Mesajı Okuyun
Old 06-11-2006, 01:38   #7
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Dramatik bir durum Nejan Abla ama burada AİHM'lik bir durum yok bence. Neden dersen? Öncelikle AİHM yukarıdaki mesajlardan birinde de belirtildiği gibi Türk Mahkemelerince verilen kararları denetleyen bir temyiz makamı değil. Öncelikli şart Türk hukukunda AİHS vs. sözleşmelerdeki bir hakkın korunmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınmamış ve yasal düzenlemenin yapılmamış olması veya mevcut mevzuatta bu korumalar yer almasına karşın bu hakların kamu gücünü elinde bulunduran makamlarca bilerek sürüncemede bırakılması veya ihlali halleridir. Böylesi hallerde mağduriyetinizi gidermek için hala açabileceğiniz davalar varken dilekçenizin kabul edileceğini pek sanmıyorum. Kamulaştırma bedeli davalarını neden inceliyor derseniz. Orada İdarenin kamu gücünü kullanarak mülkiyete hakkına el atması ve buna ilişkin kendince bir bedel tayin ederek bu bedel üzerinden gayrimenkulü alması söz konusu yapılan itiraz ve bilirkişi raporu neticesinde tespit edilen değer düşük bulunur ve yargılama uzun yıllara yayılmışsa talep kabul edilebiliyor. Muhdesatın değerini tespit ettirerek bedel davası açmayı neden düşünmüyorsun? İyiniyetli 3. kişi sayılmamanız normal çünkü yolsuz tescile konu işlemin tarafısınız. Siz birine satsaydınız o iyiniyetli 3. kişi olacaktı. Olayda 3 kişi yok ki 2 kişisiniz. Yaptığınız binanın bedeline ilişkin tazminat davaları açmayı niye düşünmüyorsun? Tapu iptali davasının kesinleşmesinden itibaren süreleri başlar ve herhalde de geçmemiş.

İç hukuk Yollarının Tüketilmesi ile ilgili bir karar...

**************
Gülender Kaya - Türkiye Davası
Esas Yılı : 2001
Esas No : 73296
Karar Yılı :
Karar No :
Karar Tarihi : 30.12.1899
**************

Gülender Kaya-Türkiye Davası

(Başvuru no:73296/01)

KABULEDİLEBİLİRLİK KARARININ ÖZET ÇEVİRİSİ

OLAYLAR

Başvuranlar 1958 doğumlu Gülender Kaya, 1972 doğumlu Nimet Kaya, 1980 doğumlu Nurettin Kaya, 1982 doğumlu Tayfun Kaya ve 1970 doğumlu Songül Murat, Türk vatandaşı olup İstanbul ve Ağrı'da ikamet etmektedirler. Adıgeçen başvuranlar cerrahi bir müdahale sonrasında 20 Kasım 1998 tarihinde ölen Neman Kaya'nın eşi ve çocuklarıdır. AİHM önünde İstanbul Barosu avukatlarından İ. B. Duruş tarafından temsil edilmektedirler.

Davanın koşulları başvuranlar tarafından açıklandığı haliyle aşağıdaki gibi özetlenebilir.
22 Ekim 1998 tarihinde Neman Kaya, İstanbul'da bulunan Gültepe Ensar Özel Hastanesi'ne, ertesi gün ameliyat edilmek üzere yatırılmıştır. 5 Kasım 1998 tarihinde taburcu edilmiş, pansuman için düzenli olarak hastaneye gitmiştir.

20 Kasım 1998 tarihinde hasta pansuman sonrası eve döndüğünde rahatsızlanmış, hastaneye kaldırılmış ve burada ölmüştür.
21 Kasım 1998 tarihinde başvuran Nimet Kaya, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına babasını ameliyat eden doktor aleyhine şikayet dilekçesi vermiştir.
23 Kasım 1999 tarihinde yapılan otopside ölünün vücudunda karaciğer ve akciğerler hizasında abse tespit edilmiştir.
13-14 Eylül 1999 tarihinde Cumhuriyet Başsavcısı ameliyatın seyrine ve ameliyat sonrası gözleme ilişkin, müdahaleyi yapan doktorun ve hastane personelinin ifadelerini almıştır.

17 Eylül 1999 tarihinde Cumhuriyet Başsavcısı başvuranlar Gülender Kaya ve Nimet Kaya'nın ifadelerini almıştır.

5 Kasım 1999 tarihinde Adalet Bakanlığı'na bağlı Adli Tıp Kurumu, Neman Kaya'nın duedonal ülser perforasyonun sonucunda gelişen komplikasyonlar nedeni ile öldüğüne kanaat getirmiştir. Tedavi ihmali bulunup bulunmadığı hususunda Yüksek Sağlık Şurası'ndan görüş alınmasını salık vermiştir.

Adli Tıp Kurumu'nun 19 Temmuz 2000 tarihli raporunda, cerrahi müdahalenin uygulanmasında geç kalındığı, akciğerlerde ve karaciğerde görülen apsenin ameliyat sırasında uygulanan drenajın yetersiz oluşundan kaynaklandığı ve ameliyat sonrası gözlemin eksik olduğu belirtilmektedir, bunların tıbbi hatadan ve ihmalden ileri geldiği belirtilmektedir.

11 Aralık 2000 tarihinde Cumhuriyet Başsavcısı Türk Ceza Kanunu'nun 455. maddesi uyarınca doktoru dikkatsizlik ile ölüme sebebiyet vermekle suçlamıştır.

3 Nisan 2001 tarihinde başvuranlar yakınlarının vefatından dolayı karşılaştıkları zararın telafi edilmesi talebi ile Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi'ne başvurmuşlardır. Gültepe Ensar Hastanesi ise hastane masraflarının ödenmesi için başvuranlar aleyhine aynı mahkeme nezdinde başvuruda bulunmuştur. Bu davalar halen ulusal mahkemelerde görülmektedir.

17 Nisan 2001 tarihinde Şişli Asliye Ceza Mahkemesi 21 Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4616 sayılı yasanın uygulanmasına istinaden doktor aleyhine başlatılan cezai soruşturmaların ertelenmesine karar vermiştir.

Aynı gün başvuranlar Şişli Asliye Ceza Mahkemesi'ne soruşturmanın ertelenmesinin Sözleşme'nin 2. ve 6. maddeleriyle örtüşmediğini belirten bir dilekçe vermişlerdir.

28 Haziran 2002 tarihinde Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi, İstanbul Tabip Odası tarafından doktor hakkında geçici olarak (onbeş gün) meslekten men cezası verilmesini kınamıştır.

ŞİKAYETLER

Başvuranlar Devletin, Sözleşme'nin 2. maddesinden doğan pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğini iddia etmektedirler. Aynı zamanda yakınlarının ölümünden sorumlu olanın cezasız kaldığından şikayetçi olmaktadırlar.

HUKUK AÇISINDAN

Başvuranlar Devletin, Sözleşme'nin 2. maddesinden doğan pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirtmektedirler. Yakınlarının ölümünden sorumlu olanın cezasız kaldığından şikayetçi olmaktadırlar.
Hükümet AİHM'den iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvuruyu reddetmesini talep etmektedir. Calvelli ve Ciglio-İtalya ( (GC), no: 32967/96, CEDH 2000-I) davasına gönderme yaparak başvuranların yakınının yaşam hakkına yönelik yapılan müdahalenin kasıtlı olmadığını ve Türk hukuk sisteminin başvuranlara hukuk mahkemeleri önünde başvuru olanağı sağladığı gözönüne alındığında Sözleşme'nin 2. maddesinde belirtilen pozitif yükümlülükten doğan zorunluluğun yerine getirildiğini hatırlatmaktadır. Bu bakımından ilgililerin Şişli Asliye Ceza Mahkemesi'ne kayıplarının giderilmesi talebiyle başvuruda bulunduklarına ve bu davanın halen görüldüğüne dikkat çekmektedir. Sonuç olarak bu şikayetin doktorun cezai mahkumiyetinin sağlanmasının imkansız oluşuna dayandığına dikkat çekmektedir.

Başvuranlar bu hukuki yargılamanın sadece tazminatın ödenmesi ile sonuçlanabileceğini ve bunun ihmalkar davranan doktorun cezalandırılmasını sağlayacak bir hukuk yolu olmadığını belirtmektedirler.

AİHM, kamu sağlığı alanında, Sözleşme'nin 2. maddesinden doğan pozitif yükümlülüklerin Devlet tarafından hastanelere ,bunlar ister devlet ister özel olsun, hastalarının hayatlarının korunmasını sağlayacak tedbirlerin alınmasını şart koşan düzenleyici çerçevenin uygulamasını kapsadığını hatırlatmaktadır. Aynı zamanda, hem kamu sektörü kadrosunda çalışanlar hem de özel kuruluşlarda çalışanlar olsun, sağlık memurlarının sorumluluğunda olan bir kimsenin ölüm nedeninin tespit edilmesini sağlayacak etkili ve bağımsız bir hukuk sistemi kurmak ve gerektiğinde bu kişileri işledikleri fiiller hakkında açıklama yapmaya mecbur tutmak sözkonusudur ( Powell-Birleşik Krallık, (karar), no?, CEDH 2000-V, Calvelli et Ciglio, adıgeçen, § 49, ve Giuliano Lazzarini et Maria Paola Ghiacci-İtalya (karar), no?, 7 Kasım 2002).

Vücut sağlığına ya da yaşam hakkına yönelik yapılan ihlal kasıtlı yapılmamışsa, 2. maddeden doğan, etkili bir hukuk sistemi uygulamanın pozitif zorunluluğu mutlaka her durumda hukuki başvuru gerektirmemektedir. Tıbbi ihmallere özgü durumlarda "benzer zorunluluk aynı zamanda, sözkonusu hukuk sistemi eğer ilgili kişilere, birlikte yada ayrı ayrı cezaya ilişkin bir başvuru ile birlikte, sözkonusu doktorların sorumluluğunu ortaya koymak ve gerektiğinde tazminatın ödenmesi ve kararın yayınlanması gibi ilgili hukuki yaptırımların uygulanmasını sağlamak amacıyla hukuk mahkemelerinde bir başvuru yolu sunuyorsa yerine getirilebilir" ( Calvelli ve Ciglio, adıgeçen, § 51, Giuliano Lazzarini ve Maria Paola Ghiacci, adıgeçen, ve Vo-Fransa (GC), no?, § 90, CEDH 2004-...)

AİHM başvuranların şikayetlerinin esas olarak yakınlarının ölümünden sorumlu olan doktorun cezalandırılmamış olmasına ilişkin olduğunun altını çizmektedir. İlgililer yakınlarının kasıtlı olarak öldürüldüğünü hiçbir zaman ileri sürmemişlerdir.

Bu durumda , doktor aleyhine sürdürülen cezai soruşturmalar askıya alınmış ve İstanbul Tabip Odası tarafından verilen meslekten men cezası Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi tarafından iptal edilmiştir.
AİHM, doktorun sorumluluğunu ortaya koyabilmek amacıyla, başvuranların bir hukuk mahkemesine başvurma olanağına sahip olduklarının altını çizmektedir, ki başvuranlar da bu yönde hareket etmişlerdir. Bu yolla başvuranlar tarafından Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan dava halen askıdadır. Doktorun sorumluluğu hususunda Adli Tıp Kurumu'nun 19 Temmuz 2000 tarihli raporu gözönünde bulundurularak, bu başvuru yolunun başvuranlara başarıya ulaşacak makul görüş açısı sunmadığı söylenemez.

Sonuç olarak Sözleşme'nin 35 §§ 1 ve 4 maddesi uyarınca sözkonusu şikayet iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle reddedilmelidir.

Bu gerekçelerle Mahkeme oybirliğiyle,

Başvurunun kabuledilemez olduğuna karar vermiştir.

**************
.: CopyRight by Sinerji A.Ş. :.