Mesajı Okuyun
Old 07-02-2007, 17:12   #2
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn.Unique,

Bu forumda başka başlıklar altında anlatmaya çalıştığım şeyleri izlediyseniz / izlerseniz, şimdi söyleyeceklerimi daha iyi anlamanız mümkün olacaktır. Çünkü aynı şeyleri yinelemekten kaçınmak istiyorum. İşin sadece olaya özgü yönlerini ele almakla yetineceğim.

Sağlık hizmetleri dünyanın hiçbir yerinde her isteyene en son demine kadar verilebilecek bollukta maalesef değildir. Zaten bu olası da değildir; çünkü her mahalde ve sürekli olarak, her türlü hekim, yardımcı personel yanında tanı, tedavi ilaç, sarf malzemesi ve cihazların varlığına gerek duyar. Sonuçta da, her ülke ve yöre için, devletin elindeki olanaklara göre yapılabileceklerin en iyisini yapma yoluna gidilir; ki takdir edersiniz, bu her ülke ve yöre için farklı koşullarla karşı karşıya kalırsınız anlamını taşır.

Bu nedenle, kısıtlı kaynakların ne olduğuna bağlı olarak biz hekimler çeşitli çözümler geliştirmek zorunda kalırız.

Örneğin; hekim zamanı kısıtlıysa, muayene süresini kısaltırız. Diyaliz makinesi kısıtlıysa, uzun bağlanma gereği olan ilerlemiş hastalar yerine kısa sürelerle bağlanma ihtiyacı duyacak daha iyi durumdaki birkaç hastayı programa almayı yeğleriz. Malzeme kısıtlıysa, o malzemeyle en çok sayıda hangi türden hastalara yardımcı olabileceksek, malzemeyi onlara kullanır, diğerlerine daha farklı yöntemlerle çözüm ararız.

Maalesef bunu yapmaya mecburuz. Aksi taktirde bizi vicdanımızın çığlıklarından kurtarabilecek kimse yoktur. Belli yöntemler izleyerek yaptığımız işi, verdiğimiz kararları rasyonalize etmezsek, intihar etmemiz işten değildir.

Ne yazık ki, evet, bazen yerimiz olsa, olanağımız bulunsa dahi, erken gelen oturur (EGO) ilkesini uygulamaktan kaçınırız. Bunun en belirgin, en göze çarpan yerlerinden biri de yoğun bakımlardır.

Neden uygulamayız, bilir misiniz? Varsayalım; orada toplam 10 yataktan sadece 2 boş yatağımız var. En erken çıkması beklenen hastamız iki gün sonra çıkacak. Ortalama yoğun bakım yatış süremiz ise 7 gün olsun. Öte yandan, hastanemize de haftada 1 veya 2 ağır yaralı trafik kazasından 4-5 kişi geliyor olsun. Bu koşullar altında, iyileşme süresini kontrol edemeyeceğimiz, yani uzun süreceği belli olan; ve mortalite / morbiditesi yüksek, yani % 90 öleceği veya ileri derecede sakat kalacağı ortada olan bir hastayı kabul etmemiz mümkün değildir. Yatağın boş olması bile o hastayı almamız için yeterli bir ön koşul olamaz, olmamalıdır. Çünkü, böyle davranırsak, o hafta ve muhtemelen sonraki haftalarda bize başvuracak ağır, ama % 90 ı birkaç günde iyileşecek olan hastaların ölmesine yol vermiş oluruz.

Bu tür konularda, işin iç yüzünü bilmeden ve konuya yapıcı çözüm getirmeksizin sadece vicdan sömürüsü amacıyla haber yapan gazetecileri hiç ama hiç sevmeyiz. Bu türden yaklaşımlar halkı sağlık hizmeti vermeye çalışan görevlilere karşı kışkırtmak, onlara düşman etmek, veya en azından güvensizlik yaratmaktan başka bir sonuca yol açmaz. Dikkat ederseniz, haberci arkadaşımız bu hazin durumdan kimin sorumlu tutulması gerektiğiyle hiç mi hiç ilgilenmemiş. Üstüne üstlük, kimsenin değerlendiremeyeceği bir konuda ileri geri konuşan, ne dediğini muhtemelen kendisi de bilmeyen bir doktorun spekülatif demeçlerini de yayınlamaktan çekinmemiş. Büyük olasılıkla sayın meslekdaşım, kendisinin suçlanabileceği paniği içerisinde ve hastadan bir an önce kurtulma kaygısıyla ne diyeceğini şaşırmış.

'Sağlığınızı korumak için yapmanız gerekenler' diye başlayan yazı dizileri dahil, bu konularda çok özenli olunması gerekir. Uzaktan davulun sesi hoş gelir; ama ne mekan, ne olanak, ne de işgücü açısından yeterli düzeyde olmayan bir sağlık hizmeti sunumunu nasıl yöneteceğiniz konusunu işin uzmanlarına emanet etmek ve onların vicdanlarına güvenmek zorundasınızdır. Emin olun, yapılabileceklerin en iyisini yapmaya çalışacaklardır.

Güvensizlik, tedavisi mümkün olmayan bir ruhsal, toplumsal hastalıktır. Habire körüklenmesi, sağlık görevlilerinin 'bırakalım ne halleri varsa görsünler' demeleriyle sonuçlanır. Ya da, ülkemizde örneğini birçok alanda gördüğümüz üzere, ya yüksek bürokratlar, ya da siyasilerin müdahalelerine yol açar.

Herhalde bunu haber yapmakta güdülen amaç da o vaka özelinde birilerinin olaya müdahil olmasını sağlamak olmalıdır. Keşke işler böyle kolay çözülseydi ... keşke o yolla çözümlendiğinde başkalarının canlarına mal olmasaydı.

Bu haberde dikkatinizi çekmek istediğim bir başka, bence çok önemli nokta daha var. Her nedense; iş dönüp dolaşıp; 'para olsaydı, özel hastaneye yatar, iyileşme olanağı bulabilirdi' noktasına geliyor. Bu nasıl sakat bir düşüncedir, nasıl savunulabilir, anlamakta güçlük çekiyorum.

Özel sağlık hizmetini pompalamaktan vazgeçilmez ise, sonumuz hiç de parlak olmayacaktır; bilesiniz. İşe doğru tarafından bakabilmek için, istatistikleri incelemeniz gerekir. Hastanın memnuniyeti ve isteklerinin yerine getiriliyor olması bir ölçüt değildir. Görevli başına iş yükü, hasta başına ödenek ve masraf, toplam başvuru, verilen tedavi, iyileşen adetleri, hastalıklara dağılımları, maaliyetleri vs, vs ... Bunları bilmeden, bunları gözönüne almadan, vicdan edebiyatıyla olumlu bir sonuç elde edilmez; olsa olsa kaosa yol açılır.

Saygılarımla,