Mesajı Okuyun
Old 30-12-2007, 14:41   #67
fikirbay

 
Mutlu hukuki durum ve fiili durum

Yıl 2003...

Türk Hukuk Sistemi ile "gerçek anlamda" ilk kez tanışıyorum ve hukukçu kimliğim yok.

Öksüzün, yetimin parasının çarçur edilmesine daha fazla katlanamayarak, yurtdışında 5.000 Euro maaşla diplomatik görevli iken (ve eşim de yurtdışında benim görevli olduğum şehire yakın bir şehirde 4.000 Euro maaşla diplomatik görevli iken, yani hanemize ayda 9.000 Euro helal kazanç girerken) idari girişimlerimden ümidimi keserek Savcılığa ihbarda bulundum. Tabii ki derhal afaroz edilerek çarmıha gerildim. Elbette uzun vadeli bir mücadeleye hazırlanmış olarak adımlarımı atmıştım ve maraton koşmaya hazırdım. Hukuki, ekonomik, sosyal v.s. imkanlarımın uzun soluklu bir mücadeleye yetip yetmeyeceğini gözden geçirerek ve büyük ihtimalle o günden sonra tarafıma yönelecek baskı ve sindirme yöntemlerine karşı koyabileceğime inandıktan sonra girişmiştim işe.

Mücadeleye girişmeden evvel en başta eşimin rızasını almıştım. Benim ölçülerime göre "pek çok vatandaşımıza nazaran" benim tuzum kuruydu ve toplumda belirli sorumluluklar üstlenmiş bir birey olarak bu görev "dürüstlük ve iyiniyet adına" şahsıma düşerdi. Eşime bunu anlattım. Aylık 9.000 Euro kazanmanın rahatlığı ve eşimle ayrı şehirlerde çalışıyor olmanın zorunluluğu nedeniyle iki arabamız vardı. Nedenini anlayacağınızı umarak ve temsil görevi yaptığımızı vurgulayarak aylık 9.000 Euro kazandığımız o dönemde arabalarımızın markalarının Mercedes (benimki 500SE ve eşimin ki C240) olduğunu utandırılma riskini göze alarak buraya yazmak istiyorum. (Evimizden işe gidip gelebilmek için otobanda her gün yaklaşık 100 km civarında bir yol katetmek zorunda olduğum için, sırf temsil değil, güvenlik açısından da büyük bir arabayı tercih etmiştim.)

Savcılığa ihbarda bulunmayarak (şahsi menfaatlerime zarar vermediği için) olan bitene göz yummaya devam edebilirdim. İhbarı yanlışlıkla değil, bilerek ve isteyerek, taammüden yaptım.

Beni altı ay içerisinde merkeze çektiler. Eşimin de kısa süre sonra bir bahane ile merkeze çekilmesi hesaplarıma dahildi. O olmadı.

Ankara'da görülen iptal davamın tetkik hakiminin bir arkadaşı eniştemin emir ve komutası altında özel kuvvetlerde görev yapmış olduğundan ve dava dosyamı getirterek huzurumuzda inceleyip beni dinledikten sonra (eniştemle onun bürosuna ziyarette bulunmamızın amacı, yurtdışından geldiğim için davamın seyri hakkında bilgi edinmek ve gerçekleri birinci elden birilerine -kim olursa olsun- anlatabilmekti) eniştemin yemek davetini kabul etmişti ve iptal davama bakan tetkik hakimini de eniştemin verdiği yemeğe davet etmişti. (Yemek davetinde bulunan eniştemin amacı olumlu etki yaratabilmekti.)

Ben yemeğe katılmamaya karar verdim ve davama bakan tetkik hakimi ile bir yemekte bir araya gelmemin etik olarak doğru olmadığını ve eniştemin de benim yokluğumda benden habersiz davama yönelik herhangi bir adım atması halinde hakkımı ona helal etmeyeceğimi söyledim.

Yemek gerçekleşti ve anlaşılan oydu ki, eğer racona uyulursa dava kazanılacak durumdadır. Ama ben racona (fiili duruma) uymuyordum ve uymak niyetinde de değildim. Kaderime razı olmak benim için daha ferahlatıcı idi.

Daha sonra avukatımla birlikte (hayatımda ilk kez bir bir dava nedeniyle) Ankara Adliyesi'ne gidişimde, Özel kalem'de görevli memurları, esasen kendilerine ait olan ve kendilerinin yapması gereken işleri yapması için avukatıma talimat verirken gördüğümde, olaya itiraz ederek Kalem Müdiresi Hanımefendi ile tartışmaya başladığımda, avukatım kolumdan çekerek beni odadan koridora çıkardı ve bana; "istersen sen adliyeye gelme, böyle daha hayırlı olacak" dedi. Avukatlığa başlamadan önce 5-6 yıl savcılık yapmış olan avukatıma haklısın dedim. Fiili duruma ayak uydurmam mümkün olmuyordu. Adliyeye ilk girişimde avukatımın haklarını savunmaya kalkışmıştım ??? Tam bir komedi... Bunları şunun için yazıyorum; Meşru olan sonuca gayrimeşru yollardan ulaşmanın doğru olup olmadığını tartışırken, içinde bulunulan ortamın seviyesi ve meşruiyetin orada ne kadar geçerli olduğu büyük önem kazanıyor.

2003 başında, eniştemin yemek davetini kabul edip dosyama bakan tetkik hakimi ile aynı masada yemek yeme imkanını teptiğim dava süründü, süründü ve şimdi AİHM'e götürdüm. Tam 5 yıl... Şikayetçi miyim? Hayır, çok mesut ve bahtiyarım. İlkelerimden taviz vermedim. Kimse anladı mı peki bunu? Hayır, vız geliyor insanlara. Ama, ben de zaten insanlar beni takdir etsinler ve benden razı olsunlar diye böyle yapmadım ki.

Şu kadarını söyleyeyim; benim merkeze haksız çekilme davamda öne sürdüğüm en önemli savlar arasında olan ve kararda hiç değinilmeyen iki ayrı konuda, hırsımdan bir meslektaşımın 9 ayrı davasını ücretsiz üstlenerek, benim davama bakan aynı Yüksek Mahkemeden, benim için de emsal niteliğinde olan, iki ayrı karar elde ettim ve bunları AİHM'ne yolladım.

AİHM kararı çıktığında, kısmetse, bu sitede sizlerle özel olarak paylaşacağım sonucu.

Sayın Gemici'nin durumunu en iyi anlayanlardan biri olduğumu düşünüyorum. Sayın Gemici, benim gözümde dürüst, bilgili, bildiğini bilen, çok iyiniyetli, düzgün ve hassas terazisi sağlam olan bir insan. Sayın Özcan'ın ne kastetmek istediğini de çok iyi anlıyorum, hukuk sistemimizi iyice tanıdıktan sonra.

Şunu öneriyorum:

Tavır koymayalım, fikir koyalım.

Ne olur, empati yapalım ve birbirimizi anlama gayreti içinde olalım. Bizler iyi insanlarız ki, vaktimizi karşılıksız olarak bu konulara hasredebiliyoruz. Gönlümüzü ferah tutalım. Birbirimizi incitmeyelim.