Mesajı Okuyun
Old 25-12-2006, 19:08   #27
beccaria

 
Varsayılan

Biri var, biliyor musunuz? Hep konuşur içimde. Ben de onunla… Ama belki konuşmaz da, ben öyle sanırım. Çok konuşan kişi ben de olabilirim pekâlâ. Dil’in gücünü hissettiğim ilk günden beri onunla diyalog halindeyiz. Gençlik yıllarımda buna bir ad verilir “mükâleme” veya ”Muakale” denirdi. Şimdi ne diyorlar bilmiyorum. Bir “iç ses”ten söz ediyorlar. Ben ise 'içseslilikten ve karşılıklı söyleşmeler sonucunda gerçekleşen dışın içselleşmesi ve iç’in yeniden dışsallaşması sürecinden söz ediyorum.

Düşünün bir kere. Lisanımız olmasaydı eğer, ne yapardık? Düşünce dilden akar. Tıpkı duygu gibi. Beyinde oluşan kavramları sözcüklere çevirir ve onları yaşam nehrinde bir yolculuğa çıkartırız. Dolayısıyla dil, zaman içinde güçlü bir donanım silahına dönüşür. Ek olarak, kişiler arasında köprüler oluşturur. Dil hem dışarıdaki “öteki” âlemle, hem de kendi iç dünyamızla konuşmayı sağlar. O ki, konuşurken farklı yöntemler kullanabilir. Yazar, çizer, renklere dönüşür, oynar; beynin kıvrımları arasında dolaşan kendi eş-ben’leri ile bir dansa tutuşur bazen. Bakarsınız şiir olur, felsefi kuyulara dalar; engin denizlere yelken açar; uçmayı ve araştırmayı dener. Kimi zaman arzu olur, tutku olur, hayali elbiseler giyer üstüne. Sanal âlemdeki yolculuk da bunlardan biridir kanımca.

Sonuç ise hiç değişmez. İster sanal veya gerçek dünya; isterse içlerimiz olsun, hepsinin yolları mutlaka dilde kesişir. Aslına bakarsanız dışarıda olup biten– günlük dert ve mecburiyetler dışında – bizleri fazlaca ilgilendirmez. Genellikle kendimizi dinler, kendimizle savaşır ve hatta pek itiraf etmesek de kendimizi severiz. O kendimiz ki, evrensel bir bütünün minik bir parçası ve onun iç aynamıza yansıyan yüzü değil midir zaten?

Hiç düşündünüz mü, bazı yazar, şair, düşünür ve sanat eserlerini neden diğerlerinden çok benimseriz diye? Sırf nitelikli oldukları için mi? Bu önerme doğru olsaydı eğer, niteliksiz bunca sanat eseri ve sanatçı asla prim yapamazdı. Bence seçtiklerimiz, bizlere en uygun dışavurum ve dışsallaşma yolunu bulanlardır. Onları öylesine severiz ki, kimi zaman adeta bir tutkuya dönüşürler. Uzak-yakın, sanal-gerçek, ölü veya diri olmaları fark etmez. Önemli olan tek şey, kullandıkları dilin iç’lerimizle kurduğu diyalog ve bunun sonucunda ektikleri tohumlarla “ben”lerimize yeni iletişim kanalları açıyor olmalarıdır. Demem o ki, esas olan birlikte yaşadığımız 'ben'lere ulaşmayı sağlayacak köprüler inşa etmeleridir. Biraz karmaşık gibi görünse de, dil ile duygu arasında bir bağ kurmaya ve aslında birbirinden farklı olan bu iki küme arasındaki ortak alanı işaret etmeye çalışıyorum...

Aynı dili konuşmadığınız birini sevebilir, ona âşık olabilir misiniz? Oldunuz diyelim. Ne kadar sürdürebilirsiniz? Dostlarınız mesela, sizinle ortak bir dil paylaşan insanlardır. Hayvan sevmez biriyseniz eğer, onlarla iletişim kurmanın bir yolunu bulamazsınız, çünkü dilleriniz farklıdır. Sevgi sözcükleri asla bir mırıltıyla buluşamaz. Komşunuz, doktorunuz, politikacınız, gazete yazarınız ve hatta çocuğunuzla dahi anlaşamazsınız.

Sözünü ettiğim köprülerin kurulması nasıl gerçekleşiyor o halde? Bu sorunun yanıtı seçime ilişkin kararlarda saklı. Karar verilmişse eğer, biraz da özveri gerekir tabii. Biz, bize benzeyenleri seçer ve severiz. Sevmek içinse ruh eşlerimizi arayıp buluruz. Sonuçta vazgeçilmezlerimiz olurlar. İçlerimiz onlara gülümser; zamanla dost ve hatta bazen âşık oluruz. Onlar için sivri taraflarımızı törpülemeye razıyızdır. Böylece yeni bir başkalaşım süreci başlar. Etkiler, etkilenir ve sonuçta pek de şikâyetçi olmadığımız değişimi kabulleniriz. Bir tür gelişmedir bu; temel araç ise yine dil olup, iki ayrı dilden hareketle aynı lisanı konuşmayı öğrenmektir.

Kısaca şunu demek istiyorum. Hem iç benlerimiz, hem de başkalarıyla konuşmayı ihmal etmemek lazım. Sanatın yolu da buradan geçer. Dilin hükümranlığını ilan ettiği topraklarda yaşayan bütün “ben”lerle konuşmaktan söz ediyorum. Birileri mutlaka bizleri dinleyecektir. Dilimizi dışa vuralım ki, dışsallaşsın. Dışarıdan aldıklarımızı ise dönüşüm çıkrıklarından geçirip içselleştirelim. Ancak böylece kendimize dünkünden daha geniş bir paylaşım alanı yaratmış oluruz.
Yazıyorsam eğer, içimdeki diğer benlerin benimle konuştuğunu düşündüğüm içindir. Onlar ki, “öteki” dünyadan bin bir özenle toplayıp biriktirdiklerim; seçtiklerim, sevip saydıklarım, özlediklerim; içimi dışsallaştırmama yardım ettikleri için içselleştirdiklerimdir… Kışları bahara dönüştüren gümrah bir yaşamın: sevgi, güven ve mutluluğa açılan kapının anahtarını taşırlar ceplerinde.
İnsanlar da tıpkı hayvanlar gibi koklaşa koklaşa, sevişe sevişe ama illa konuşa konuşa anlaşırlar. Hem kendileri, hem de ruh ve ten eşişleriyle… Bu konuşma sonucunda duygu verilmiş ve alınmışsa eğer, süreç tamamlanmıştır.
Gerisi teferruat! Muakale” ve “mükâleme”niz bol, dilleriniz güçlü olsun dostlar… Kalınız sağlıcakla.