Mesajı Okuyun
Old 06-09-2003, 20:43   #18
Merhaba

 
Varsayılan

Sayın AllMcBeall,

Konu ile ilgili düşüncelerinize katılmıyor olmamın çok ötesinde, temelde bu düşünceleri taşıyor olmanızın çok ta şaşırtıcı olmadığını, erkek tanrılar (!) için (istemleri dışı hazırlanmış ) milyonlarca kurbandan biri olduğunuzu düşünüyorum.

Eğer bir kız çocuğu, çok küçük yaştan başlayarak erkek kardeşinin yetiştirildiği ortamda, aynı isteklerle ve onurlarla, aynı ciddilik ve özgürlük içinde, aynı eğitimi alarak, aynı oyunları oynayarak yetiştirilse, aynı geleceğe sahip bulunsa, çevresinde iki anlama yer bırakmayacak kesinlikte eşit kadınlarla eşit erkekler bulunsaydı, o kız çocuk, yetişme sürecinde kendi öz saygınlığına kavuşurdu.O zaman kız çocuğu çevresinde yalnız erkeklerin değil, her iki cinsin malı olan bir dünya bulacaktı.Babasına duyacağı sevgiye bir güçsüzlük duygusu değil, bir yarışma isteği karışacaktı.Genç kız olarak edilginliğe yönelmeyecekti.Çalışma ve spor ve diğer etkinliklerle değerini göstermesine izin verileceği için , oğlan çocuklarla etkin olarak yarışabilecek, erkekten farklı olma aşağılık duygusunu yaşamayacaktı.Nitekim kafasına böyle bir fikir sokulmasa, ve erkekler kadar kadınlara da saygı duyması gerektiği öğretilse, oğlan çocuğunda da büyüklük duygusu olmayacaktı.Böylece küçük kız, kendine hayranlık ve düş gibi kısır yollardan aşağılık duygusunu ödünlemeye çalışmayacak, kendini olmuş bitmiş bir veri diye görmeyecek, yaptığı işle ilgilenecek, her işe canla başla sarılacaktı.Eğer özgür bir yetişkin insan geleceğine açık olsaydı, genç kızın erginlik çağı da tıpkı oğlanınki gibi kolayca aşılabilecekti.Bir anda başlayan aylık rahatsızlıklar ve tabu edinimlerle yuvarlandığı kadınlık uçurumu bu derece korku vermeyecekti kendisine.Yazgısının bütünü karşısında böylesine korkulu bir tiksinti duymasaydı, o körpecik cinselliğini tıpkı erkek çocuk gibi rahatça kabullenecekti.Tutarlı bir cinsel eğitimin de bu bunalımı atlatmasında büyük yardımı olacaktı elbette.Kız erkek bir arada okutulsaydı, o zaman o yüce erkek efsanesi doğmayacaktı.Günlük yaşamın içli dışlılığı ve hilesiz yarışlar bu efsaneyi yıkmaya yetecekti.Kız erkek çocuk birlikteliğine yöneltilen suçlamaların altında hep cinsel tabular yatmaktadır.Oysa genç bir yetişkindeki merak ve zevki yasaklamaya, bilinçaltına itmeye çalışmak boşunadır.Böyle bir tutumla olsa olsa birtakım doyurulmamış arzular, musallat fikirler ve sinir bozuklukları yaratılır.Genç kızların o aşırı duygululuğu, kendi cinslerine duydukları ateşli sevgi, düşsel kara sevdalar ve bunların yanlarında getirdikleri bütün o saçmalıklar ve dağılmalar , çocuksu oyunlarla birkaç kesin yaşantıdan çok ama çok daha fazla zararlıdır.Erkeğe kendini bakire ve tertemiz (!) sunmak zorunda olduğu bir yarı tanrı değil de, yalnızca bir arkadaş, bir dost, bir eş gözüyle baktığı zaman, genç kızın en büyük kazancı, kendi varlığının sorumluluğunu yüklenmekten kaçmamak olacaktır.İşte o zaman kendisini erkeğe sunacağı dokunulmamış bir armağan, bir hediye olarak görmeyecektir Cinsel yaşam ve sevgi kendi benliğinden istifa değil, özgür bir biçimde kendini aşma niteliğine bürünecek, genç kız bunları iki eşit varlık arasındaki ilişki biçiminde yaşayabilecektir.( Her nasılsa erkeklerin hiç te böyle kaygıları yok.Tam aksine, evlilik öncesi yaşadıkları ilişkilerin çokluğuyla övünürler.Ama çoğunluğu da gerçekten evlenecekleri zaman, dokunulmamış, el değmemiş ve tümden kendilerinin sahip olacakları bir armağan isterler.Aslında bu tutum da erkek genelinin sahtekarlığıdır.)

"Kadın, akıl sır ermez bir yazgının kurbanı değildir.Ona özellik kazandıran benzersizlikleri, ancak taşıdıkları anlama göre önemlidir, değişik açılardan bakıldığında aşılacaktır bu benzersizlikler.Kadın cinsel yaşantısı sırasında erkeğin üstünlüğünü hissetmekte ve çoğu kez bundan nefret etmektedir.Erkeğin saldırganlığı , ancak erkek üstünlüğünü savunmaya yardımcı bu düzen bütünü içinde, erkeklere özgü bir ayrıcalık haline gelmektedir.Ve kadın zaten başından beri doğal olarak öyle olduğunu düşündüğü için, sevişme sırasında kendini edilgin hissetmektedir.İnsani saygınlığa sahip çıkan birçok çağdaş kadın bile, cinsel yaşamlarını hala bir kölelik geleneği içinde sürdürmektedir.Bunun sonucu olarak bilinçaltında biriktirdikleri tiksinti ve nefret , fiziksel anlamda cinsel soğukluk olarak ortaya çıkmaktadır.Oysa gerçek başka türlü olsaydı, sevişme sırasındaki hareket ve durumların taşıdığı simgesel anlam da tepeden tırnağa değişecekti.Yengi ve yenilgi kavramları, yerlerini karşılıklı alışveriş düşüncesine bırakacak, cinsel süreç dengeli, çok daha olumlu ve karşılıklı doyurucu bir olgu olarak ortaya çıkacaktı.Gerçekte erkek te tıpkı kadın gibi,etten kemikten yapılmış, dolayısıyla edilgin, hormonlarının ve türünün oyuncağı, arzularının kurbanı kaygılı bir varlıktır. İkisi de kendi başlarına, kendilerine özgü bir biçimde, insan vücüdu haline gelmiş varlığın garip iki anlamlılığını yaşamaktadırlar o süreçte.Birbirleriyle çatıştıklarını sandıkları kavgalarda, her biri, kendisinde nefret ettiği yanları karşısındakine yansıtarak, aslında kendi kendisiyle savaşmaktadır.Kadın da, erkek te, içinde bulundukları durumun iki anlamlılığını yaşayacak yerde, pislikleri karşısındakine yükleyip, şanları şerefleri kendisine ayırmaktadır.Oysa ikisi de bu insanlık durumunu alçakgönüllü bir açık görüşlülükle yüklenebilse, birbirlerinin karşısına benzer yaratıklar olarak çıkacak, cinsel süreci de dostluk içinde yaşayacaklardı.İnsan olmak, insanları birbirinden ayıran bütün benzersizliklerden daha önemlidir.İnsanlara üstünlük sağlayan, hiçbir zaman doğanın verdiği şeyler değildir.Eskilerin deyimiyle erdem, bize bağlı olan şeylerle ölçülür.Her iki cinste de aynı bedensel ve akılsal süreç, aynı bitimlilik ve aşkınlık dramı oynanmaktadır.Zaman ikisini de aşındırmakta, ölüm yollarını gözlemekte, birbirlerine aynı temel gereksinimlerle bakmaktadırlar.Özgürlüklerinden aynı derecede gurur duyabilirler, ve bir kez bu özgürlüğün tadını alsalar, bir daha öyle aldatıcı ayrıcalıklar için çekişmezler.Ve işte o zaman gerçek bir dostluk doğar aralarında." (Simon de Beauvoir)

Bu gerçekler ışığında sizi anlamak hiç zor değil.Ama çok zor, hatta imkansız olan, sizin ve sizin gibi düşünen milyonların bu düşüncelerdeki evrensel gerçekliği anlayabilmeleridir..Çünkü var olan durumlar içinde şekillenen yaşamlarında o milyonlar,geldikleri noktada gerçek kimliklerinde oldukları yanılgısındalar..Aslında başkalarının şekillendirdiği, ve topluma kendi özgür düşüncelerinden yoksun bir birey olarak sunulan milyonlar onlar..Kendi iç yolculuğunu, o çok zor ve fakat muhteşem iç yolculuğunu yapabilmek cesaretini gösteremeyen, bunun için gerekli düşünce özgürlüğünden ve derinliğinden yoksun olanlar için en kolay kaçış yolu, kaygan ve temelsiz referanslarla oluşmuş bir takım değer yargılarını sahiplenmek ve onlarda kimlik bulmaktır.Kendilerini topluma bu kimlikle takdim ederken, hiçbir zaman kendi özgüvenlerini duyma şansları da yoktur.Hatta daha da ileri giderek, sahiplendikleri kimlikle kendi içselliklerinin çatışmasında dürüst davranma şansları da yoktur, kendi gerçekliklerini yaşama isteğinde bile teslim oldukları, o, yama olarak sahiplendikleri kimliktir.Bu durumda kim çıkıp ta o kişinin, bırakın başkalarını, kendine karşı dürüst davrandığını söyleyebilir.

Tüm üyelere ve konuk okurlara ve tabii size saygılarımla.