Mesajı Okuyun
Old 11-05-2010, 09:13   #3
Av.Cihan Nuri

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet_Ali
Aşağıdaki yargıtay kararlarını görmem gerek.İntihal ile ilgili kararlar.Şimdiden teşekkürler

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2003/4-47 Sayılı Kararı "Haksız yere intihal ile ilgili"

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2003/4-47

K. 2003/37

T. 29.1.2003

• MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız Yere İntihal "Eserinden Çalıntı - Aşırma" İddia ve Şikayetinde Bulunan Davalı - Şikayet Dilekçeleri Vermesi ve Günlük Bir Gazetede Bu Yönde Haber Yapılmasına Vesile Olması )

• KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI ( Haksız Yere İntihal "Eserinden Çalıntı - Aşırma" İddia ve Şikayetinde Bulunan Davalı - Şikayet Dilekçeleri Vermesi ve Günlük Bir Gazetede Bu Yönde Haber Yapılmasına Vesile Olması )

• İYİNİYET ( Şikayet Hakkının Kişilerin Aleyhine ve Kötüye Kullanılamayacağı - Haksız Yere İntihal "Eserinden Çalıntı - Aşırma" İddia ve Şikayetinde Bulunan Davalı/Manevi Tazminat Davası )

• ŞİKAYET HAKKI ( Kişilerin Aleyhine ve Kötüye Kullanılamayacağı - Haksız Yere İntihal "Eserinden Çalıntı - Aşırma" İddia ve Şikayetinde Bulunan Davalı/Manevi Tazminat Davası )

• İNTİHAL ( Çalıntı - Aşırma Başkasına Ait Bir Eseri Kendisininmiş Gibi Gösterme/Kaynak Göstermeksizin Başkasının Eserinden Parça Alma - Yasaklanmış Olması/Manevi Tazminat Davası )

• TELİF HAKKI İHLALİ ( Haksız Yere Şikayetde Bulunan Davalı - Şikayet Dilekçeleri Vermesi ve Günlük Bir Gazetede Bu Yönde Haber Yapılmasına Vesile Olması/Manevi Tazminat Davası )

4721/m.3, 24, 25

818/m.41, 49

5846/m.66

2709/m.36


ÖZET : 1. İntihal; çalıntı - aşırma, başkasına ait bir eseri kendisininmiş gibi gösterme, kaynak göstermeksizin başkasının eserinden parça alma anlamında olup, hukuk düzenince de bu anlam yüklenilmiş ve yasaklanmıştır.
2. Haksız yere intihal iddia ve şikayetinde bulunan davalı, konusunda doktora yapmış bir kişilik olarak intihalin var olup olmadığını saptama yeteneğine sahip kabul edilmelidir.
3. Anılan eserler arasında intihal bulunup bulunmadığını doğru bir şekilde saptama olanak ve yetkisine sahip olan davalının, gerçekte intihal bulunmadığı, halde şikayet dilekçeleri vererek ve üstelik günlük bir gazetede bu yönde bir haber yapılmasına şu veya bu şekilde vesile olarak, davacıyı başkasının eserinden intihal yapan bir akademisyen durumuna düşürdüğünün, böylece kişilik haklarına saldırdığının kabulü zorunludur.
DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 28.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.9.2001 gün ve 2001/36-522 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.1.2002 gün ve 2002/190-800 sayılı ilamı ile;
( ...Dava, haksız eylem sonucu uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacı, davalının Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile Yükseköğretim Kuruluna dilekçe vererek asılsız şikayette bulunduğunu, ayrıca Radikal gazetesinde yayımlanan haberi gönderdiğini ileri sürerek kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat isteminde bulunmuştur.Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiştir. Kararı davalı temyiz etmiştir.
Kural olarak suçların kovuşturulması maksadı ile yetkili makamlara yapılacak şikayetler hukuka aykırı sayılmazlar. Ancak Anayasa teminatı altında bulunan her hak ve özgürlük gibi, hak arama özgürlüğü de sınırsız değildir. Şikayet hakkının kişilerin aleyhine ve kötüye kullanılamayacağı Anayasanın 6. madde; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle hak arama hürriyetini kullanabileceği ifade olunarak açıklanmıştır. Bu durumda, davalının hak arama özgürlüğü ile davacının çatışan kişilik haklarının sınırı Medeni Yasanın 1. maddesindeki ana kurallar uyarınca hakim tarafından büyük bir özenle çizilmelidir. Çünkü kişilik haklarına saldırıda bulunan kimse, eğer üstün çıkarları korumak için davranmışsa, davacının saldırıya uğrayan kişilik hakkı korumadan yararlanamayacaktır. Şikayet hakkının hukuka aykırı olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, şikayeti haklı gösterecek olguların bulunmaması veya şikayet hakkının kasten kötüye kullanılmış olması gerekir. Elinde şikayet veya başvuruyu destekleyen bazı emare ( belirti ) bulunan kişinin eyleminin hukuka aykırılığından söz edilemez ve şikayette bulunan kişi Borçlar Yasasının 49. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulamaz.
Davaya konu edilen olayda, davalı tarafından Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne verilen dilekçede, davacının 1996 yılında hazırladığı "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki" konulu çalışmanın, kendisi tarafından 1994 yılında hazırlanan "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Demokratik Tutum Arasındaki İlişki" konulu tez çalışmasının bir değişkeni, yöntemi ve biçimi ile aynı olduğu belirtilerek "kısmi intihal" ( çalıntı, aşırma ) nedeniyle davacı hakkında soruşturma yapılması istenerek dilekçe ekinde de şikayet konusunun örneklerle açıklandığı görülmektedir. Davacı hakkında başlatılan idari soruşturmada; ortak bir değişkenin ve araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminolojinin dışında göze batan benzerliğe rastlanmadığı belirtilerek "kısmi intihal" yapılmadığı ve disiplin soruşturması yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna varılmış; yerel mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda da, iki araştırmanın planında bazı benzerlikler bulunduğu, içeriklerinin farklı olduğu ve özgün ifadelerle kaleme alındığı, bazı başlıkların benzer olmasının bu tür çalışmalarda izlenen ortak yöntem olması nedeniyle birbiriyle aynılık iddiasını haklı çıkarmayacağı ve planda bunun dışında intihal izlenimi bırakacak benzerlik bulunmadığı, öğrencilere sorulan sorular farklı olduğundan elde edilen verilerin ve varılan sonucun farklı olduğu ve ölçme noktasındaki farklılığın intihal olasılığını ortadan kaldıracak nitelikte bulunduğu, bibliyografyaların farklılık taşıdığı ve davalının eserinin kaynakçada gösterildiği, 8. sayfadaki yanıltıcı aktarma işleminin asıl kaynak sözlükten ileri geldiği, verilerin çözümlenmesinde izlenen yöntemler arasında intihal iddiasını doğrulayacak kanıtlar bulunmadığı, öğrencilerin öğrenim sırasında almış oldukları sanatla ilgili zorunlu ve seçimlik derslere dayanan açıklamalarının intihal olarak tanımlanmasının doğru bulunmadığı sonucuna varıldığı açıklanmıştır.
Somut olayda, davalının eserinden kısmi intihal yapıldığı yolundaki şikayetini doğrulayacak bazı emarelerin bulunduğu idari soruşturma sonucundan ve mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporundan anlaşılmaktadır. Bundan başka, bir gazetede davacı hakkında yer alan haberin yayımlanmasında davalının katkısı bulunduğu da kanıtlanmamıştır. Bu durumda, dava konusu olayın gelişimi ile yukarıda anılan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde davalının yasal şikayet hakkını kullandığı benimsenerek davanın reddedilmesi gerekirken, yerine bulunmayan yazılı gerekçeyle manevi tazminata karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı Sedat Sever vekili, davalının 1994 yılında "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Demokratik Tutum Arasında İlişki" adlı Yüksek Lisans Tez çalışması yaptığını, davacının da 1996 yılında "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki" adlı bir çalışma hazırladığını; davalının, davacı tarafından hazırlanan bu çalışma ile kendisinin yüksek lisans tezinin aynı olduğu, aynı içerik ve cümleleri kapsadığı yolunda iddiada bulunması üzerine davacının, A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanlığı' na başvurarak, davalının bu iddiasının bir komisyon aracılığıyla incelenmesini talep ettiğini; oluşturulan komisyonun, her iki araştırmanın tamamen birbirinden farklı olduğu yolunda görüş bildirdiğini; 18.12.1998 tarihinde davalının bu kez, davacının çalışması ile kendi tezi arasında "kısmi intihal" olduğu iddiası ile YÖK Başkanlığı'na ve Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne suç duyurusunda bulunduğunu, bununla da yetinmeyip Radikal Gazetesinin 26.12.1998 tarihli sayısına "El Teziyle Doçentlik" başlıklı haberi göndererek, kendi master tezinin davacı tarafından doçentlik tezi olarak kullanıldığına dair iddiada bulunduğunu; iddiayı inceleyen Fakülte Yönetim Kurulu'nun ve oluşturulan komisyonun da, iki çalışmada ortak bir değişken ile araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminoloji dışında göze batan benzerliğin olmadığı şeklinde sonuca ulaştığını; davalının bu şekilde yersiz ve asılsız isnatlarla davacıyı üniversite camiası ve YÖK karşısında küçük düşürdüğünü, hakkında soruşturma açılmasına sebebiyet verdiğini, kişilik haklarına saldırdığını ileri sürerek, bir milyar TL. manevi tazminatın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Ruken Öztürk vekili, tarafların çalışmaları arasında ilk bakışta dikkat çekecek bir isim benzerliği bulunduğunu, izlenen yöntemin aynı olduğunu, davalının tezindeki ölçme için hazırlanan anketin dahi büyük oranda aynı bulunduğunu; bu haksızlığı dile getiren davalıya davacının hakaret ettiğini, durumun Fakülte yetkililerine intikal ettirildiğini; davalının kısmi intihal olgusunu ortaya koyan raporunu YÖK ve A.Ü. Rektörlüğüne dilekçe ekinde sunduğunu, Radikal Gazetesi muhabirinin haber değeri taşıyan bu olayı kendi attığı başlık, kendi tercihi olan içerik ve üslupla kamuoyuna ilettiğini; akademik organ olmaması nedeniyle Fakülte Yönetim Kurulu kararının da değer taşımadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece verilen; tarafların çalışmaları arasında intihal bulunmadığı, davalının davacı aleyhine çeşitli makamlara yaptığı şikayetlerin ve davalının verdiği habere dayanılarak Radikal Gazetesinde yayımlanan haberdeki iddiaların doğru olmadığı, davalının bu şikayetler ve yayımlanan haberle davacının kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde saldırıda bulunduğu gerekçesine dayalı, davanın kısmen kabulüne, 750 milyon TL. manevi tazminatın davalıdan tahsiline dair karar, Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Bu noktada öncelikle davadaki manevi tazminat isteminin dayandırıldığı maddi olgu üzerinde kısaca durulacaktır:
Davalının 1994 yılında A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesindeki yüksek lisans öğrenimi sonucunda "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi İle Demokratik Tutum Arasındaki İlişki" adlı yüksek lisans tezini hazırladığı, o tarihte aynı zamanda A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinde araştırma görevlisi olduğu; davacının ise aynı Fakültede Yardımcı Doçent Doktor unvanıyla 1996 yılında "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki ( A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Örneği )" isimli araştırmayı yaptığı; davalının intihal iddiaları üzerine, davacının 8.10.1996 tarihli dilekçeyle Eğitim Fakültesi Dekanlığına başvurarak iddiaların incelenmesini istediği; Dekanlık tarafından görevlendirilen Prof. Dr. Nizamettin Koç'un düzenlediği 21.10.1996 tarihli raporda, yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar sonucunda, araştırmaların bir boyutu olarak belirli bir değişkeni ( Sanata Duyulan İlgi ) ikisinin de inceleme konusu yapmalarının dışında her iki araştırmanın tamamen birbirinden farklı olduğunun gözlendiğine, sonuç olarak, araştırma yöntem bilimine ve araştırma etiğine aykırı düşebilecek hiçbir duruma rastlanmadığına dair görüş bildirildiği; davalının yaklaşık iki yıl sonra A.Ü. Rektörlüğüne ve YÖK Başkanlığına 18.12.1998 tarihli dilekçeleri vererek, davacının çalışmasının kendi tezinin bir değişkeni olduğunu, yaptığı anketin büyük bir kısmı ile de aynı bulunduğunu ileri sürmek suretiyle, her iki çalışmanın belirlenecek öğretim üyelerince bu yönden karşılaştırılmasını istediği ve davacı hakkında kısmi intihal nedeniyle suç duyurusunda bulunduğu; anılan dilekçeler üzerine A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinde görevli üç profesörden oluşturulan komisyonun düzenlediği 15.2.1999 günlü raporda, ortak bir değişkenin ve araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminolojinin dışında, göze batan bir benzerliğe rastlanmadığına ve sonuç olarak davacının kısmi intihal yapmadığına, disiplin soruşturmasına da gerek bulunmadığına dair kanaat beyan edildiği; davalının yukarıda sözü edilen 18.12.1998 tarihli dilekçeleri vermesinden kısa bir süre sonra Radikal Gazetesi'nin 26.12.1998 tarihli nüshasında yayımlanan "El Teziyle Doçentlik" başlıklı haberde, "YÖK'e bilimsel eser hırsızlığında ilk suç duyurusu yapıldı. Ankara Üniversitesi araştırma görevlisi Öztürk, master tezinin Doç. Sedat Sever tarafından doçentlik tezi olarak kullanıldığını ileri sürdü...Ruken Öztürk, master tezini kendisiyle aynı anabilim dalında çalışan Sedat Sever'in çaldığını ve doçentlik tezi olarak kabul ettirdiğini ileri sürdü.
Ruken Öztürk, YÖK'e yaptığı suç duyurusunda kendi teziyle birlikte Sedat Sever'in doçentlik çalışmasını karşılaştırmalı olarak sunarken "Tezimde yaptığım yanlışlar bile kopya edilmiş...dedi..." şeklinde ifadeler yer alan bir haberin yayımlandığı; A.Ü. Eğitim Fakültesi Yönetim Kurulu'nun, bu haber üzerine davacı tarafından verilen 30.12.1998 tarihli dilekçeyi görüşmek amacıyla yaptığı 4.1.1999 tarihli toplantı sonucunda; yukarıda değinilen rapora da atıf yapmak suretiyle, sonuç olarak, haber içeriğinin doğru olmadığı ve durumun anılan Gazeteye bildirilmesi yolunda karar aldığı; kararın gazeteye tebliğinden sonra da, aynı Gazetenin 6.1.1999 günlü sayısında "Çalıntı Tez İddiası Çürütüldü" başlıklı başka bir haberin yayımlandığı, anılan karar metninden bir bölümün bu haberde aynen aktarıldığı anlaşılmaktadır.
Görülmekte olan davada davacı bu olgulara dayanarak, davalı tarafından kendi kişilik haklarına haksız şekilde saldırıldığını ileri sürmüş ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, davalının daha önceki tarihli çalışması ile, davacının sonraki tarihi taşıyan çalışmaları arasında intihal ( çalıntı, aşırma ) bulunmadığı; eş söyleyişle, davacının davalıdan intihal yapmadığı hususunda yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasında bir uyuşmazlık yoktur.
Bununla birlikte, uyuşmazlığın ve özellikle davalının yukarıda değinilen başvurularının haklı olup olmadığının tam olarak ortaya konulabilmesi açısından, intihal kavramına ilişkin kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
İntihal sözlük anlamı itibariyle aşırma, başkasına ait bir eseri kendisininmiş gibi gösterme ( Ferit Devellioğlu-Neval Kılıçkını: Osmanlıca-Türkçe Sözlük, Rafet Zaimler Kitabevi, İstanbul, 1983, s: 161 ) ; Kaynak göstermeksizin başkasının eserinden parça alma ( Dr. Ejder Yılmaz: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları Ankara 1976, s:72 ) anlamında olup, hukuk düzenince de bu anlam yüklenmiş ve yasaklanmıştır. ( Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, madde 66 ve sonraki hükümler ).
İntihal tam veya kısmi nitelikte olabilir. Açıktır ki, ister tam, ister kısmi nitelikte olsun, intihalin ( aşırmanın, çalıntının ) varlığı halinde, buna maruz kalan eser sahibi, hukukun kendisine tanıdığı yasal yollara başvurma ( şikayet ) hakkına sahiptir.
Özel Daire bozma kararında da açıklandığı üzere, şikayet ( başvuru ) hakkını da içeren "Hak Arama Hürriyeti", Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenmiş ve herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle, bu hakkı kullanabileceği belirtilmiştir.
Anayasal bir hakkın kullanılmasının, o hakkı hukuka uygun şekilde ( Anayasa'nın deyimiyle meşru vasıta ve yollarla ) kullanan yönünden herhangi bir sorumluluk doğurması düşünülemez. Buna karşılık, şikayet hakkı kötüye kullanılmış ya da şikayette bulunulmasını haklı gösterecek olgular mevcut değil ise, artık hukuka uygunluktan söz edilemez. "Şikayeti haklı gösterecek olgu" sözüyle, şikayet veya başvuruyu destekleyen "emarelerin" kastedildiği de, yine bozma kararında açıklanmıştır.
Somut olayda uyuşmazlığın üzerinde toplandığı nokta tam da budur: Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, kendi sübjektif durum ve konumu itibariyle, davalının davacıyı intihal ile suçlamakta haklı olduğunun kabulünü gerektirecek, iddiaları destekler nitelikte emarelerin somut olayda bulunup bulunmadığı noktasındadır.
Bu noktada şu yönün hemen vurgulanması gerekmektedir. Herhangi bir olayda başvuru sahibinin bu başvurusunu destekleyen ve haklı gösteren emarelerin bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilirken, öncelikle, o somut olayın kendi özel yapısı ve özellikle başvuru sahibinin sübjektif nitelikleri, konu hakkındaki bilgi, kavrama ve değerlendirme düzeyi göz önünde tutulmalıdır.
Somut olay bu çerçevede değerlendirildiğinde: Davalının intihal iddiasını ilk olarak ortaya attığı tarihte, üniversitede yüksek lisansını tamamlamış bir araştırma görevlisi olduğu; Üniversite Rektörlüğüne ve YÖK'e 18.12.1998 günlü dilekçeyi verdiği tarihte ise doktorasını tamamladığı anlaşılmaktadır. Eş söyleyişle, anılan dilekçeleri verdiği tarih itibariyle davalı, doktor unvanlı ve üstelik konuya hakim bir akademisyen olarak, kendi eseri ile davacının eserini bilimsel yöntemler çerçevesinde sağlıklı bir şekilde karşılaştırma, intihal bulunup bulunmadığını doğru olarak saptama olanak ve yeteneğine sahiptir. O halde, intihal iddiasında bulunmadan önce, sahip olduğu bu kariyer ve bilgisini doğru olarak kullanıp, her iki eseri sağlıklı şekilde değerlendirmesi, intihalin mevcut olup olmadığı noktasında sağlıklı bir saptamada bulunması kendisinden beklenmelidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, gerek davacının başvurusu üzerine bir öğretim üyesince düzenlenen 21.10.1996 tarihli raporda, gerek davalının Üniversiteye ve YÖK'e yaptığı başvuru nedeniyle ve gerekse görülmekte olan davada Mahkemece üniversite öğretim üyelerinden oluşturulan kurullarca düzenlenen raporlarda, tarafların eserleri arasında bir intihalin bulunmadığı açık ve kesin bir şekilde belirtilmiştir.
Anılan raporları düzenleyen akademisyenlerin yaptıkları inceleme, karşılaştırma ve değerlendirmeleri, kendisi de bir akademisyen olan davalının dahi yapabileceğinde kuşku olmamalıdır. Eş söyleyişle, davalı, sübjektif durumu itibariyle, bunu yapabilme olanak ve yeteneğine sahiptir.
Öte yandan, intihal gibi, muhatabını son derecede büyük bir zan altında bırakacak, bilim etiğine aykırı bir eylemle herhangi bir kişiyi suçlamadan önce, gereken hassasiyeti gösterip, titiz bir araştırma ve değerlendirme yapması ve eğer bu değerlendirme sonucunda intihalin bulunduğu kanaatine varırsa böyle bir iddiada bulunması, herkesten ve özellikle, sübjektif durumu yukarıda açıklanan davalıdan beklenmesi gereken bir davranıştır.
Kişilik haklarına saldırı iddiasının dayandırıldığı gazete haberine gelince: Gerek ilgili mevzuat uyarınca ve gerekse dosyaya sunulan belge örneklerindeki açıklamalardan, davalının başvurusu üzerine Üniversite ve YÖK tarafından olaya ilgili olarak yapılan idari soruşturmanın gizli olduğu anlaşılmaktadır. Gizli yapılan ve böyle yapılması da zorunlu olan bu soruşturma sırasında, davalı dilekçesinin ve dilekçe üzerine başlatılan soruşturma içeriğinin, bu soruşturmada herhangi bir rol veya görevi bulunan üçüncü kişilerce dışarıya sızdırıldığına ilişkin bir davalı savunması ve bu yolda sunulmuş bir kanıt yoktur. Buna rağmen, davalının verdiği dilekçelerin içeriğinin, verilmelerinden kısa bir süre sonra yayımlanan Radikal Gazetesinin 26.12.1998 günlü sayısında, tarafların adları açıkça belirtilerek ve üstelik, anılan dilekçelerdeki belirli pasajlara aynen yer verilerek haber konusu yapıldığı görülmektedir. Her ne kadar, yerel mahkemenin direnme kararındaki gerekçenin tersine, cevap dilekçesinde bu husus davalı tarafından açıkça kabul edilmiş değilse de, açıklanan somut durum karşısında, söz konusu haberin davalının bilgisi ve katkısı olmaksızın yapılmasına olanak bulunmadığının kabulü gerekir. Başka bir ifadeyle, anılan gazete haberinin, davalının bu yolda bir katkısı olmaksızın yapılması olanaklı değildir. Bozma ilamındaki aksine kabulde bu nedenle isabet görülmemiştir.
Hâl böyle olunca, anılan eserler arasında intihal bulunup bulunmadığını doğru bir şekilde saptama olanak ve yetkisine sahip olan davalının, gerçekte intihal bulunmadığı halde, anılan dilekçeleri vererek ve üstelik günlük bir gazetede bu yönde haber yapılmasına şu veya bu şekilde vesile olarak, davalıyı, başkasının eserinden intihal yapan bir akademisyen durumuna düşürdüğünün, böylece kişilik haklarına saldırdığının kabulü zorunludur. Dolayısıyla, somut olayda davacı yararına manevi tazminata hükmedilebilmesi için gerekli koşullar oluşmuştur.
Mahkemenin bu yönlere değinen direnme gerekçesi yerindedir. Davalının, hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı yönünden temyiz itirazı da bulunmamaktadır. Bu durumda, direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ( ONANMASINA ), oyçokluğu ile karar verildi. kaynak:kazanci içtihat bilgi bankası