Mesajı Okuyun
Old 04-05-2012, 12:46   #9
GECE

 
Varsayılan

Taahhüdü ihlal ile ilgili bir kaç yargıtay kararı sunuyorum, işinize yarar umarım:

* YARGITAY CEZA GENEL KURULU:
Tarih22.01.2002Esas No2001/17-294Karar No2002/1
TAAHÜDÜ İHLAL SUÇU - SÖZLEŞMEDEN DOĞAN BORÇLAR - SANIK LEHİNE DÜZENLEMELER GETİREN ANAYASAL DÜZENLEME - SANIĞIN BORCUNU HANGİ NEDENLE VEYA NEDENLERLE YERİNE GETİREMEDİĞİNİN ARAŞTIRILMASI GEREĞİ
İcra ve İflas Kanunu (İİK) (2004):
MADDE 111\MADDE 340\MADDE 8\MADDE 106\MADDE 110\MADDE 331
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982 Anayasası) (2709): MADDE 38
Borçlar Kanunu (BK) (818): MADDE 1\MADDE 3\MADDE 117
İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliği: MADDE 20
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme) (AİHS): MADDE 5\Protokol No 4
ÖzetBorçlu sanık hakkındaki icra takibi sırasında borcunu 1.8.2000 tarihinde ödeyeceğini bildirmiş, bu talebi kabul edilerek kabul muhtırası borçlu-sanığa tebliğ edilmiştir. Üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesi gerekir.
İçerik"Anayasa m. 38, sözleşmeden kaynaklanan borcunu yerine getirmeyenin değil, getiremeyenin hürriyetinin kısıtlanamayacağı hükmünü içermektedir. Öyleyse, borcunu yerine getirebilecekken getirmeyenler, bu yasaktan yararlanamazlar. Bu çerçevede, İİK. md. 340'daki makbul sebep kavramını dar yorumlayan ve makbul sebebi örneğin, borçlu ya da onun talimatıyla başkası tarafından taksitin yatırılmasına imkan bulunmamasıyla ya da postadaki gecikmelerle sınırlayan bir uygulama, Anayasa md. 38'e aykırı olacaktır.
Ödeme şartını ihlal suçundan ödeme şartı, alacaklı ve borçlu arasında karşılıklı rıza ile yapılan bir sözleşmeye dayanıyorsa, bu suçu hükme bağlayan İİK. md. 340'daki "makbul sebep", ceza hukukundaki "beklenmeyen durum" olarak anlaşılırsa ve borçlunun gelir elde edip, taksiti ödemesini engelleyen beklenmeyen durumlarda ceza verilmesi yoluna gidilmezse, sözü geçen suç Anayasa md. 38'e aykırı olmayacaktır."
Yine öğretide Dr. Şeref Ünal (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 329 ve 330. sh.) konuya ilişkin olarak; "bu hüküm borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödemeyen bir borçlunun, bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir.
Birinci halde, yani kendi kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak borçlunun hile ile veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde, protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir.
Akde muhalefetin suç sayılarak hapis cezasıyla cezalandırılabilmesi için, yasal unsurlarının bulunması gerekir. Örneğin, borçlarından kurtulmak için ülkeden kaçma hazırlıkları yapan bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, sözleşmeye aykırı sayılmaz.
Nitekim, bu gerekçeyle İİY'nın 331 ve onu izleyen maddelerinde kötü niyetli borçlular için cezai müeyyideler öngörülmüştür. Buna göre, alacaklısını zarara sokmak kastıyla malvarlığını eksilten, borç ödemeden aczine kendi fiiliyle sebebiyet veren borçluların hapis cezasıyla cezalandırılmaları mümkündür. Bu gibi hallerde yasal dayanak İİY'nın söz konusu hükümleri olduğu için, borçluların cezalandırılması, Protokolün bu hükmüne aykırı sayılmamalıdır.
Borcun ifasının imkansızlığı, sonradan borçlunun mali durumunun bozulması yüzünden ortaya çıkabileceği gibi, başlangıçta, yani akdin yapıldığı anda da söz konusu olabilir. Örneğin, BK'nun 117 inci maddesine göre, "borçluya isnat olmayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa, borç sakıt olur." Bu ikinci halde borç kendiliğinden ortadan kalkacağından, borcun ödenip ödenmemesi zaten söz konusu değildir." şeklinde görüş bildirmiştir.
Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Borçlu sanık hakkındaki icra takibi sırasında borcunu 1.8.2000 tarihinde ödeyeceğini bildirmiş, bu talebi kabul edilerek kabul muhtırası 8.8.2000 tarihinde borçlu-sanığa tebliğ edilmiştir.
İİY'nın 340.maddesi uyarınca "alacaklının muvafakatı ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasanın 38. maddesinin 9. fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı M. Kaban; "Yalnızca sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı bir kimsenin özgürlüğünden alıkonulamayacağına ilişkin, 4709 Sayılı Yasa ile Anayasanın 38. maddesine eklenen kuralın uygulanabilmesi için iki koşulun bir arada bulunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi yükümlülüğün doğrudan doğruya sözleşmeden kaynaklanması, araya başka bir otoritenin girmemesi, ikincisi ise, borçlunun ihmal ve kusuru olmaksızın bu yükümlülüğü istese bile yerine getiremeyecek olmasıdır. Öğretide de anılan fıkranın uygulanma koşulları uluslar arası temel metinlerden yararlanılarak bu şekilde açıklanmaktadır. (Prof. Tekin Akıllıoğlu, Age. sh. 7, Yard. Doç. Dr. İbrahim Ercan, Mukayeseli Hukuktaki Düzenlemeler) Alacaklının muvafakatıyla kararlaştırılan ödeme şartı, geçerli ve kesinleşen icra takibi esnasında yapıldığından, dolayısıyla araya kamu otoritesi girdiğinden, geçerli ve kesinleşen icra takibi esnasında yapıldığından, dolayısıyla araya kamu otoritesi girdiğinden, yükümlülüğün yalnızca sözleşmeden kaynaklandığını kabule olanak bulunmaktadır. Ayrıca, İİY.'nın 340. maddesinde ödeme koşulunun makbul bir sebep olmaksızın ihlali yaptırım altına alınmış olup, bu olgu "yerine getirememeyi" de kapsadığından, taahhüdü ihlal suçunun özgürlüğü bağlayıcı nitelikteki yaptırımın Anayasanın 38. maddesinin 9. fıkrasındaki yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği,
İki kurul üyesi ise; Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında ileri sürülen görüşlerin haklı nedenlere dayandığı ve itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 22.1.2002 gününde yasal oyçokluğuyla karar verildi.



* Yargıtay
Ceza Genel Kurulu Tarih 25.05.2004 Esas No2004/16-104Karar No2004/120
TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU - GETİRİLEN ANAYASAL DÜZENLEMENİN GÖZETİLMESİ GEREĞİ
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982 Anayasası) (2709):
MADDE 38
İcra ve İflas Kanunu (İİK) (2004): MADDE 340
ÖzetÜst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Zira Anayasa, borcu yerine getirmeyeni değil, ekonomik acz içinde olup bu nedenle borcunu yerine getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılmaları artık zorunludur.
İçerikDava: Taahhüdü ihlal suçundan sanık İ.D'nin İİY'nın 340 ve TCY'nın 59. maddeleri uyarınca 25 gün hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin İzmir 2. İcra Ceza Mahkemesi'nce 13.02.2002 gün ve 11663-753 sayı ile verilen kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesi'nce 08.10.2002 gün ve 10330-10135 sayı ile;
"4709 Sayılı Kanunla Anayasa'nın 38. maddesinin son fıkrasına "Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alı konamaz" hükmü eklenmiş, bu hüküm 17.10.2001 gün ve 24556 sayılı mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasa'nın açık hükmü karşısında sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremeyen kişilere yaptırım olarak hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi mümkün değildir.
Sanığa İİK'na aykırı davranışı nedeniyle hürriyeti bağlayıcı ceza tayin ve takdir edilmiştir. Şikayetçi ile sanık arasındaki temel ilişki sözleşme hukukundan kaynaklanmaktadır.
Anayasa hükmünün üstün norm olması, sonradan yürürlüğe girmesi, yaptırım yönünden sanık lehine düzenleme yapılmasını zorunlu kılması karşısında kanun koyucu tarafından yeni hüküm doğrultusunda yasal düzenleme yapılmasının beklenmesi ve sonucuna göre uygulama yapılması gerekir" gerekçesiyle hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 06.05.2003 gün ve 12180-1270 sayı ile; " .Anayasa Mahkemesi'nin 21.11.2002 tarih ve 2001/415 Esas 2002/166 Karar sayılı hükmü ile İİK'nun 340. maddesindeki kuralın, doğrudan sözleşmeden doğan yükümlülüğün yerine getirilememesi olmayıp, kamu otoritesince yürütülen cebri İcranın etkinliğinin sağlanması olduğu, dolayısıyla yasada öngörülen yükümlülüğün sözleşmeden değil yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle Anayasa'nın 38. maddesinin 8. fıkrasına aykırı olmadığına karar verilmiştir. Bu durumda İİK'nun 340. maddesinin Anayasa'ya aykırılığından söz edilemeyeceğinden, kanun koyucu tarafından yeni yasal düzenleme yapılmasının beklenmesine de gerek bulunmamaktadır" gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu kararın da sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığı'nın "bozma" istekli 26.01.2004 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Ceza Genel Kurulu Kararı

Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa'nın 38'inci maddesine 4709 Sayılı Yasa ile eklenen "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğa bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükmünün İcra İflas Yasası'nın 340'ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, dolayısıyla da 4709 Sayılı Yasa ile Anayasa'ya eklenen hüküm doğrultusunda bir yasal düzenleme yapılmasının beklenilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Özel dairece yerel mahkeme kararının, yakınan ile sanık arasındaki temel ilişkinin sözleşme hukukundan kaynaklandığı ve Anayasa'nın 38'inci maddesine 4709 Sayılı Yasa ile eklenen son fıkra uyarınca, çıkarılması gerekli yeni yasanın beklenmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmesinden sonra, konumuzu ilgilendiren İİY'nın 340'ıncı maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, 28.02.2003 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 21.11.2002 gün ve 415-166 sayılı kararında, söz konusu maddede belirtilen yükümlülüğün sözleşmeden değil yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle iptal isteğinin reddine karar vermiştir.
İcra ve İflas Yasası'nın "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan 340'ıncı maddesinde;
111'inci madde gereğince veya alacaklının muvafakati ile İcra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.
Anılan yasada, yukarıda açıklanan yargısal kararlardan sonra 17.07.2003 tarihinde 4949 Sayılı Yasa ile çeşitli maddelerinde değişiklikler yapılmışsa da uyuşmazlık konusunu ilgilendiren 304'ıncı maddesi değiştirilmemiş, kural aynen korunmuştur.
Bu nedenle yasa koyucunun iradesinin de Anayasa Mahkemesi'nin kararındaki gerekçeye uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun 22.01.2002 gün ve 294-1 sayılı kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, anılan maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa'nın 38'inci maddesinin 9'uncu fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Zira Anayasa, borcu yerine getirmeyeni değil, ekonomik acz içinde olup bu nedenle borcunu yerine getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılmaları artık zorunludur. Yerel mahkemenin direnme gerekçesi, bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yasal düzenlemeye uygundur.
Ancak, Ceza Genel Kurulu'nun ve özel dairelerin süreklilik gösteren kararlarında da açıklandığı üzere, İİY'nın 340'ıncı maddesindeki suçun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faiz, vekalet ücreti, icra harç ve giderleri ile birlikte belirlenmesi, böylece borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gereklidir. Bu miktar belirlenmediğinde borçlunun hangi miktar için taahhütte bulunduğu, bu taahhüdün kabulünün hangi miktarın nazara alınarak yapıldığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanamayacağından, ödeme koşulunun ihlali halinde cezai sorumluluk doğmayacaktır. Oysa somut olayda, 18.06.2001 tarihinde yapılan haciz sırasında düzenlenen tutanakta, taahhüt edilen borç miktarının ne olduğunun açıklanan şekilde belirlenerek, rakamsal olarak gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla sanığın ödeme koşulunu yerine getirmemesi nedeniyle cezai sorumluluğu doğmadığından, mahkumiyetine karar verilmesi olanaksız olduğu için isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı'na tevdiine, 25.05.2004 tarihinde tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.



* YARGITAY CEZA GENEL KURULU
E.2001/8-151 K. 2001/169 T. 25.9.2001
• TAAHHÜDÜ İHLAL ( Taahhüt Edilen Miktarın Az Olmasına Bakılmaksızın Taahhüdünü İhlal Eden Sanığın Cezalandırılması )
• HACİZ ESNASINDA BOCUN ÖDENMESİNİN TAAHHÜT EDİLMESİ ( Taahhüt Edilen Miktarın Az Olmasına Bakılmaksızın Taahhüdünü İhlal Eden Sanığın Cezalandırılması )
2004/m.340
ÖZET : Borcundan dolayı kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlatılan icra takibinin kesinleşmesi üzerine yapılan haciz sırasında borçlu sanığın borcunu ödemeyi taahhüt ettiği, alacaklı vekili tarafından da kabul ve taahhüdü kabul muhtırasının da yöntemine uygun olarak borçlu-sanığa tebliğ edilmesine karşın borcunu ödemeyip taahhüdünü yerine getirmeyen sanığın borç miktarına bakılmaksızın cezalandırılması yasaya uygundur.
DAVA : Taahhüdü ihlal suçundan sanık Veysel'in İİY.nın 340: maddesi uyarınca 1 ay hafif cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ( Akhisar İcra Ceza Mahkemesi )nce 21.7.2000 gün ve 465-801 sayı ile verilen kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesince 16.5.2001 gün ve 5148-10660 sayı ile;
"Takibe konu borcun miktarı ve günün ekonomik koşulları gözönünde alındığında; borçlunun, alacaklıyı kayda değer bir zarara soktuğu kabul edilemeyeceği gözetilmeden, yazılı biçimde mahkumiyet hükmü kurulması" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise, 26.6.2001 gün ve 128592 sayı ile;
"İİK. 111. maddesi taksitle ödemeyi 340. maddesi de "111. madde mucibince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu, ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlu, alacaklının şikayeti ile tetkik mercü tarafından bir aydan üç aya kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılır." demektedir.
Madde metninden de açıkça anlaşılacağı gibi borcunu ödemek için taahhütte bulunan borçlu bu taahhüdünü yerine getirmediği takdirde cezalandırılacağı belirtilmiştir.
İİK. 337. maddesi mal beyanında bulunmama halinde cezai yaptırımı hüküm altına almış, son cümlesi de şayet alacaklı, borçlunun borca yeter haczi kabil malını bildiği veya bilmesi gerektiğini ispat olunması halinde ceza verilmeyeceğini belirtmiştir.
Bu husus içtihatlarla geliştirilmiş asgari ücret tutarındaki bir alacak için herkesin üzerinde bulunabileceği kabul edilmiş bu miktardaki bir borçtan dolayı takip halinde borçlu mal beyanında bulunmaz ise 337/1-son cümlesi dayanak gösterilerek ceza tertibine yer olmadığına karar verilmeye bağlanmıştır. Bu arada dayanak İİK. 337/1-son cümlesidir.
Taahhüdü ihlal suçunu işleyenler hakkında ise İİK. 340 ve devam eden maddelerinde Yargıtay Sekizinci Ceza Dairemizin kararını destekleyen bir hüküm bulunmadığı gibi dayanak bir maddede yoktur.
İİK. 354. maddesi de "Kanunun bu babında yazılı suçlardan takibi şikayete bağlı olanların müştekisi feragat eder veya borcun itfa edildiği sabit olursa dava bütün neticeleri ile beraber düşer" denilmektedir.
Taahhüdü ihlal suçunun müeyyide altına alınmasının amacı, borçlunun rızası ile ödemenin ne zaman yapılacağı sözünün verilmesi bu sözün yerine getirilmemesi halinde cezalandırılacağını borçlunun bilmesidir. Müeyyide altına alınan husus verilen sözde durulmamasıdır. Borcun miktarının az veya çok olması önemli değildir. Bunun yanında kendisine yukarıda İİK. nun 354. maddesinde belirtildiği gibi az olan borcun ödenmesi halinde ceza verilemeyeceği daha doğrusu dava bütün neticeleri ile düşeceği konusunda kanun bir hak vermiştir.
İİK. 340 ve 354. maddeleri açıkken borç miktarının günün ekonomik koşulları gözönüne alındığında, borçlunun alacaklıyı kayda değer bir zarara sokmadığı düşüncesi bu maddelerin lafsına ve ruhuna aykırı düşmektedir." görüşüyle itiraz yoluna başvurarak Özel daire kararının kaldırılmasına ve hükmün onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, somut olayda sanığa yüklenen taahhüdü ihlal suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
İcra ve İflas Yasasının 340. maddesi hükmü ile aynı Yasanın 111. maddesine göre yapılan taksitle ödeme taahhüdüne veya takibin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatı ile İcra Dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesine ilişkin taahhüde, geçerli bir neden olmaksızın uyulmaması eylemleri yaptırıma bağlanmıştır. Görüldüğü gibi borçlunun, borcun tamamını kapsayacak şekilde taahhütde bulunması halinde, maddede borç miktarının ya da bir başka anlatımla taahhüdün yerine getirilmemesinden doğan zararın miktarının esas alınarak bir düzenleme yapılmadığı açıktır. Hukuken geçerli bir taahhüdün gerçekleşmesinden sonra, borçlu-sanığın taahhütde bulunduğu taksitlerden birini yerine getirmemesi ile suç oluşacaktır. Burada korunan yarar, alacaklının yapılan ödeme taahhüdüne güvenidir. Suç ilk taksitin ödenmemesi üzerine oluştuktan sonra artık sonraki ihlallerin yeni bir suç oluşturmamaları da bunu göstermektedir. Zira yaptırım altına alınan, ödeme taahhüdüne olan güvenin sarsılmasıdır, yoksa ödeme taahhüdüne esas olan alacak-borç miktarı değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alınıp değerlendirildiğinde; Sanık aleyhine 50.000.000 lira borcundan dolayı kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan icra takibinde örnek 163 nolu ödeme emri 6.12.1997 tarihinde usulünce tebliğ edilip, takibin kesinleşmesi üzerine 13.1.2000 tarihinde yapılan haciz sırasında borçlu-sanık toplam 152.000.000 lira olan borcu, 30.4.2000 tarihinde ödemeyi kabul ve taahhüt etmiştir. Bu taahhüdünün alacaklı vekili tarafından kabul edilmesi üzerine, 29.1.2000 tarihinde taahhüdü kabul muhtırasının borçlu-sanığa usulünce tebliğ edildiği ve bu muhtırada borç miktarının açıkça toplam 152.000.000 lira olarak gösterildiği anlaşılmaktadır. Sanık taahhüdünü yerine getirmemiştir. Bu itibarla Yerel Mahkemenin taahhüdü ihlal suçunun oluştuğunu kabul ederek kurduğu mahkumiyet hükmü isabetli olduğundan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyeleri ise, "Özel Daire bozma kararı haklı nedenlere dayanmakta olup isabetlidir, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir." görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının ( KABULÜNE ), Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesinin 16.5.2001 gün ve 5148-10660 sayılı kararının ( KALDIRILMASINA ), Akhisar İcra Ceza Mahkemesinin 21.7.2000 gün ve 465-801 sayılı hükmünün ( ONANMASINA ), dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 25.9.2001 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.