Mesajı Okuyun
Old 24-07-2009, 16:37   #5
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

uygulamada, "evli kadının cinsel saldırı suçlarında namusunu ortaya koymayacağı" gerekçesiyle sanık hakkında mahkumiyet kararının verildiği bir olay hatırlıyorum. bir çok anahtar kelimeyle tarama yaptım ancak örnek olaya rastlayamadım.

Sanığın suçunu ikrar etmesi bile mahkumiyet için tek başına yeterli delil sayılmamalıdır. Günlük hayatta kimi zaman şahısların, şahsi bir takım çıkarlar için (maddi veya manevi) suçlamaları üstlendikleri tartışmasızdır. Yargı makamları hüküm kurarken, sanıkların ikrarları ile bağlı kalmayarak, ikrarı destekleyecek delilleri ortaya koymak ve tartışmak zorundadırlar.

İkrarın bile tek başına mahkumiyete yeterli sayılmayacağı ilkesi karşısında, sadece müşteki veya mağdurun beyanı yeterli görülerek mahkumiyet kararı verilmesi ne derece doğru olabilir?

Tek başına ikrarın, yani suç işlediğini kabul etmenin, mahkumiyet için yeterli olmadığı Yargıtay Ceza Genel kurulunun 10.12.1990 tarih ve 1990/6-257 esas, 1990/335 sayılı kararında çok net olarak belirtilmiştir.


T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 1990/6-257
Karar: 1990/335
Karar Tarihi: 10.12.1990

ÖZET: İkrar hakkındaki bu açıklamalardan sonra, uyuşmazlık konusu olaya bakıldığında, duruşma sırasında sanığın ikrarının bulunmadığı, hazırlık soruşturması sırasında alınan ifadesinde, suçu işlediğine yönelik beyanının da, on beş yaşından küçük olan sanığın polis korkusuna dayalı olduğu ve esasen ikrar niteliğinde de bulunmadığı, suçu işlediğine dair başkaca herhangi bir kanıt da olmadığı ve şikayetçinin olaydan hemen sonra kolluğa başvurması nedeniyle, kolluğun dava konusu olaydan sanık yakalanmadan önceki dönemde bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. O halde sanığın suçu işlediğine yeterli kanıt bulunmadığından, yüklenen suçun sübuta ermediği kabul edilmelidir.


(765 S. K. m. 491, 522, 523) (2253 S. K. m. 12) (647 S. K. m. 4) (1412 S. K. m. 135, 247)

Dava: Hırsızlık suçundan sanık Dursun'un TCY.nın 491/2, 522, 523 ve 2253 sayılı Yasanın 12; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca altıbin lira para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, (Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi)nce 3.5.1989 gün ve 4-43 sayı ile verilen hükmün, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen, Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi, 14.11.1989 gün ve 7675-8881 sayılı kararı:

(Sanığın mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi) isabetsizliğinden hükmü bozmuş,

Yerel Mahkeme ise, 5.3.1990 gün ve 5-11 sayı ile; sanığın Savcılıktaki ikrarı ile suçun sübuta erdiği gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından süresinde temyizi üzerine, dosya C. Başsavcılığı'nın "bozma" istekli 1.10.1990 gün ve 4717 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: İncelenen dosyaya göre;

Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, sanığa yüklenen suçun sübuta erip ermediği hususundadır.

Olayda görgü tanığı bulunmamaktadır. Suç tarihinden 10 gün sonra, aynı ilçe merkezinde, bir başka kişiye ait traktörü çalmak suçundan yakalanan ve bu suretle kolluk ve C. Savcısı tarafından ifadesi alınan sanık bu ifadelerinde, "otel önündeki traktörü yağ çubuğu ile çalıştırarak, yarım saat kadar gezdikten sonra, terminal karşısında terkettiğini" söylerken,duruşmada, hakim önündeki sorgusunda, "...Polisten korktuğu için suçu işlediğini..." kabul etmek zorunda kaldığını beyan etmiştir.

Usul Yasamıza göre, sanığı hakim sorguya çekebilir. Meşnut suçlarda ve gecikmede tehlike olan hallerde bile, savcı veya kolluk sanığı sorguya çekemez. Hazıklık soruşturması sırasında henüz sanık sıfatını alamamışken, kuşkulunun dinlenmesi "sorgu" olmayıp "ifade alma" dır. Sorgu gerekiyorsa, C. Savcısı Sulh hakimine başvurur ve sanık isnadı bu sorgu sırasında öğrenir (CYUY.nın 135/1. maddesi).

Sorgu savunma vasıtası olup, kanıt elde edilmek üzere kabul edilmiş bir kurum değildir. Ancak maddi gerçeğin hakim tarafından öğrenilmesinde değerlendirilebilir. Bunun için beyanın kendiliğinden olması, yani cebir veya tazyik altında yapılmaması koşuldur. CYUY.nın 247. maddesine göre, duruşma dışındaki ikrarı içeren tutanağın kanıt olabilmesi için ikrarın hakim önünde yapılması zorunludur. Savcılık veya kolluktaki ikrarı içeren tutanaklar duruşmada kanıt olarak okunamaz. Dolayısıyla kanıt olarak hükme esas alınamazlar.

Kaldı ki duruşma sırasındaki ikrarın bile tek başına kesin kanıt olduğu kabul edilemez. Zira bir insanın kendisini suçlu kabul etmesi veya bir başkasının suçunu kabullenmesi olanaklıdır. Bu itibarla duruşmadaki ikrarın da başkaca yan kanıtlarla desteklenmesi gerekir.

İkrar hakkındaki bu açıklamalardan sonra, uyuşmazlık konusu olaya bakıldığında, duruşma sırasında sanığın ikrarının bulunmadığı, hazırlık soruşturması sırasında alınan ifadesinde, suçu işlediğine yönelik beyanının da, on beş yaşından küçük olan sanığın polis korkusuna dayalı olduğu ve esasen ikrar niteliğinde de bulunmadığı, suçu işlediğine dair başkaca herhangi bir kanıt da olmadığı ve şikayetçinin olaydan hemen sonra kolluğa başvurması nedeniyle, kolluğun dava konusu olaydan sanık yakalanmadan önceki dönemde bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. O halde sanığın suçu işlediğine yeterli kanıt bulunmadığından, yüklenen suçun sübuta ermediği kabul edilmelidir.

Bu itibarla direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Karşı oy kullanan Kurul Üyeleri; direnme hükmünün haklı nedenlere dayandığını ileri sürmüşlerdir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden direnme hükmünün yapılan ikinci müzakere sonucunda 10.12.1990 gününde oyçokluğuyla BOZULMASINA karar verildi.