Mesajı Okuyun
Old 23-02-2007, 15:12   #91
Hekimbaşı

 
Varsayılan Hak, özgürlük, gerekçe, bilim, tez

Sn.Ahu,

Duygularınızı da içeren içten açıklamalarınız, ve bunları bize aktarmak için harcamış olduğunuz zaman için teşekkür ederim; etkilendim. Aynı içtenlik ve açıklıkla yazmaya çalışacağım.

Öncelikle, sadece ben ifade etmiş olduğumdan dolayı benim düzeltmem gerektiğini düşündüğüm, bir yanlış algılamaya değinmek isterim. Üreme dürtüsü ile annelik içgüdüsünün ayrık (yani tümüyle birbirinden bağımsız) olmadıkları, birbirini tamamlar nitelikte oldukları; bunun ileri evrim basamaklarındaki canlılar için bir gereklilik olduğu mesaj 77, 7. paragrafta yer alır. Ama hemen ardından, 8. paragrafta da (sizin deyiminizle) 'birbirlerine yapışık' olmadıkları, ikisi arasındaki bağlantının insanda ne kadar zayıf olabileceğine işaret edilmektedir. Bu esnekliğin sadece insan türüne özgü olduğuna, ve bu esnekliğin toplumsal yaşamın gelişmesi sonucunda ortaya çıktığına yapılan vurgulara dikkatinizi çekerim. Sadece bu bile toplum yapısının neden insan uygarlığı için önemli olduğunu göstermeye yeterli.

Sizin için önem taşıdığı izlenimini edindiğim bir konuyu da açmak isterim izin verirseniz: '(a) bebeği içinde hissetmek, (b) doğururken çektiği acının -çabanın, (c) bekleme heyecanının da farkında olmak' bizlerin ne yazık ki mahrum kaldığımız, gerçekten bambaşka bir deneyim olmalı. Ancak, bunların annelik içgüdüsüyle doğrudan ilişkileri olduğu değerlendirmesini yapmak pek doğru olmuyor; çünkü mesela sezeryan doğumlarda (b) yok; ayrıca, ben her ne kadar karşı çıksam da, bazı ülkelerde uygulaması olan taşıyıcı annelikle edinilen çocuklarda da, ne (a), ne (b), ne de (c) söz konusu olmadığı halde, büyütende annelik içgüdüsü yine de gelişiyor. Kaldı ki, başkasından devralınan, bulunma vb yollarla gizlice edinilen çocuklar da var; onları büyütenlerde de annelik içgüdüsü görülüyor (Bu da nereden çıktı demeyin, bizlerin bu kişileri ihbar etmemiz söz konusu değil, sizlerin pek haberi olmaz, ihbar ederse başkaları eder.). Bizler aralarında saptanabilir bir kalite farkı bulamıyoruz. Biyolojik anneler ile edinilmiş çocukların annelerinin çocuklarına farklı yaklaştıklarına ilişkin bir kanıt yok demek belki daha doğru. Çocuğunu ihmal eden, sokağa bırakanların yüzdeleri mesela, farklı değil, hatta ters. Öte yandan; yukarıda saydıklarınızın kadında bir farkındalık yarattığı ve çocuğa sahiplenme duygusunun derinlerinde bu farkındalığın büyük etkisi olduğu da ortada. Emzirme ise; ceninle gebe arasındaki fiziksel ağırlıklı bağın, doğumdan sonra anneyle çocuk arasında kurulacak olan psikolojik ağırlıklı bağa yumuşak geçişi gerçekleştirerek bu farkındalığın annelik içgüdüsü haline gelmesinde büyük rol oynuyor. Emzirebilecekken emzirmeyi reddetme hallerini incelediğimizde, psikolojik nedenlerle bu yola giden annelerin aynı zamanda annelik içgüdüsünü geliştirmekte de zorluk çektiklerini görüyoruz. Ama, elbette buna dayanarak emzirmenin annelik içgüdüsü için olmazsa olmaz şart olduğu söylenemiyor, çünkü ortada her ikisine de yol açabilecek bir psikolojik etken mevcut. Emzirmenin bu etkilerini gözönüne alarak; bütün annelere, bebeklerini emzirmeseler bile emzirirmiş gibi ten teması kurarak beslemelerini öneriyoruz. Maalesef, emzirmeyi psikolojik nedenlerle reddedenler bunu da yapamıyor. Umarım, edinilmiş çocuklarla ilgili bu veriler yardımcı oluyordur.

Evlatlık ve bakıcı aile kurumlarının formalitelerini gözden geçirmek ve değiştirmenin yararlı olabileceği konusunda farklı düşünmediğimizi duymaktan mutlu oldum. Geç edinilen evlatlıkların bebeklik (infant = 2 yaşın altı) döneminde edinilenler kadar kolay benimsenmediği görüşünüz de çok isabetli. Keşke aileye teslimden sonraki denetimi daha sıkı hale getirerek teslim öncesi süreyi kısaltabilsek; değil mi?

Beni böyle konular açıldığında toplumu yozlaştırma bahanesiyle kadınların haklarını kısıtlamak için çaba gösterenler arasında değerlendirmemişsinizdir diye umuyorum. Aslında bunu söylediğinizi de düşünmüyorum zaten. Buna rağmen, değişik biçimde yeniden söylemekte yarar görüyorum: Eleştirilmeme özgürlüğü isteminizi, toplumun geleceği ve çıkarlarını tehlikeye atmadığı sürece, sonuna kadar haklı buluyor ve destekliyorum. Ancak çözümün, bunu bir hak olarak yasalara koymak değil, toplumun değişim ve gelişimi için çaba harcamak olduğunu düşünüyorum. Yani yöntemi nedene göre seçelim diyorum. Eğer ille de yazmanın yararı olacağı görüşünde iseniz; ki bunun için sıraladığınız o bir dizi olumsuz şey bence de gerekçe olarak değerlendirilebilir; onlara yönelik önlemleri koyalım veya ağırlaştıralım; ama o durumda bile, 'sperm bankasından tek başına gebe kalma amacıyla yararlanma' diye bir hakkın tanımlanmasını kabul edemem. Bunda o kadar da ısrarlıysanız, ve ille de bu bir hak olarak yer alsın diyorsanız; şimdiden öngörebileceğimiz olası sonuçlarına uygun bir toplum tasarlayıp, yasamızı orada doğacak sorunları da içerecek biçimde kaleme alalım. Yani, prospektif yasalar yazalım. Bilmiyorum ama, bu herhalde hukuk tarihinde ilk olacaktır, bir tez konusu bile olabilir belki. Hukukun hep toplumun gerisinde kaldığından yakınanlara da bir cevap olur, susarlar artık.

Saygılarımla,

Not: (Biraz uzun ama, affedin)

Aslında çok gerekli değil ama, bir ifadeniz nedeniyle ele almakta yarar görüyor ve genel olarak sohbetlerimiz sırasında hekim olmayanların beni anlamasında kolaylık yaratacak bir konuya daha değinmek istiyorum. Maalesef, bizim mesleğimizde kullandığımız bilim, sizinki gibi insan yapımı unsurlardan oluşmuyor. Bunun çok sıkıntısını çekiyoruz. 'Bilimsel mi, tez mi' demişsiniz. Bizim 2 x 2 = 4 gibi bir bilimsel gerçeğimiz, veya yaratanın yazdığı bir kurallar kitabımız hiçbir zaman olmadı ki! Keşke olsaydı, işler çok kolay, bizim vicdanlarımız da çok rahat olurdu. İleride olabilir mi, onu da bilmiyorum, olacağını da hiç sanmıyorum, çünkü o zaman yaratan haline gelirdik (Bu bir tek tanrılı inanç meselesi tabii, farklı inacınız varsa, sizi rencide etmek istemem). Bazen bir konuda onlarca görüş olabilir, bizler onlardan duruma en uygun düşenin hangisi olduğunu seçmek durumunda kalırız. Ama bu seçim, yapacağımızla ilgili olmaktan çok, vakayı nasıl değerlendireceğimizle ilgilidir; yani tanıyla. Tedaviyle ilgili görüşler de birden çok olabilir, onlardan da en uygununu seçmek zorundayızdır. Ama bu seçimi sürekli değerlendirmelerle gözden geçirmemiz ve gerekirse değiştirmemiz gerekir. Bazen de en geriye, tanıya kadar dönme durumuyla karşı karşıya kalmamış hekim yoktur. Bu bizim beceriksizlik veya bilgisizliğimizden çok, yaratılanın çok karmaşık, değişkenlerin sonsuza yakın sayıda, en azından sıralanamayacak kadar çok, ve çoğunun bilinmiyor olmasındandır. Burada diğer disiplinlerden insanlarla sohbet sırasında da en uygunlardan bir derleme yapmak gerekiyor elbette. Hukukçu bakış açısıyla bunların hepsi (sen)tez sayılır; çünkü asla kesinliği olamaz. Mühendis bakış açısıyla da öyledir. Çok çarpıcı bir örnek vereyim: bir erişkinden 5 litre kan kaybı olmuşsa, o ölmüştür, o kadar kayıp olmaz bile. 3 litre olmuşsa, çok ağır kan kaybıdır, ama ölmeyebilir. 2 litreyle hemen kimse ölmez, ama tedavi gerekir. Fakat Ahmet, 100 mililitre kan kaybıyla, hem de doğrudan kan kaybı nedeniyle ölmüş olabilir. Bazen şansımız yaver gider, bunun bildiğimiz bir başka kolaylaştırıcı nedenle ilişkisini buluruz; bazen hiçbirşey bulamayız; bazen de kitaplarda ve geçmiş deneyimde yer almayan birşey bulur, seviniriz. Zaten, hep bu nedenle yuvarlak fiillere çok rastlarsınız. Noktalar, virgüller, fiiller ve çekimlere dikkat edilmesi, başlangıçtan bitime dek söylenenlerin tümünün bir arada değerlendirilerek; söylenmeyenlerin de göz önünde tutulması gerekir. Bizim metinleri okuyan ve bu gözle bakmayan herkes ayrı bir fikre ulaşabilir. Bu bir alışkanlık meselesi, bizde refleks oluşmuş artık. Ama şurası kesin: söylediğimiz hiçbir şey kesin değildir; en iyi ihtimalle o sırada genel kabul gören (aslında mantıklı görünen ve aksi kanıtlanamamış demek daha doğru) görüşlerin biraraya getirilmiş en uygun ifadesidir. Kısacası, size ... yasası ... madde ... fıkra demem mümkün değil. En az 5 sayfadan oluşan referans listesi dökmek durumundayım, ve bunları hazırlamak için günler harcamam gerekir. Biz bunu sadece bilimsel yayın hazırlarken yaparız ve gerçekten zorlu bir iştir. Zaten, her zaman benim size sunduklarımdan farklı görüş ve gerekçeleri olan en az bir hekim bulmanız mümkündür (mesela burdaki 'en az bir' ve 'bulmak mümkündür' çok önemlidir; bulursunuz demek değil; bulunabilir, ama bulunmaması daha büyük olasılık demektir). Yani, bu gereksiz bir çaba olacaktır; herhalde beni bundan affedersiniz. Çünkü konunun hukukçu ve mühendislerin anladığı anlamda bir bilimsel gerçek haline getirilmesi asla mümkün olamayacaktır. Yerçekimi var olduğunda elma, her zaman yere düşmeyecektir. Hastalarla konuşurken, sadece sahip olduğumuz son bilgiler çerçevesinde, kesinlik değil ama belirsizliğinin sınırları ölçülebilmiş ifadelerle konuşuruz elbette. Ama 'midenin bir kısmını alacağız, turp gibi olacaksın inşallah' bu kapsamda değil tabii ki.