Mesajı Okuyun
Old 25-01-2007, 14:41   #28
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn.Tek,

Babanızın çektiği çileleri ben de 25 yıl çektim. İki mesleğin (ve eğitimlerinin) birbiriyle çok da benzer olmadıkları konusunda size katılıyorum. Sorumlulukları da çok farklı. Felsefi olarak hangi açılardan farklı oldukları ise o kadar açık, belirgin değil.

Başlığa itiraz etmişsiniz, fakat hangi başlık olduğunu ben algılayamadım. Dolayısıyla, bundan sonra söyleyeceklerim sizin kastettiğiniz konunun dışında kalırsa, kusuruma bakmayın.

Bir hakimin kararı toplumu mahkum edebilir. Bu doğru; ancak Sn.lawyercakir birşeyi gözardı etmekte: doktorluk sadece hasta tedavi etmekten ibaret değildir. İçmekte olduğunuz suların durumundan, marketten aldığınız paketlerin içeriklerine kadar hemen her şey hekimlerin sorumluluğunda olan veya olması gereken unsurlardır. Öte yandan; aşılama, iyi ve doğru beslenme ve salgınlardan korunmanın öğretilmesi gibi işler bire bir yürütülen tanı, tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden çok farklıdır. Maalesef toplum yanıltılarak 'Kalp nakli yapan' Dr.DeBakey 'kahraman' olarak tanınırken, sadece bir salgını erken farketmekle binlerce veya icabında milyonlarca insanı ölüm veya sakatlıklardan kurtarmış olan toplum sağlığı ilgililerinden kimse söz etmemektedir. Bunun elbette iki nedeni vardır: birincisi, bunun önemini anlatmaktaki zorluktur. Ağzınızla kuş tutsanız, toplumun vasat bireylerine yapılan işin önemini anlatamazsınız. Başlarına ortaçağdaki veba salgını gibi birşey gelmedikçe, veya ona ilişkin bilgileri olmadıkça. Öte yandan, salgınları önleme veya toplum sağlığını koruma ne ilaç şirketlerine, ne de tetkik cihazı veya onların sarf malzemelerinin üreticilerine çok para kazandırmaz. Dolayısıyla, reklam dürtüsü ortaya çıkmaz. Toplum sağlığı faaliyetlerinin belki bir kısmı aşı üreticilerine para kazandırır, ama bu kazanç diğerlerinin yanında devede kulak kalır. (milyonlarca insana MR çekildiğini, kan kültürü yapıldığını ve pahalı antibiyotikler verildiğini hayal edin; ve bunu basit bir karantina önlemi ve aşılamanın masrafıyla karşılaştırın)

Önceki iletimde işin bir diğer yönünü ihmal etmiş olduğumun farkına vardım. Öykü bireysel tanı ve tedaviyle ilişkili olduğundan, diğer boyutlarını ihmal ettim. Kusura bakmayın. Ama herşeye rağmen bu iki bilimin (HUKUK ve TIP) birbirinden çok da farklı olmadıklarını düşünmeyi sürdürüyorum. Her ikisi de temelde toplumun hastalıklarını tedavi etmek için çalışmakla birlikte, daha çok bireylerin hastalıklarıyla ilgilenmek zorunda kalan (daha da doğrusu bırakılan), hadi kutsal demeyeyim, ama 'ulvi' mesleklerden.

Toplumların asiller ve köleler diye ayrıldıkları zamandan modern topluma geçişte geçici bir süreyle krallar, prensler ve derebeylerinin 'doktorları' vardı. Bu eğilimin hala bazı yönleriyle sürmekte olduğunu (ör: cumhurbaşkanı' nın doktoru) görmekteysek de, artık tek bir doktorun herşeyi bilmesi mümkün olmadığı için sadece 'sağlık danışmanı' olarak çalıştıklarını değerlendirmemiz gerekir.

Aslında, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu yasası uygulanabilmiş olsaydı, ülkemizdeki herkesin bir 'doktoru' olacaktı. Fakat sistem buna izin vermedi. Onun yerine sadece parası yetenlerin 'doktorları' olmasıyla sonuçlanan bir geçiş dönemi geçiriyoruz.

Bunu hukukçular açısından değerlendirirsek, toplumdaki adaletle ilgilenen fakülteler, ve mahkemelerdeki görevlilerin hakim olduğu bir dönemden; daha iyi, daha uzman avukatların, daha yüksek paralarla tutuldukları bir düzene geçilmekte. Hakimler ve savcıların elleri giderek daha çok bağlanırken, avukatların uzmanlık alanları keskinleşmekte, aldıkları ücretler artmakta. Bunun sonucu olarak da adalet, kaçınılmaz olarak, parası çok olanlar lehine tecelli etmekte.

Nasıl hukuk dünyasındaki bu değişim adaletin toplumsal tecellisinde erozyona yol açarken, bireyin haklarının korunması açısından avantajlar getiriyorsa; tıp dünyasında da toplum sağlığını korumaktansa bireyin tanı ve tedavisine odaklanmanın avantajlarını öne çıkarmaktadır.

Görünüşte bireyin gücü artıyor gibi ise de, iyi ve dürüst hekimlerin söyleyegeldikleri üzere, bu durum toplum açısından daha zararlı bir duruma yol açmaktadır. Eminim ki adalet sistemimiz açısından da paralel bir değişim yaşanıyor olmalıdır.

Kapitalizm gelişip, küreselleşme (kapitalin uluslarüstüleşmesi) sürecine girdiğinde bunların olması kaçınılmazdı. Belki de tek antidodu, işgücü ve meslek örgütlerinin küreselleşmesidir; fakat henüz o süreç ortada yoktur. Olmasına da izin verilmemektedir.

Dolayısıyla, maalesef, iki mesleğin farklılığı yolundaki görüşünüze katılmam mümkün değil. Teknik yönden elbette; yoksa iki farklı meslek doğmazdı; ancak felsefi açıdan aralarında fark olduğunu düşünmüyorum. Her ikisi de feodal düzenin yıkımında önemli rol oynamış 'uzmanlık dalları' sınıfından burjuva meslekleridir ve her geçen gün gelişmektedirler. Bugün batıda hala asil soylulardan tıp ve hukuk adamlarına rastlayabilirsiniz. Ancak bunlar artık % 1 lerin altındaki azınlıklardır. Benzer durum da ülkemizde hukukçu çocuğunun hukukçu, tıpçı çocuğunun tıpçı olması gibi tecelli etmektedir. Ama bunlar da en iyi ihtimalle batıdaki asil soylular yüzdesinde kalırlar. Dolayısıyla artık ne feodal düzenden söz edilebilir, ne de meslekler hegemonyasından.

Ne acıdır ki, buna rağmen, küresel sermayenin itelemesi karşısında durarak toplum yararını gözetecek küresel meslek kuruluşları hala kurulamamıştır. Bunun sonucu olarak da bizler hala bu tür öykülere malzeme olmaya devam etmekteyiz.

Ben öyküyü hem tıp, hem de hukuk adamlarına yönelik ironik bir eleştiri olarak değerlendiriyorum. Bizleri veya mesleklerimizi temelde toplumla değil, bireyi yolmakla ilgilenen insanlar olarak gösteren ve aşağılayan bir yaklaşım bu.

Müstahak olduğumuzu düşünmeden edemiyorum ...