Mesajı Okuyun
Old 21-12-2013, 14:43   #6
Av. İbrahim YİĞİT

 
Varsayılan

Öncelikle teşekkür ediyorum. Ne var ki şimdiki düşüncem şu şekilde:

1. Müvekkilim adına davacı sıfatı ile dava açmış olsam da, onun adına sulh olup ibralaşmam nedeniyle artık kendisinin davadan bir menfaati kalmamıştır. Ortaklığın giderilmesi davalarının ayrıca özel bir konumu olduğu da malumdur. Davacı olarak takip edilmese dahi davalılardan her hangi biri tarafından sonuçlandırılabilir. Müvekkilimin taşınmazda bir hissesi kalmaması, kendisinin davacı sıfatının ortadan kalkması, avukatı olarak beni bu dosyaya şamil olmak üzere ibra etmesi ve doğal olarak artık benim de dosyada davacı vekili sıfatımın bulunmaması nedeniyle bu aşamadan sonra bir kısım davalılar lehine davayı takip edip sonuçlandırmam da davacının hukuki bir menfaati bulunmadığından yasa yönünden bir sakıncanın bulunmadığını düşünüyorum.

2. Her ne kadar yasa geçerlilik şartı olarak duruşma içi kabul beyanının sadece imza edilmesini yeterli görmekte ise de, kanun koyucu kabul beyanı verenin kimlik tespitinin yapıldığı celse kabul beyanının imza ile perçinlenmesi gerektiğini aramıştır düşüncesindeyim. Yasa koyucu ( şair burada ) "kimlik tespiti yaptığın celsedeki kabul beyanı veren kişinin (davacı-davalı) imzası şekil şartı açısından yeterlidir" demek istiyor. Yani duruşmaya katılan kişinin davalı ile aynı kişi olduğu kesin olarak belirlendikten sonra, davalının kabul beyanının hukuki neticelerini bilerek beyanını imzası şart koşulmaktadır. İmza beyanın davalı tarafından verildiğini ispat açısından önemlidir. Ne var ki imza atan kişinin o celsede kimlik tespiti yapılmamış olması, imza atan kişinin (kabul beyanı veren kişinin) davalı olduğunu göstermez. Örneğin davacının katılmadığı celseye 3. kişi gelerek ben davalı falan kişiyim. Davayı kabul ediyorum deyip beyanını imza etse bu kabul beyanı üzerine karar verilemez. Hakim beyanı verenin davalı olduğunu simasına bakarak anlayamaz. Kimliğine bakarak anlayabilir. Kabul beyanı hakimin ya da karşı tarafın rızasına da ihtiyaç duymamaktadır. O halde somut örnekte sarı çizmeli Mehmet ağa gelip davayı kabul edip, davalının hukuki durumunda değişiklik yapmış olacaktır. Tam da işte bu yüzden dava dışı kabul beyanında kimlik tespiti aranmaktadır. Yine örnekleyecek olursak; bizim sarı çizmeli Mehmet ağamız hakime hanımın odasına girse, ben muhabere edeceğim şu davada davalıyım deyip kabul beyanını içeren dilekçesini hakime hanıma verse, hakime hanım "imza atmayı unutmuşsunuz" dese ve 3. kişimiz hakim huzurunda dava dilekçesini imzalasa önceki örnekten ne farkı kalacak. Bu mahkeme dışı kabul beyanında hakim ve yasa açık olarak kimlik tespiti ile dilekçeyi alacak ve işlem yapacak. Önceki örnekte dava içinde de sadece hakim ve 3. kişi duruşma salonunda vardı ve 3. kişi kabul beyanını imzaladı. Sonraki örnekte dava dışı olduğu halde yine hakim ve 3. kişi vardı ama kimlik tespiti arandı. İşte tam da bunu diyorum. Kabul beyanı verip imza atan kişinin davalı olduğu o celse kimlik tespiti ile tetkik ve tasdik edilmelidir. Aksi halde usülen eksiklik olması nedeniyle kabul beyanı şekil şartı gereği geçerli değildir. Diye düşünüyorum.



T.C.

YARGITAY

8. HUKUK DAİRESİ

E. 2012/676

K. 2012/6663

T. 3.7.2012

• TAPU İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ ( Mal Ayrılığı Sözleşmesinden Kaynaklanan - Davalı Eş Adına Müstakilen Tapuda Kayıtlı Bulunan Taşınmazların Yarı Hissesinin Davacı Eşe Ait Olduğu Taraflarca Kabul Edildiğinden Davacı Eş Adına Tescili Gerektiği )

• MAL AYRILIĞI SÖZLEŞMESİ ( Tapu İptali ve Tescil İstemi - Davalı Eş Adına Müstakilen Tapuda Kayıtlı Bulunan Taşınmazların Yarı Hissesinin Davacı Eşe Ait Olduğu Taraflarca Kabul Edildiğinden Davacı Eş Adına Tescili Gerektiği )

• FERAGAT VE KABUL ( Karşı Tarafın Kabulüne Bağlı Olmayıp Belgelendirildiği Anda Davanın Kendiliğinden Son Bulacağı - Tapu İptali ve Tescil İstemi )

6100/m.311

1086/m.95

ÖZET : Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davalı eş sözleşme uyarınca dava açıldığını ve davayı kabul ettiğini beyan etmiştir. Kural olarak ve yerleşik Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşlere göre feragat, kabul gibi irade beyanları, yöntemine uygun bir biçimde belgelendirilmiş olmak koşuluyla maddi anlamda kesin hükmün bütün sonuçlarını doğurur. Feragat ve kabul tek taraflı tasarruflardan olup, hiçbir zaman karşı tarafın da kabulüne bağlı olmayıp belgelendirildiği anda dava kendiliğinden son bulur. Davalının usulüne uygun olarak alınan kabul beyanı gözönünde tutularak davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.

DAVA : G. A.'la İ. A. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının karar verilmesine yer olmadığına dair İzmir 11. Aile Mahkemesinden verilen 24.11.2010 gün ve 1146/924 Sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili; tarafların 5.8.1982 tarihinden beri halen evli olduklarını, aralarında A. 25. Noterliğinin 25 Aralık 2002 tarih ve ... yevmiye numaralı "Düzenleme Şeklinde Mal Ayrılığı Sözleşmesi" yaptıklarını, bu sözleşmeye göre mal ayrılığı rejimini kabul ettiklerini ve sözleşmenin 6. maddesinin yollamasıyla 3. sayfada yazılı bulunan ve halen davalı adına müstakilen tapuda kayıtlı bulunan taşınmazların yarı hissesinin vekil edenine ait olduğunun taraflarca kabul edildiğini, fakat sözleşmeye rağmen davalı eşin çeşitli bahanelerle taşınmazların 1/2 paylarının tapuda vekil edenine devir ve tesciline yanaşmadığını, 11 parça taşınmazın tapu kayıtlarının 1/2 pay oranında iptaliyle vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, 8.2.2010 tarihli duruşmada kimlik bilgileri tespit edilerek alınan imzalı beyanında; dava dilekçesinin hepsini bildiğini, ilgili tüm yerlerin doğru olduğunu, davaya konu yerleri iki ay içinde devretmeye hazır olduğunu, sözleşme uyarınca dava açıldığını ve davayı kabul ettiğini beyan etmiştir.

Mahkemece; dava konusunun şahsi hak olduğundan karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Kural olarak ve yerleşik Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşlere göre; H.U.M.K.nun 95. maddesine göre ( H.M.K.nun 311.m. ) feragat, kabul gibi irade beyanları, H.U.M.K.nun 151. maddesi ( H.M.K.nun m. 154, 155 ) hükmü uyarınca yöntemine uygun bir biçimde belgelendirilmiş olmak koşuluyla H.U.M.K.nun 237. maddesi ( H.M.K.nun 303.m. ) hükmünde düzenlenen biçimde maddi anlamda kesin hükmün bütün sonuçlarını doğurur. Feragat ve kabul tek taraflı tasarruflardan olup, hiçbir zaman karşı tarafın da kabulüne bağlı olmayıp belgelendirildiği anda dava kendiliğinden son bulur. Kaldı ki, iradeyi sakatlayan sebebi ispat etmek şartıyla Borçlar Hukuku kuralları çerçevesinde H.M.K.nun 311. maddesine göre kabulün iptali için dava açma imkanı bulunmaktadır.

Yukarıda açıklanan sebeplerle davalının usulüne uygun olarak alınan kabul beyanı gözönünde tutularak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken; yasal ve yerinde olmayan gerekçelerle yazılı şekilde, karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün açıklanan sebeplerle ve 6100 Sayılı H.M.K.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı H.U.M.K.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, H.U.M.K.nun 388/4. ( H.M.K.m.297/ç ) ve 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 03.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.