Mesajı Okuyun
Old 29-09-2006, 14:22   #5
ahmetsacit

 
Çözüm

Bu makalenin yararlı olacağını düşünüyorum..

Alıntı:
Başkanlık değil demokrasi

Yaklaşık 130 yıllık birikime dayalı parlamenter rejim yerine 'Amerikan istisnası' diye nitelenen başkanlık rejimini taklit isteği, 'Türk istisnası'nı oluşturur. Talebi yürütmenin yapması da ilginç


Montesquieu (Bordeaux IV) Üniversitesi'nde 10-11 Mart 2005'te yapılan kolokyumun başlığı buydu: 'Amerikan Başkanlığının Çapraz İmgeleri.' Toplantı, son aylarda ülkemizde yeniden ısıtılan başkanlık rejimi tartışmasını aşan bir kapsamı yansıtıyor. 'Her Durumuyla Başkanlık', 'Avrupa'dan Bakışlar', 'Başkan ve Medya', 'Başkanlık, Kimlikler, Kültür', 'Başkanlık ve Sinema' oturum başlıkları idi. Bunlar, bizde pek gündeme gelmeyen konuları da içermekle birlikte, anayasa hukuku ve siyaset bilimi ağırlıklı başlıklar altında yapılan konuşma ve tartışmalar bile, bu iki disiplinin sınırlarını aşmakta idi.
Buna karşılık, diğer başlıklar da, başkanlık rejiminin sadece belli bir sektöre yansıması ile sınırlı kalmayıp, anayasa hukuku ve siyaset bilimine malzeme taşımakta idi. Çapraz imgeler, iç ve dış görünümün ötesinde çeşitli konular ekseninde ortaya çıkıyordu.
Başkanlık rejimi, 'demokratik bir sistemin merkezindeki yalnız adamı' mı ifade eder? Parlamenter rejim, kurumsal mimarisinin ana merkezi olarak parlamentosu ile çoğulcu demokrasinin ortak hukuk rejimidir. Buna karşılık, Batı demokrasileri içerisinde 'Amerikan istisnası' olarak kendini gösteren başkanlık rejimi, başkanlık biriminin etrafında örgütlenmektedir (S. Milalcic). İmajların dışavurumunda tartışmalı bir seçimle gelen ve Irak savaşının başkanı olarak 'yalnız adam', Amerikan kurumsal sisteminin merkezi kişisidir. Bu durum, başkanlık bürokrasisinin teknik yapısını göz ardı ettirmemelidir. Bu açıdan, başkan kendi çevresi ile uzlaşma halindedir. Bu da rejimin özgül durumunu ortaya koymaktadır.


'İktidar iktidarı durdurur'
Rejimin özgüllüğü esin kaynaklarıyla açıklanabilir. 1787 anayasası ile uygulamaya konulan siyasal sistem, İngilizlerin sınırlı monarşi deneyiminden olduğu kadar, Amerika'nın eski 13 kolonisinin ilk anayasasından esinlenmiştir. Aynı zamanda, Locke'un ve Montesquieu'nün 'İktidar iktidarı durdurur' temel ilkesine dayanan erkler ayrılığı kuramını uygulamaya koymayı ifade eder.
Başkanın bağımsızlığı, doğrudan seçilmesi ve görev süresine ilişkin güvencesinden, devlet ve hükümet başkanlığı görevlerini kendisinde toplamasından kaynaklanır. Bu özellikler, ABD anayasal rejimini eski metropoldeki rejimden farklılaştırır. Rejimin özgüllüğü, (başkanın Kongre üzerinde, Kongrenin de başkan üzerinde karşılıklı eylem araçlarıyla) işleyiş mekanizmalarını da ortaya çıkarmaktadır. Güçler dengesi, anayasal ve siyasal nitelikteki karşı iktidarlarla sağlanır (checks and balances). Sürekli bir müzakere süreci, yüksek mahkeme ile dünyanın en güçlü Kongresi, karşı iktidarların ağırlık merkezleridir. (Kongre'nin gücü, parlamento ile farkını da ortaya koyar. Bu bakımdan başkan ve Kongre arasında sürekli bir co-habitation'dan bile söz edilebilir). Güçlü basın, başkanın görev süresinin kısalığı, yasama seçimlerinin her iki yılda bir kısmen yenilenmesi, resmi olmayan (informel) karşı-dengeleri oluşturur.
Lider olarak öncelikle Amerikan ulusunun pastörü şeklinde nitelenmesi, başkanın vatanseverlik söyleminin dinsel örgüye dayanmasından ileri gelir (M. McNaught). Dinsel imgelemin öne çıkması nedeniyle ABD'de başkanın rolü anayasal kurallarla sınırlı kalmaz, Amerikan sivil dininin ruhani önderi rolünü de üstlenir. Bu söylem, Bush ile başlamış değildir. Reagan, özellikle Sovyetler'e karşı kullanılmıştır. Bush ise Tanrı tarafından bahşedilen, İncil'in buyruğu şeklinde Amerikalıların özgürlüğünü zor yoluyla yayma tarzında Amerikan misyoneri esprisini yansıtmaktadır.
Başkanın siyasal liderliği, iktidarın kişiselleşmesinden çok, ikna yeteneği ile örtüşür. Karar almayan, ama politika belirleyen Başkan, diğer organlar, özellikle Kongre ile sürekli uzlaşma içerisinde olmak durumunda. Önderlik sitili, sürekli bir Başkanlık faaliyeti biçiminde güç görüntüsüdür (P. Claret). Daha dinamik bir liderlik perspektifinde başkanlık üslubu, muhalefet etme ve bağdaştırma işlevini içermektedir.

Başkan ve imgesi
İmparatorluk imajı, efsanevi ve coğrafyal imge, esastan daha önemlidir. Güçlü bir başkanlık iletişim ağının yarattığı imge, başkanın kendisine; olay ise, yaptıklarına ilişkindir. Başkanlık imgesi, bir kez seçildikten sonra, yerini imgenin kendisine bırakmaktadır. "Ne kadar çok konuşursa, hükümet etmek için o kadar az zamanı kalmaktadır" (J. Meladeck).
Başkan Bush, 2003 Şubatı ile 2004 Kasımı arasında basına yansıyan söylemiyle, hem iki kültürün farklılaşması üzerinde vurgu yapmaktadır; hem de kendini küreselleşmenin temsilcisi olarak göstermektedir (V. Pricopie). (Teksas eyaletinde yöneticiliği döneminde 140 idam cezasını onaylayan Bush, kişisel imajla olayları yansıtmaya dayalı imgeyi bir arada yansıtmaktadır (D. Guthleben).
Tek bir olaydan hareketle dilsel efsaneler yaratarak bir savaşı nasıl gerekçelendirdiği, 'Liberty ve Freedom' arasındaki farklılaşmaya kadar ortaya konuyor (K. Niemeyer). 'Özgür olma durumu' anlamında liberty sözcüğünü iç söylemlerinde, 'özgür olma koşulu' olarak freedom'ı savaş operasyonunu betimlemek için 'özgürleştirmek' anlamında özellikle vurguluyor. 'İhraca elverişli değil' (B. Rowdybush).
ABD rejimi neden ihraca elverişli değil? 19. yüzyılın başlarında bağımsızlıklarına henüz kavuşmuş olan ve ABD anayasasından etkilenen Latin Amerika devletleri, Birleşik Devletler tarafından başkanlık rejimi yönünde özendiriliyorlardı. 20. yüzyılın sonlarında Amerikalı yöneticiler, 'dostlar için' başkanlık rejimini artık gündeme getirmeksizin daha bulanık bir biçimde 'özgürlük ve hukuk devleti rejimi'ni öneriyorlar; 21. yüzyılın başında işgal ettikleri devletler için ise 'özgürlük ve demokrasi'yi.
Başkanlık rejimini kabul eden ülkelerin çoğunda uygulamalar kısa süre içerisinde farklılaştı. "Başkan bir kez seçildikten sonra kendini yeniden seçtirmek ve yasama seçimlerini denetimi altına almak için bütün araçları elinde tutar. Sadece devrim veya darbe, bir adamın iktidarının ortaya çıkışına son verebilir."
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgeden çıkan birçok Afrika ve Asya devleti, yürütme için en elverişli parlamenter teknikleri, çoğu zaman genel oyla seçilen başkanın tasarrufuna sundular. Bununla birlikte tek-parti ya da hâkim partilerin ortaya çıkışı, genel oyun manipüle edilmesi, kayırmacılık, iktidarın ömür boyu devlet başkanları lehine hiyerarşize edilmesinin önlenmesini başarısız kıldı.
Devlet başkanının keyfiliğine karşı bir çözüm olarak, Latin Amerika anayasaları, başkanın yetkilerini yeniden seçilmesini yasaklama şeklinde zaman yönünden sınırlandırırlar. Fakat süreye ilişkin bu kayıt birçok darbenin kaynağını oluşturmuştur. Kısacası, fren ve karşı-güç mekanizmaları Amerikan başkanlık rejiminin pratikte denge koşullarını kurar. Bunların bir araya gelmeyişi ve etkililiğinin sağlanamayışı nedeniyle başkanlık rejimini kurma girişimleri, doğasından uzaklaşmış yönetimlere yol açar. ABD'de federasyon ile devletler arasındaki düşey erkler ayrılığı, partilerin disiplinsizliği (...), kalıcı bir çoğunluğun, tek bir adamın ya da partinin hâkimiyetini önler.
Monarşinin evrimi ya da yıkılmasından sonra Avrupa devletlerinin tercihi parlamenter rejim yönünde olmuştur. Avrupa, Başkanlık rejiminin anavatanı Amerika karşısında hayli türdeş bir görüntü yansıtır. Farklılaşma, parlamenter rejim içerisinde söz konusudur.
Burada iki değişken belirleyici: ilki, cumhurbaşkanının yasama organı tarafından mı yoksa halk tarafından mı seçiliyor oluşudur.
İkincisi, cumhurbaşkanının sahip olduğu yetki derecesidir. Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerin sayısı ve bakanlar kuruluna başkanlık edip etmemesi önemli ise de asıl sorun, yürütme organının yasama önünde sorumlu olması ve cumhurbaşkanının işlemlerinde hükümetin karşı imza yetkisine sahip bulunmasıdır. Gerçekten, sosyalizm sonrası orta ve doğu Avrupa devletlerinin bir kısmı, tıpkı Avusturya ve Fransa gibi cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngördüler. Fakat belirleyici ölçütler bakımından tercih, parlamentoculuk yönünde yapılmış bulunuyor. Kısacası, tekçi (monist) parlamenter sistem Avrupa ortak modelini yansıtmaktadır.
Buna karşılık Latin Amerika'da, Afrika'da ve Asya'da daha çok sömürge sonrası devletlerin uygulamaya koymaya çalıştıkları başkanlık rejimi, bir devletin doğuşu ya da rejim değişikliğinin ürünü olarak kabul edilir. Hele hele parlamenter rejimin uygulandığı bir ülkede onu terk ederek Başkanlık rejimini benimseyen bir ülkenin mevcudiyetini saptamak oldukça zordur. AB devletleri de haydi haydi başkanlık rejimine yabancıdırlar. Bütün bunlar, başkanlık rejiminin taklit edilebilirliğinin sınırlarını ortaya koymuyor mu? (İ. Kaboğlu).

'İktidar iktidarı çağırır'
Amerikan başkanlığının çapraz imgeleri açısından bakıldığında, birbirinin tamamen karşıt konumunda yer alan Türkiye ile Beyaz Rusya'nın 'ortak imgelem'de buluşmaları şaşırtıcı gelebilir. Bir yanda, ABD başkanına karşı geliştirdiği söylemle kendi başkanlığını totalitarizm bağlamında pekiştiren Loukachenko (A. Kurilo); öte yanda, ABD rejimine özlem duyan ve başbakanlık imgelemini o yönde kullanan parlamenter rejim başbakanı.
Türkiye'de başkanlık rejiminin dayanılmaz çekiciliği ile onu tartışmaksızın ret arasındaki sürekli çatışma neyi ifade eder?
Önce, bu ikilemin bağrında yer alan gelişmeler üzerine bir hatırlatma yapalım: Parlamentonun kuruluşu (1876), kısa bir parlamenter rejim deneyimi (1909-1913), meclis hükümeti (1921-1924) ve parlamenter rejim kuruluncaya dek (1961) ikisi arasında bir karma rejim (1924-1960); 1982'de parlamenter rejimden uzaklaşma eğilimine karşın temel mekanizmalarının korunmuş olması.
Kısacası, 100 yıllık gelişim çizgisi, parlamentonun kuruluşundan parlamentoculuğun ana öğelerinin uygulamaya geçirilmesi yönünde olmuştur. Parlamenter rejim mekanizmalarını koruyan 1982 düzenlemesi, uygulamada farklılaşmalar yaratmış olmasının ötesinde yetkileri pekiştirilen cumhurbaşkanlarında daha fazlasını isteme arzusunu kamçılamıştır.
Özal ve Demirel dönemlerinde, bu yöndeki zorlamalarla rejimin dayanma gücü sınandı. Ancak, yasama-yürütme ilişkisi çerçevesinde 82 uygulaması, daha çok hükümetçi, kimi zaman başbakancı parlamenter rejim (Özal-Çiller-Erdoğan) yönünde olmuştur.
İlk defa hükümet istiyor
Yürütmenin hükümet cephesinden gelen rejim değişikliği talebi yenidir. Çankaya'nın yolunu açmak, TBMM'deki çoğunluğun oyuna bağlı olduğu halde, hükümet-devlet başkanlığı ayrılığını yok etme iradesi, ancak 'İktidar iktidarı çağrıştırır' formülü ile açıklanabilir. Yürütmeye bütün olarak tek başına hâkim olma arzusu, son yıllarda belirginleşen cumhurbaşkanı ile hükümet ve parlamento arasındaki dengeyi pekiştirme yerine, kaldırma iradesini de örtülü bir biçimde yansıtmaktadır.
Belli bir deneyim ve birikime dayanan parlamenter rejimi terk edip Amerikan istisnası olarak nitelenen başkanlık rejimini taklit yoluyla kurma isteği, 'Türk(iye) istisnası'nı oluşturmaktadır. Ne yapmalı? Daha çok ret biçiminde bir karşı tavır hep var oldu ve bugün olduğu gibi kendini sürekli gösterecek. Bunun ötesinde, karşılaştırmalı siyasal rejimler bağlamında konuyu ülkemizde tartışmanın yararı göz ardı edilmemelidir. Asıl yapılması gereken, Türkiye'nin demokratikleşme sorununu tartışmak olmalıdır. Tartışma şu üçlü eksene dayandırılabilir:
Parlamentonun demokratikleştirilmesi, yasama organı ile yürütme organı arasında işbirliğinin sağlanması, yargının bağımsızlaştırılması ve tarafsızlaştırılması. Kurumsal düzeltimler üzerinde tartışılırken, bunlara ilişkin normatif sürecin önemi göz ardı edilmemeli. Ulaşılmak istenen amaç kadar, kullanılan araçlar da etkili. Gerçekten, bugüne kadar norm koyarak atılan olumlu adımların uygulamaya geçirilmesinde karşılaşılan ciddi tökezlemelerde, normların yapım tarzındaki hatalar zinciri görmezden gelinebilir mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu: Anayasa hukuku profesörü



http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=156489