Mesajı Okuyun
Old 26-12-2004, 23:07   #18
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Yaşamlar ya da "Kayıp Romanlar"


Vedat Türkali’nin yeni romanı Kayıp Romanlar, gecikmeli de olsa okur karşısına çıktı. Gecikmeli diyorum; çünkü talihsiz bir kaza yaşamamış olsaydı yazarımız, romanı 13 Mayıs’tan itibaren okuyor olacaktık elbette.

Yeni romanımız, bir aşk etrafında dönen maddi ve manevi yaşamları, ilişkileri, süreçleri anlatan derinlikli bir kitap. Sade aşk ilişkisine takılıp kalmak olası mı, Türkali kitaplarında?

Aşk temasının çevresine Türkiye’nin yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasi süreci, değişen ve sığlaşan kültürler, eski sol ifadesinin tartısı ve ülke sınırları içinde nefes almaları bile tehdit unsuru sayılan “öteki”lerin hazin dramı kondurulmuş.

Güven romanının sonunu Seher ile Turgut’un bundan sonraki yaşamlarına yönelik bir takibe bağlayan ve bu izleyişi okurun yapmasını isteyen Türkali, bu izi yeni romanında bir başkasının yaşamına karışarak sürdürüyor. Ancak “Bir Gün Tek Başına” adlı ilk romanını aratmayacak ölçüde güzel ve çarpıcı bir aşk ile karşımıza çıkıp, okuru şaşırtıyor.

Roman sayfaları arasında ilerledikçe karşımıza bir Seher- Turgut ilişkisinin çıkmasını bekleyeduralım, 78’lik Doktor Nahit ile 27’lik Esme aşkı küçük esintilerle kavrayıveriyor benliğimizi.

Türkali’nin son romanı söylenildiği gibi TKP’nin sürecine ait değil, tüm yaşanmış süreçlerin sonundaki bir ayrıntıya ait.

Bu kadar kesinlik kazandırdığım bu tümcenin nedeni, kitapta TKP’ye ilişkin değinmelerin yalnızca ortada dönen yüklü bir paranın peşine düşülmesiyle somutlanması. Kitap bir aşk ilişkisini, ama yadırganacak farktaki bir aşkı anlatıyor.

Yaşamı ödünç terazilerde tartanların öyküleri bu kadar yer tutmuşken edebiyatta, “suçu suyun üzerine atmadan” aşk yaşayanların edebiyatta korkunç bir yaş faktörüyle kendini sunması, ilişkileri de var oluş biçimlerini de kılcallarına ayırmak değil de nedir?

85 yaşındaki Vedat Türkali, roman öncesindeki tüm söyleşi ve değinmelerinde bu romanının Güven’in devamı, ardılı niteliğinde olacağını söylemişti. Yeni romanımız, Güven’in Seher ile Turgut’un buluşup ilerleyerek bittiği yerden başlayacaktı. Öyle ya, sol söylemcileri zedeleyen “eski tüfek, eski sol” bu çağda ne yapıyordu?

Nasıl yaşıyordu?

O şaşaalı dönemler geride kalmış, ödenecek bedeller ödenmiş, ölenler ölmüş, yaşayanlar yollarına devam etmişlerdi. Ama hangi çizgi ve dizgedeydi yürünülen bu yol? Tüm darbelerin silindir gibi ezip geçtiği, baskılardan incelen ruhlarını onarmak için ilerlemiş yaşlarıyla kendilerini tanık kıldıkları yeni tarihe nasıl uyum sağlamışlardı?

Şimdilerde eskiye özlem yok muydu, vardı. O zaman fırsat bulunsa da -disiplin gereği- illegal yaşanan aşklar su yüzüne çıkmış, yaşanmıyor muydu?

“Neden geç kaldın?”, “Neden erken koştum yaşama?” soruları, tüm yaş farkını ortadan kaldırmak için söylenen ilk sözlerden değil miydi?

Seher ile Turgut’un yön gösterdiği yolda başka bir ilişkileniş yakalayacaktı okuru: Doktor Nahit ve Esme!

Esme zamanı yaşayandı, hem de hoyratça, biçimsizce…

Acıları vardı ve belki de okura sezdirilmeyen yalanları. Doktor zamanı anlayamamaktan yakınıyordu, çünkü yaşamın ona sunduğu aklın ve kalbin son kullanma tarihi hızla yaklaşmaktaydı. Aradaki kocaman 51 yaşa karşın Esme’nin kendisine duyduğu sevgiyi bir yanıyla isteyen, aklına ve yüreğine yedirmeye çalışan Doktor, diğer yandan şaşkınlığını gizleyemiyordu:

Bu yaş farkına rağmen nasıl olur da sevebilir beni?

“Cinsellik yaşı geçmiş erkeklerde genç kızlar ne arar?” diye sormuyor mu?

Soruyor ve inanmak istemiyor o genç kızı yanı başında tutan tek gerçekliğin önceki yaşanmışlıklardan kalan düş kırıklığı olduğuna. Bir gönül sığınağı olduğunu kabul etmiyor Nahit. Ve yine tespit ettiği gibi aslında Esme, “yadırgamaya başladığı kimsesizliğine bir kimseydi.”

Esme de bu farkı kafasında toz duman etmiş, işin sırrına eremeyince düşünmekten vazgeçip, biraz fazla hayali davranmaya başlamıştı. Hayaliydi; çünkü yaşadığı ilişkiden dolayı üçüncüleri kendi adına dert etmiyordu. Nasıl da rahattı!

İlişki bu biçimiyle gayet romantik bir edayla sürerken kendimizi bir İstanbul keşfinde buluyoruz bu kez. Panoramik İstanbul turu atıyoruz çiftle. Doktor Nahit, gençlik yıllarının İstanbul’unu anlatıyor, elinden tutup köşe bucak gezdiriyor Esme’sine. İstanbul’da uzun yıllardır yaşayan ama o kenti henüz kılcalına kadar bilemeyenlere de kısa yoldan bir mihmandarlık bir bakıma.

Oya Baydar’ın Erguvan Kapısı’ından sonra bir araştırmacı gözüyle İstanbul’u gezişim iki oluyor. Birinde aranan gizli kapı, diğerinde gençlik yılları…

Doktor Nahit bugünü genç sevgilisi ile yaşarken, kendini de o yaşlarda hissetmek için İstanbul’u bıraktığı yaşa dönüyor.

İnsan sesine konmayı akıl eden kuş ise aşk, bam telini kızdıran zamanın neden kanadı kırık her daim?

Belki Esme ile Nahit’in pek inandırıcı gelmeyen aşkında kuru adımlar aramak yanlış.

Türkali o aşkı bu ciddi yaş farkına karşın doğurduğuna göre, gerçek hayatta izleri de vardır kuşkusuz. Çünkü 80 yaşındaki Nahit ve yaşıtları, gençlik yıllarında tozu dumana katmış, geldikleri son durağın son otobüsünü beklerken duygusallaşmışlardı. Gerçek sevgiden uzak, daha koruma ve korunma güdülü, temelinde şefkat ve başucunda bir bardak su verebilecek insan özlemidir aşk artık.

O durakta kısa bir an bile olsa beklerken, asıl beklediğini unutturmuştur yaşadığı heyecan ona. Soluk mavi ışıkları geçmiştir artık, fludur zamanın merdivenleri.

Esme gençliği, heyecanı ve aklıyla Doktor Nahit’e yakışmış, Doktor Nahit geç ama daha bir genç döndüğü İstanbul’una… İstanbul Türkali’ye yakışmış, Türkali de yeni romanı ve yeni aşklarıyla biz okurlarına…
Sahi, Seher ile Turgut’a ne olmuştu? Onlar bu yüzyılın sokaklarında birer “ne”ye dönüşmüşlerdi? Hala yanıtsız bu sorular.

Ama az çok tahmin ettiğimiz gibi, Seher de, Turgut da bir süre birbirlerine tek miras kaldıklarını anımsayıp, yaşamışlar, sonra Turgut kitapta önümüze konulan avcı doğası gereği Seher’i yazgısıyla bir başına koyup, uzak yerlerde, uzak hikayelerle yaşamaya devam etmiştir kuşkusuz.

Güler YILDIZ
28 Kasım 2004 22:53
sansursuz.comdan alıntıdır.