Mesajı Okuyun
Old 04-12-2009, 14:58   #8
halit pamuk

 
Varsayılan

Sayın Ergül,

Gerekçedeki maddi vakıalarla, hüküm kısmındaki tespit ve edaya ilişkin hukuki durumu birbirinden ayırt etmek gerekir.

1. El atmanın önlenmesi davasında hüküm kısmında da mülkiyete ilişkin olarak bir tespit yapıyor. Bu nedenle mülkiyete ilişkin olarak yapılan bu tespit, kadastro davasında ya da iptal ve tescil davalarında kesin hüküm niteliğinde olduğunu düşünüyorum.


7. hukuk dairesi Esas : 1990/828 Karar : 1992/17806 Tarih : 17.09.1992 sayılı ilamında;




"Dava konusu taşınmazın kadastro tesbitine dayanak yapılan ve davacı Mehmet adına olan 5.3.1957 gün ve 481 sayılı tapu kaydı ile davacı tarafından kadastro tesbitinden önce 22.10.1986 gününde söz konusu tapu kaydına dayanılarak davalı Fahrettin aleyhine açılan dava sonunda, davalının elatmasının önlenmesine karar verilerek kesinleşmiş olan Boğazlıyan Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.8.1987 gün ve 986/305 esas, 987/136 karar sayılı ilamının kapsamında kaldığı, mahkemece yapılan keşif ve uygulama ile saptanmıştır. Esasen taraflar arasında bu konuda uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Davalı Fahrettin, taşınmazın davacı tarafından 3.8.1966 gününde Tevfik’e adi senetle satıldığını, Tevfik ile kardeşi Mustafa arasında yapılan paylaşmada Mustafa’ya kaldığını ve Mustafa’dan da kendisiyle birlikte diğer mirasçılarına kaldığını savunmuştur. Uyuşmazlığın çözümü davacının dayandığı kesin hükme mi, yoksa davalının savunmasında ileri sürdüğü tapu dışı satışa mı değer verilmesi gerektiği yönünde toplanmaktadır. Kesin hükmün bulunması halinde taraflar arasında sonradan ortaya çıkan uyuşmazlıkların, kesin hüküm çerçevesinde incelenip sonuçlandırılması zorunludur. Zira, kesin hüküm olumsuz dava koşullarındandır. Bu davanın tarafları ile el atmanın önlenmesi davasının tarafları aynı kişiler olup davanın konusu ve sebebi de aynıdır. O halde, davacının dayandığı ve dava konusu taşınmaza davalının elatmasının önlenmesine ilişkin ilam bu dava yönünden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237. maddesinde öngörüldüğü şekilde kesin hüküm oluşturur. Diğer taraftan, dava konusu taşınmazın tesbitten üç yıl öncesinden tesbit gününe kadar davacının zilyetliğinde olduğunu da tanık ve bilirkişiler haber vermişlerdir. Şu duruma göre, mahkemece kesin hükme değer verilmek suretiyle davanın kabulüne ve taşınmazın davacı Mehmet adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken, yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 17.9.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


2) Hatta Yargıtay daha da ileri giderek, gerekçedeki maddi vakıları dahi "kesin kanıt" niteliğinde olduğuna karar vermiştir.

" .... Davacı, davalı köy tüzel kişiliğinin kendisne ait taşınmaza haksız yere al atarak, toprak aldığını ve sattığını ileri sürerek 695.200 liranın tahsilini talep etmiştir. Mahkeme davalının davalı köyün taşınmazdan toprak aldığını ve sattığının kanıtlanamdığından davayı reddetmiştir- Davacının bu davadan önce, davalıya karşı açtığı dava sonuçlanmış ve davalı köyün "gerçekleşen el atmanın önlenmesine" karar vermiştir. Bu kararın kesinleşen gerekçesinde "davalının davacının taşınmazından toprak aldığı ve sattığı" olgusu kabul edilerek bu sonuca varılmıştır. Kuşkusuz el atmanın önlenmesi kararı ve bu kararda gerçekleşen maddi olgu, kesin hüküm niteliğinde değildir; ancak kesin kanıt niteliğindedir. Bu dava içinde özelliği olan kesinleşmiş maddi olgunun, mahkemece tartışılmaması zorunludur. Değişik ggörüş çelişik mahkeme kararlarını ve bunundoğal sonucunda, yurttaşın yargıya oaln inancının sarsıldığı ortamı çıkarır. Mahkemenin yukarıda açıklanan kesin kanıta karşın bu kesin kanıtı ortadan kaldıracak nitelikte olmayan yeniden topladığı kanıtları tartışarak davayı reddeden mahkemenin kararı usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonucunda; mahkemenin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır." (HGK 27.03.1985, 4/215-257)