Mesajı Okuyun
Old 11-02-2004, 15:48   #40
Dr.Öykü Didem Aydın

 
Varsayılan

Kadının insan haklarını korumaya yönelik değinilen konularla ilgili olarak bir noktayı belirtmek istiyorum. Son günlerde kamuoyunu mesgul eden Türk Ceza Kanunu Tasarısına iliskin olarak kadın ceza hukuku uzmanlarının görüslerine pek az yer verildiğini düsünüyorum. Ben Amerika'da okurken, son beş senedir Almanya'da doktoramı yapıp Max Planck Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü'nde çok daha farklı sorunlar üzerinde çalışırken Türkiye'de kadının insan hakları alanındaki son derece geri kalmış görüşleri hayretle izliyorum. Şüphesiz oralarda da ırkçılık vs. suçlar gibi paralel sorunlar var. Ancak bunların yasalar eliyle kolaylaştırıldığına ya da cezai takibattan kurtulduğuna pek tanık olmuyoruz (Belki ABD'ndeki Rodney King davası bir istisna oluşturuyor!) Şüphesiz ülkemizde de çok aydın ve donanımlı, kadının insan haklarına önem ve değer veren çok sayıda kimse bulunuyor. Ama nedense, kamuoyunda çoğu kez aykırı ve çağdaşlığa uymayan fikirler egemen oluyor. TCK hepimizindir. Her görüş değerlidir, tasarıyı hazırlayanların da görüşleri de değerlidir ve dinlenmelidir. Ancak, eleştirel görüşlerin de suskun kalmaması gerek bilimsel çalışmalarla gerek kamuoyu etkinlikleri ile egemen olmaya çalışmasını dilerim.

Başkent Üniversitesi'nin Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilimdalı'nın genç bir ögretim üyesi olarak tartışmalara katılmak gerektiğini düsünüyorum. Kadının insan haklarını güvence altına alan bir dizi uluslararası belgelere imza atıp sonra da tam tersi uygulamalarda bulunabiliyoruz.

Töre cinayetlerinde ceza indirimi bir yana (Alman Mahkemeleri dahi Türkler tarafından işlenen töre cinayetlerinde TCK 59'u kullanıp indirime gidiyor, çünkü mahkemelere göre Türklerin "kültürünün bir parcasi bu"!!!) yürürlükteki kanunda bulunan ırza geçme suçlarında cezai sorumluluğun evlenme vuku halinde kaldırılması gibi bir düzenlemenin tasarı ile de korunmasını kınıyorum. Çarpıcı biçimde ortaya çıkan bu düzenleme olsa da varolan niceleri kadının insan hakları ihlallerini körükler görünüyor. Şüphesiz kimse onsekiz yaşından küçük ve rıza ile belirli bir sevgi bağı ile cinsi münasebette bulunan iki gençten erkek olanı toplumda kızın aleyhine gelismiş bir takım anlayışların kurbanı olarak cezalandırmamalı. Ancak, bu gibi sorunların bir "evlenme" sorunundan çok "rızanın varlığına ilişkin" bir ispat sorunu oldugunu kabul etmek gerekir.

Kişilerin kimi zaman, özgür iradelerini ve nerede ise ruhsal dengelerini yitirecek ölçüde "töre"lerin esiri olabildiğini de biliyoruz. Aslen, evlenmeden rıza ile cinsi münasebete giren kızını öldüren baba da belki "ideolojik terörist saikler taşıyan bir intihar komandosu" ile aynı ruhsal durumda bulunuyor olabilir! Ama ceza yasası intihar komandoluğuna davetiye çıkarıp, bağnazlığı meşru kılmamalı diye düşünüyorum.

Eğer kadının cinselligini, diğer tüm hareket özgürlüklerinde olduğu gibi bir "aile" ya da potansiyel "eş" değeri olarak değil bir "hürriyet değeri" olarak görüp korursak bu tartışmaları olumlu sonuçlandırabiliriz sanırım. Bildiğim kadarı ile bu düzenlemeye benzer bir örnek, hiç bir çağdaş ülkede mevcut değil. Temel sorun, zedelenen cinsel özgürlügün artık evlenme ile tamir edilemeyecegini kavrayamamak. Oysa korunan değer kadının "eş" olarak sahiplenilmesi olursa varolan düzenleme tabii savunulabilir!

Çağdaş sistemlerde artık yasalaşmış bulunan koruyucu bazı ilkelerin ise ceza yasasına alınmasının düşünülmemesi de eleştirilmelidir. Aile içi şiddetle mücadelede ceza hukuku araçlarından yararlanılmaması, özel hükümler getirilmemesi önemli ve ayrı bir sorun olusturuyor. Yine hala, gerek cinsel gerek ekonomik çocuk istismarı konusunda ayrı düzenlemeler düsünülmüyor. Fuhuş istismarı gibi, çocuğun cinsel ya da işgücü istismarının da ayrı düzenlemelerle cezalandırılmasını savunuyorum.

Şüphesiz ceza hukuku "ultima ratio", son çaredir. Ancak ceza hukuku eliyle ayrımcılık yaratmak da savunulamaz.