanlık altındaki farklı kolluk teşkilatları arasında bile bazı koordine eksiklikleri yaşanırken Adalet ve İçişleri gibi iki farklı bakanlık altında polisin yapılandırılması, aralarındaki iletişimi ve diyalogu büyük ölçüde koparmıştır. Bu elbette suçla mücadelenin ayrılmaz parçası olan suç öncesi ve suç sonrası safhalar arasında yeterli bilgi ve tecrübe geçişine paylaşımına imkân vermemektedir.

Portekiz’de 1996 yılına kadar suç soruşturması yetkisi tek başına adli polis tarafından kullanılmışsa da, bu tarihten sonra, suçlarda görülen büyük artışa paralel olarak beş yıla kadar hapis cezası gerektiren suçların soruşturulması görevi diğer polis teşkilatlarına devredilmiştir. İhtiyaçtan kaynaklanan bu uygulama, farklı Bakanlıklar altında teşkilatlanan bu kolluk birimleri arasındaki çekişme, yetki tartışmaları ve sorunlara yenilerini eklemiştir.

Diğer polis teşkilatları da, şimdilik sadece adli polis bünyesinde bulunan kriminal laboratuara sahip olmayı, adli polis tarafından kullanılan teknik takip ve izleme, telefon dinleme, gizli soruşturmacı ve muhbir kullanımı özel soruşturma tekniklerini kullanmayı istemektedir ve kısmen de kullanmaya başlamıştır. Yaşanan ve gittikçe de artacağı tahmin edilen bu koordinesizlik ve çekişmeler nedeniyle, ayrı bakanlıklar altında teşkilatlanan Portekiz kolluk teşkilatlarının, Avrupa ülkelerinin çoğunda olduğu gibi İçişleri Bakanlığı altında toplanmasına doğru bir gidişat içinde olacağı tahmin edilmektedir.

Ülkemizdeki kolluk-savcılık makamı arasındaki ilişkiye tekrar dönecek olursak, bu ilişkinin geliştirilmesi ihtiyacını doğru parametrelerle anlamaya çalışmak gereklidir. Bazı polis birimlerini bir Bakanlıktan alıp diğer bir Bakanlığa bağlamak gibi beraberinde ciddi sorunları da getirecek yaklaşımlardan ziyade, ihtisaslaşma, personel açığının kapatılması, soruşturma tedbirlerinin etkin kullanımı, teknoloji, hızlı haberleşme ve iletişim gibi konularda somut adımların atılmasına ve geliştirilmesine odaklanılmasının daha yerinde olacağı kanaatindeyim.

Saygılarımla..