Mesajı Okuyun
Old 23-11-2012, 00:21   #31
Teknik_Uzman

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Selim Balku
Meslektaşım, kendi sorduğu soruya kendisinin soru ile cevap vermesi ve sonunda soru işareti kullanmamasını, aslında cevabı olmayan bir soruyu sorduğunu yorumlamak gerekebilir.

Efendim, gerçekten de sorulara soruyla cevap verilirken; ortada hiçbir soru kalmayasıya değin, tüm soruların cevaba dönüştüğü; cevapların, sorular içine gizlenerek, 'tüm sorular çözüldü' hissinin verildiği görülmekle; soruya cevaben, hepimiz cevaplaştık.

Meslektaşınızın mevcut mevzuat üzerindeki cevaplı sorularının saklı amacı; aslında ‘bir yerlerde yanlışlar olduğu’ı sezinlemesinden hareketle, bu konunun çözülmesi gerektiği üzerine bir tartışma açan, yahut tartışmayı mevzuâtın esasına çeken, binâyı sarsacak düzeyde yeni sorular üretmekti.

Oysa verilen ilginç zekâ oyunu, uzaktan bakıldığında anlaşılması zor gelen bir beceriyi içermekle; mevzuatın hükümlerinin herşeyi cevapladığını aktarmaktadır sıradan bir okura.

Ancak bu labirent; hükümlerin evrenselliğinin kotarılmadığını, her durumda doğru hükümler verilmesindeki güçlükleri, vicdanı rahatsız eden ama dillendirilemeyen birçok açmazın çözümsüz / cevapsız kaldığını perdelemektedir.

Kaldı ki; usavurmann yorucu sürecini, yüzeysel mevzuat maddeleri ile karşılayıp, topu yeni mağdurlara atan mütaâlâlar ortalığı sardığı zaman da; '... 'nın tartışılası kararı!' başlığını atıp, yine çözümden kaçılamadığını biliriz. Ancak çoğu hüküm vericinin yeterli bir bilimsel değerlendirme derinliğine girmesini beklemek de, insanın şu fıtratı yüzünden beyhûdedir.

Gelelim zekâ labirentine;

Alıntı:
Yazan Av.Selim Balku
"Son soru, ilk soruya verilen ilk cevaptaki sorunun cevabıdır."

ilk soru (S1):
1)17 yaşında görünen ancak 13 yaşında olan bir kızla kendi rızası ile ilişkiye giren birisinin, bunu öngörememesi durumu olanaksız mıdır sizce?

İlk cevaptaki soru (S2):
2)Bu durumda fail kasıtlı olarak mı hareket etmiştir?

İkinci cevaptaki soru (S3):
3)Kasıtlı olarak hareket etmeyen bu durumu öngöremeyen ve öngörememesinde haklı olan failin 8 ila 15 yıl arası ceza alması ne kadar adildir.

Son soru (S4):
4)Ceza hukuku kişileri mutlak olarak cezalandırmak için midir?

Burada;
S1 = (asıl soru) olarak değerlendirildiğinde; diğerleri de muhtelif cevaplar olmaktadır:
S2 = (C1.1)
S3 = (C1.2)
S4 = (C2)

S1 sorusu; S2 ve S3 ile cevaplandırılmakta, S2 sorusu da; S4 ile cevaplandırılmaktadır.

Soru-Cevap şekli;

1)17 yaşında görünen ancak 13 yaşında olan bir kızla kendi rızası ile ilişkiye giren birisinin, bunu öngörememesi durumu olanaksız mıdır sizce?
C1.1 = ‘faili kasıtlı hareket etmiştir’ (öngörememesi durumu olanaksızdır.)
C1.2 = ‘Kasıtlı olarak hareket etmeyen bu durumu öngöremeyen ve öngörememesinde haklı olan failin 8 ila 15 yıl arası ceza alması adil değildir’ (öngörememesi durumu olanaksız olmayabileceği için, kasıtsız duruma bu ceza fazladır)

2)Bu durumda fail kasıtlı olarak mı hareket etmiştir?
C2 =Hâl böyleyse, ‘ceza hukuku kişileri mutlak olarak cezalandırmak içindir’ (kasıtlı bir fiil için bu ceza yerindedir.)

Cevap Niteliği;

C1.1 ve C1.2;
Karşıt durumların iki adet cevabıdır. Ancak bu karşıtlık, birbirini tamamlayıcı değildir.
Öngörememenin mümkünâtı sorgulanırken; bunu cevaplayacak yerde, ‘kasıt’tan söz ederek kanaât verdiğinden; C1.1, S1 için bir cevap olamazdı.
Aynı şekilde, öngörememenin mümkünâtı sorgulanırken; bunu cevaplayacak yerde, ‘kasıtsız’ failin ceza miktarının aşırılığına dikkat çektiğinden; C1.2, yine S1 için bir cevap olamazdı.

C2;
İki yönü haiz bir sorunun, tek cevabı olarak değerlendirilemez. Ayrıca her ne kadar S2’nin mantıkî değeri ‘evet’e yakınsa da; sorguç, ceza hukukunun içeriğindeki ‘Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler’ gibi koruyucu maddeleri de öne çıkarmakta, bunu tartışmaya açmaktadır.

Ayrıca ‘cevaptaki soru’ tanımı; aslında ‘cevabî soru’ veya ‘sorudaki cevap’ olarak nitelendirilebilir.

Bu soruların cevabî niteliğinin incelenmesinden de görüldüğü üzere, anlam analizi olarak hiçbiri, diğerinin teknik karşılığı değildir. Anlaşıldığı üzere; bunların her biri, diğerinin vicdanî karşılığı olarak yorumlanarak, cevaplaştırılmaktadır. Yani mevzuâtın sabit maddelerinin kaçınılamazlığı yönünde yorumlanmakta; aksinin düşünülemeyeceğine yormaktadır.

Sorulaştırmanın tek amacı olabilirdi: tartışma ortamı yaratmak; mevcut mevzuat üzerinde düşündürmek; farklı uygulamaları da azaltmak gibi. Yani asla cevaplar sunmak, cevaplara dönüştürmek değil.

Alıntı:
Yazan Av.Selim Balku

"toplumun aşılmaz sorunlarını çözmek" için hukuk her daim başarısız olmuştur.

‘Hukuk’, eğer başarısız ise bunu yazılanın sabitliğine ve insanın da değişkenliğine yormak gerekebilir. İçtihat, sağılan özütlerden oluştuğuna göre; maddelerin yanlış olduğu değil, her gözlenen durumdan vazife çıkaran hükümler olmakla sınırlı kaldığı söylenebilirdi. Evrensele yakın olan veya her açmazı çözen maddeler nerede peki? (yok ki!) Bu açıdan hukuk; insanla birlikte gelişen ve tekamülünü tamamlayan canlı bir varlık gibi düşünülebilirdi. Kendi başına değil, bir kurallar bütününün mürekkebe yansıması gibi.

Aslında başarısız olan hukuk değil, asıl sağıcı olan insandır; onun usavurumudur. Yani gerçekte olgular, varlıklar değil, onun eylemlerindeki noksanlıktır; uygulamadaki hataların, çoğu insanı yoldan çıkardığını görmüyor musunuz? (görüyorsunuz)

Düşünerek akıl yürütmek yerine, mevcut yürütülenleri yürütmek; ne kolaydır! Her çapraşık durum için aynı maddeyi vermek; tanımın katı çerçevesinin, mütaalâyı yönlendirmesine izin vermek; geçmiş zamanın yazılarının, bugünküne üstün gelmesini kabullenmek; neredeyse cahiliyyenin moderne muhalefeti gibi.
Hukuk, insanı tanımaya çalışan tüm külliyâtı içinde barındırmalı; zamanın gerçeklerine uyan, ortak vicdanı temsil eden maddelere yükseltgenmelidir. Vicdan, asla tekil çabayla hüküm üretmemeli; meclis / heyet ile karar vermelidir (düşüntay, akıltay). Üst yargının, alt yargıya üstünlüğünün, daha akıcı olmasının genel nedeni de bu değil midir? (elbette ki, budur)

Aklın yüceliğine inanan ve düşündüren beyinlere teşekkürler..