Mesajı Okuyun
Old 22-12-2013, 00:50   #8
Av.Tümer

 
Varsayılan

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ DAİRE


SEBAHATTİN EVCİMEN – TÜRKİYE

(Başvuru no. 31792/06)


KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

STRAZBURG

23 Şubat 2010

İşbu karar AİHS’nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 31792/06 no’lu davanın nedeni, Sebahattin Evcimen (“başvuran”) adlı T.C. vatandaşının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 1 Ağustos 2006 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin - AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran İstanbul Barosu avukatlarından Z. Edebali tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

1959 doğumlu başvuran İstanbul’da ikamet etmektedir.

Başvuran 1989 yılında Ordu'da özel bir fabrikada işe girmiştir. 4 Şubat 1993 tarihinde işyerinde kaza geçirerek bacağından yaralanmıştır. 13 Ağustos 1993 tarihinde işveren başvuranın sözleşmesine 2 Ağustos-13 Ağustos 1993 tarihleri arasında sebepsiz olarak işe gitmediği gerekçesiyle son vermiştir.

4 Haziran 1996 tarihinde başvuran fabrika aleyhine Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde (“Asliye Hukuk Mahkemesi”) dava açmış ve geçirdiği kaza nedeniyle tazminat talebinde bulunmuştur. Bu arada, doktorlar başvuranın bacağında kötü huylu bir tümöre rastlamışlar, 1997 yılında başvuranın bacağı kesilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki dava görülmekte iken, başvuran 11 Kasım 1998 tarihinde Ordu İş Mahkemesi’nde (İş Mahkemesi) fabrika aleyhine başka bir dava açmıştır. Başvuran bu mahkemeden başına gelen kazanın "iş kazası" olarak tanımlanmasını istemiştir.

5 Şubat 1999 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın talebi üzerine, İş Mahkemesi’nde görülmekte olan davayı bekletici mesele yaparak, tazminat talebinin incelenmesini ertelemiştir.

17 Aralık 1999 tarihinde İş Mahkemesi iki bilirkişi raporuna dayanarak kazanın iş kazası olduğuna hükmetmiştir. Ancak karar 17 Şubat 2000 tarihinde Yargıtay tarafından bozulmuş, kararda Sosyal Sigortalar Kurumu'nun da yargılamaya müdahil olması gerektiği belirtilmiştir.

İş Mahkemesi önünde yargılama tekrar başlamış, başvuranın talebi 17 Aralık 2000 tarihli kararla reddedilmiştir. Gerekçe olarak başvuranın aynı taleple 1994 yılında başka dava açtığı belirtilmiştir.

İş Mahkemesi 12 Ekim 2001 tarihinde verdiği kararla kazanın iş kazası olduğuna hükmetmiştir.

1 Şubat 2002 tarihinde Yargıtay sözkonusu kararı tekrar bozmuş, gerekçesinde başvuranın bacağında bulunan tümörle kaza arasındaki illiyet bağının saptanması gerektiğini, bunun için Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınması gerektiğini belirtmiştir.

26 Nisan 2002 tarihinde İş Mahkemesi davayı yeniden incelemiş, 12 Ekim 2001 tarihli kararını tekrarlamıştır. Karar gerekçesinde tümörle kaza arasında ilişki bulunmadığını, bu bağı kurma görevinin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait olduğunu belirtmiştir.

3 Temmuz 2002 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, İş Mahkemesi'nin 26 Nisan 2002 tarihli kararını bozmuş ve Yargıtay'ın 1 Şubat 2002 tarihli kararını onamıştır.

18 Ekim 2002 tarihinde İş Mahkemesi Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istemiştir. 8 Kasım 2002'de Adli Tıp Kurumu mahkemeden tüm tıbbi raporları talep etmiş, verilmemesi üzerine bu talebini iki kez daha yinelemiştir. Adli Tıp Kurumu’nun talebini yerine getirmeyen mahkeme, kurumdan raporu elindeki raporlara dayanarak hazırlamasını istemiştir.

Adli Tıp Kurumu 19 Mart 2004 tarihinde, çeşitli hastanelerin başvurana ilişkin 1993 ve 1997 yılları arasında verdiği raporlara dayanarak rapor hazırlamıştır. Başvuranın bacağında bulunan tümöre kazanın neden olduğunu tespit etmenin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Kurum, raporunda ayrıca, doktorların durumunun ciddiyetiyle ilgili uyarılarına karşın, başvuranın 1994 ve 1997 yılları arasında tıbbi kontrolden geçmediğini belirtmiş, başvuranın bacağındaki tümöre bunun da sebep olabileceğini kaydetmiştir.

1 Eylül 2004 tarihinde başvuran, İş Mahkemesine, Adli Tıp Kurumu'na yaptığı itirazlarını sunmuştur. Raporun kendi iddialarıyla ilgisi olmadığını ve yetersiz delille hazırlandığını ileri sürmüştür. Ayrıca, raporun gecikmesiyle ilgili olarak uzmanlar hakkında şikayette bulunduğu için, Adli Tıp Kurumu'nun olumsuz rapor hazırladığını savunmuştur.

İş Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu'nun hazırladığı rapora dayanarak, 10 Eylül 2004 tarihinde tümörle kaza arasında illiyet bağı olmadığı gerekçesiyle başvuranın davasını reddetmiştir. 11 Ekim 2004 tarihinde başvuran kararı temyiz etmiş, Adli Tıp Kurumu'nun raporuna yaptığı itirazları yinelemiştir. Yargıtay başvuranın talebini 11 Nisan 2005 tarihinde reddetmiştir.

Yargıtay’ın kararını takiben, Asliye Hukuk Mahkemesi davayı yeniden görmeye başlamıştır. 17 Temmuz 2005 tarihinde, İş Mahkemesi'nin 10 Eylül 2004 tarihli kararına dayanarak başvuranın tazminat talebini reddetmiştir. Kararda, İş Mahkemesi’nin dava dosyasındaki tüm belgeleri, tarafların görüşlerini ve başvuranın bacağında bulunan tümörle kaza arasında illiyet bağı bulunmadığını tespit eden Adli Tıp Kurumu'nun raporunu incelediğini belirtmiştir. Sonuç olarak, İş Mahkemesi’nin kararına atıfta bulunarak, başvuranın tazminat talebini reddetmiştir. Yargıtay 14 Şubat 2006 tarihinde başvuranın tazminat talebini reddetmiştir.



HUKUK

I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, ulusal mahkemelerin, olayların tespitinde ve kanunun yorumlanmasında yanıldığını ileri sürerek adil yargılanmadığından şikayetçi olmuştur. Ayrıca yargılama süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinde öngörülen “makul süre” koşuluyla uyuşmadığını iddia etmiştir.

A. Ordu İş Mahkemesi’nde görülen dava

AİHM, davanın Yargıtay’ın 11 Nisan 2005 tarihinde nihai kararını vermesiyle sona erdiğini gözlemler. Mevcut başvuru 1 Ağustos 2006 tarihinde yapıldığı için, AİHM bu davaya ilişkin şikayetlerin altı aylık süre bittikten sonra sunulduğunu, AİHS’nin 35/1 ve 2 maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiğini kaydeder.

B. Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava

1. Davanın adilliği

Başvuran, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, tazminat talebini reddederken Adli Tıp Kurumu’nun hazırladığı ve yetersiz delile dayandığı iddia edilen rapora dayanması nedeniyle, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca davasının adil olmadığından şikayetçi olmuştur.

Hükümet başvuranın iddialarına itiraz etmiştir. Öncelikle, tıbbi rapordaki tespitlerin iş mahkemesinde görülen dava esnasında başvurana açıklanması nedeniyle, ulusal mahkemelerin, tarafların eşitliği ilkesini ihlal etmediğini ifade etmiştir. Başvuran karşı iddialarını sunma fırsatına sahipti. Ayrıca, Hükümet, Adli Tıp Kurumu’nun, raporunu hazırlarken, başvuranın tıbbi hikayesi ile 1993 ve 1997 yılları arasında çeşitli hastanelerin hazırladığı tıbbi raporları göz önünde bulundurduğunu ifade etmiştir. Hükümet’e göre, Adli Tıp Kurumu etraflı bir incelemenin ardından başvuranın 1993 yılında düşmesiyle 1997 yılında bacağının kesilmesi arasında illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varmıştır. Son olarak Hükümet ulusal yargılama esnasında keyfi davranıldığına ilişkin emare bulunmadığını ifade etmiştir.

AİHM, öncelikle, ulusal mahkeme kararları için temyiz mahkemesi veyahut kimi zaman da değinildiği gibi dördüncü derece mahkemesi olarak hareket etme görevi bulunmadığını yineler. İçtihadına göre, tanıkların güvenilirliğini ve davaya ilişkin hususlarla kanıtlar arasındaki bağlantıyı en iyi yerel mahkemeler değerlendirebilir (bkz. diğer içtihatların yanısıra Vidal – Belçika ; Edwards – İngiltere). AİHM ayrıca, adil yargılamanın daha geniş kapsamlı kavramlarının yalnızca bir unsuru durumunda olan tarafların eşitliği ilkesinin, taraflara, davalarını, karşı tarafla karşılaştırıldığında önemli ölçüde zarar uğramayacakları koşullarda sunmaları için makul bir fırsat tanınmasını gerektirdiğini yineler. Çekişmeli yargılama hakkı, bir ceza davasında, hem iddia makamına hem de savunmaya dosyada ileri sürülen savları ve diğer tarafça sunulan delillerden haberdar olma ve bunlar hakkında yorumda bulunma fırsat verilmesi anlamına gelmektedir (bkz. K.S. – Finlandiya, 29346/95).

Davanın olaylarına dönecek olursak, AİHM, başvuranın İş Mahkemesi’nin tamamlanmamış bir dosyaya dayandığı iddia edilen tıbbi rapora atıfta bulunmasına ilişkin şikayetinin, 11 Nisan 2005 tarihinde sona eren yargılamayla ilişkili olduğunu ve bu yüzden AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırlamasını aştığını gözlemler. Dava dosyasından, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17 Temmuz 2005 tarihindeki kararını verirken yalnızca İş Mahkemesi’nin kararına atıfta bulunduğu ve bu kovuşturma sırasında yeni bir bilirkişi raporu istemediği anlaşılmaktadır. İş Mahkemesi başvuranın iş kazası geçirdiğini açıklayan bir tespit kararı vermeyi reddettiği için, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın eski işvereninin maddi yükümlülüğü bulunmadığı sonucuna varmış, başvurana tazminat verilmemesine hükmetmiştir. Dava dosyasının etraflıca incelenmesinin ardından, AİHM, ulusal mahkemenin, olayların tespitinde ve kanunun yorumlanmasında keyfi veya makul olmayan bir biçimde davrandığı sonucuna ulaştıracak bir unsur bulunmadığı kanısına varmıştır.

Dava koşullarında, AİHM, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın AİHS’nin 6/1 maddesinin adil yargılanma koşuluyla örtüştüğü kanısındadır. Buna göre bu şikayet açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle AİHS’nin 35/1 ve 2 maddesi uyarınca reddedilmelidir.

2. Yargılamanın süresi

AİHM Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın 4 Haziran 1996 tarihinde başlayıp 14 Şubat 2006 tarihinde sona erdiğini gözlemler. Dolayısıyla dava iki yargı aşamasında dokuz yıl sekiz ay sürmüştür.

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

AİHM yargılama süresinin makul olup olmadığının, davanın koşulları ile davanın karmaşıklığı, başvuran ve ilgili makamların tutumu ve ihtilaf durumunda başvuran için neyin risk teşkil ettiği gibi ölçütlere bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini yineler (diğerlerinin yanı sıra bkz. Frydlender – Fransa [BD], 30979/96). AİHM ayrıca, gösterilecek özel ihtimamın itilaflı durum için önem arz ettiğini yineler (bkz. Ruotolo - İtalya).

AİHM, mevcut davadakine benzer meselelerin ele alındığı davalarda sıklıkla AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir.

Mevcut davanın özel koşullarına döndüğümüzde, AİHM, başvuranın, 4 Haziran 1996 tarihinde Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tazminat davası açtığını gözlemler. Bunu müteakiben, dava derdest iken, bu kez Ordu İş Mahkemesi’nde başka bir dava açmış, ihtilaflı durumun iş kazası olarak tanımlanmasını istemiştir. Ayrıca Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Ordu İş Mahkemesi’nde açılan diğer davanın sonucunu beklemesini talep etmiştir. Sonuç olarak, Asliye Hukuk Mahkemesi İş Mahkemesi’nde açılan davanın sonucunu yaklaşık yedi yıl beklemiştir. AİHM, ertelemeyi isteyenin başvuran olduğunu kaydederken, davaların ivedilikle ve etkili görülmesini sağlamanın ulusal mahkemelerin görevi olduğunu hatırlatır (bkz. Pélissier ve Sassi – Fransa [BD], 25444/94; Tibbling – İsveç, 59129/00; Mustafa Türkoğlu – Türkiye, 58922/00 ve Zöhre Akyol – Türkiye, 28668/03). Dolayısıyla AİHM ulusal mahkemelerin başvuran için neyin risk teşkil ettiğini göz önünde bulundurmayarak titizlikle davranmadıklarına kesin kanaat getirmiştir.

AİHM kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak, Hükümet’in, mevcut davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak hiçbir delil veya görüş sunmadığı kanısına varır. AİHM konuya ilişkin içtihadını göz önünde bulundurarak bu davada yargılamanın uzun sürdüğü ve “makul süre” koşulunu yerine getirmediği sonucuna varmıştır.

Buna göre 6/1 madde ihlal edilmiştir.

II. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran ayrıca yargılamanın uzun sürmesine karşı başvuracak iç hukuk yolu bulunmadığını iddia etmiştir. Başvuran AİHS’nin 13. maddesine dayanmıştır.

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

AİHM önceki başvurularda benzer şikayetleri incelemiş, Türk hukukunda, başvuranın yargılamanın uzun sürmesine itiraz edebileceği etkili iç hukuk yolu bulunmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Daneshpayeh – Türkiye, 21086/04).

Mevcut davada bu sonuçtan farklı bir sonuca varmak için sebep bulunmamaktadır. Buna göre AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN DİĞER MADDELERİ

Başvuran, ulusal mahkemelerdeki yargılamanın sonucunda tazminattan mahrum bırakıldığından ve ağır hayat koşullarında yaşamaya mecbur kaldığından şikayetçi olmuştur. Bu bağlamda AİHS’nin 3. ve 8. maddeleri ile AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine atıfta bulunmuştur.

Öte yandan AİHM dava dosyasında bu maddelerin ihlal edildiğine dair hiçbir emare tespit edememiştir. Buna göre, başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları çerçevesinde reddedilmelidir.

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

Başvuran 105.000 Euro maddi, 50.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir. Ayrıca avukatlık masrafları için 16.000 Euro, yargılama giderleri için 60 Euro talep etmiştir.

Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir.

AİHM tespit edilen ihlal ile talep edilen maddi tazminat arasında illiyet bağı görememektedir. Bu nedenle bu talebi reddeder. Öte yandan AİHM, başvuranın manevi zarara uğradığı kanısındadır. Mevcut davanın koşulları ile başvuran için neyin risk teşkil ettiğini göz önünde bulundurarak, başvurana 8100 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verir. Ayrıca avukatlık ve yargılama giderleri için 1000 Euro ödenmesine karar verir.

AİHM gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir.



AİHM YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK, OYBİRLİĞİYLE

1. Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen yargılamanın uzun sürmesi ile etkili iç hukuk yolu hakkına ilişkin şikayetin kabuledilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabuledilmez olduğuna;

2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;

4. (a) Savunmacı Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirası’na çevirerek izleyen meblağları ödemesine:

(i) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber 8100 (sekiz bin yüz) Euro manevi tazminat;

(ii) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber yargılama masrafları için 1000 (bin) Euro;

(b) Yukarıda anılan üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;

5. Başvuranın adil tazmin talebinin kalan kısmının reddine,

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce hazırlanmış, AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 23 Şubat 2010 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.



Sally Dollé Françoise Tulkens
Zabıt Katibi Başkan