Mesajı Okuyun
Old 16-02-2007, 11:54   #6
Hekimbaşı

 
Varsayılan Yargının dışında da adaletin tecellisi için gerekeni yapmak gerekli

Sn.Katılımcılar,

Vicdani açıdan özel olsun, devlet kuruluşu olsun, her türlü tarama, tanı, tedavi hizmetlerindeki kusur açısından her zaman maddi olmayabilir, ama mutlaka manevi sorumluluk altındadır.

Fakat ne yazık ki sizlerin duyduğu, duymadığı o kadar vahim hatalar yapılmaktadır ki, hayretler içerisinde kalmamak mümkün değildir.

Peki, bu neden sağlık hizmetlerinin yöneticilerince yeterince ciddi ele alınmamaktadır? Biraz yakından bakalım:

1. Kusurların çoğunu yönetsel olarak görmek gerekiyor:
a) Personelin nitelik veya nicelik yetersizliğine rağmen hizmetin verilmeye çalışılması veya verilmekte ısrar edilmesi
b) Gerekli düzenlemelerin doğru dürüst düşünülmeden, yalapşap yapılması sonucunda hataya olanak tanıması
c) Yürütülen işlerin yeterince denetlenmemesi
d) Değişen koşullara göre yeniden düzenlemelerin ÖNCEDEN yapılmaması, hataların farkına varıldıktan SONRA çözüm aranması

2. Çok yakın zamanlara kadar kurumsal sağlık hizmetlerinin neredeyse tamamen devlet tekelinde olması

3. Birey marifetiyle sunulan sağlık hizmetlerinin (muayenehaneler, tetkik yerleri ve laboratuarlar) denetiminin yine kendilerinin oluşturduğu bir meslek kuruluşu dışında, bağımsız bir denetlemeye tabi tutulmaması

Yönetsel kusurlar ortada olduğu halde, bunları en aza indirmek için çok az şey yapılmıştır. Hastanelerin bir müdürü yoktur örneğin, ve bunun eğitimi yakın zamanlara dek verilmemiştir (sanırım 15 yıl öncesine kadar). Kaldı ki, verilen eğitim de bana kalırsa, kimse kusura bakmasın bir komedidir. Örneğin, Fransa' da önce tıp fakültesi bitirilmekte, sonra tıp uygulaması hakkından feragat edilerek 4 yıllık daha eğitim alınmakta ve ancak ondan sonra hastane müdürü olunmakta olduğunu hatırlıyorum. Evet, tıptan yeterince anlamadan hastane müdürü olmaz; ama hekim olmak da hastane yönetmek için asla yeterli olamaz. Sadece TSK nde başhekim atanmadan önce bir yöneticilik kursu verildiğini görüyoruz. O da komik düzeyde yetersiz bir eğitim.

Eh; kusurlar kurumsal, kurumun başına uygun önkoşulları taşımayan insanları oturtmuşsunuz, ondan sonra kusura yol açan etmenlerin ortadan kalkması için, olsa olsa dua etmeniz gerekir.

Kusuru önlemek için yapılabilecek şeyleri bilmezseniz, bir işin yapılmasıyla görevlendirilenlerin görev, yetki ve sorumluluklarını, ve işin yapılış yordamını ayrıntılarıyla tanımlamazsanız; kusurun suçlusunu saptamak, kanıtlamak diye de bir olanağınız olamaz.

İşte olan budur. Yapılacak şey dava açmaktır, ama büyük olasılıkla gerçek suçluyu değil, en savunmasız kalmış görünen suçluyu cezalandırırsınız. Örneğin bir devlet hastanesini ele alalım. Ne olur? Diyelim ki bir laborantın meslekten men edilmesine hükmedilir. Asıl suçlu o mu, laboratuar şefi mi, başhekim mi, sağlık bakanlığı denetçileri mi, sağlık bakanlığı personel müdürlüğü mü, maliye bakanlığı mı, bakanlardan biri veya her ikisi mi, başbakan mı? Yoksa, kapasitesi günde 100 kişi için ancak yetecek bir laboratuara başvuran 1000 tane hasta mı? Özel sektörde de durum aslında çok farklı değil.

Türkiye' de meslek içi eğitim ve belgelendirme alışkanlığı hiçbir alanda yoktur. Örneğin, hemşireler, laborantlar sadece görev başında ayrıntıları öğrenirler ve hiç kimse de onlara işi gerçekten öğretmek için özel çaba harcamaz. Kendileri okuyup çalışarak uzmanlaşmaya, işlerini iyi öğrenmeye çalışsalar da, buna kimse değer vermez. Laboratuar şefi değiştiğinde başhekime gidip 'alın bunu başımdan, ukalalık ediyor' diyebilir pekala. Bunun sonucu, sürekli olarak nitelikleri asla yeterince geliştirilemeyen, mutsuz bir çalışan kitlesidir.

Belki özel hastaneler artınca ve maddi ve manevi tazminat içerikli davalar hayatımızda daha fazla yer almaya başlayınca, en azından oralar kendilerine biraz çeki düzen vermek zorunda kalacaklardır. Ama bu yeterli değil, çünkü her işin standardını devletin ve meslek kuruluşlarının koymaları yanında, bunun örneğini ortaya koymaları ya da modelini tarif etmeleri gerekir. Ancak o zaman ortada denetlemeye esas bir ölçütünüz olur. Kısacası, olan olduktan sonra değil, önceden önlem alınması gerek. 'Saldım çayıra Mevlam kayıra' diye iş yapıyoruz biz.

Yukarıdaki patolojik materyalin kaybı en olmayacak işlerden biridir. Geri döndürülemeyecek zarar vermiştir. İyi ama Ahmet' in nodülüne ilişkin raporun Mehmet' e, onunkinin de Ahmet' e verilmesine ne demeli? Üstelik, bunun her iki hastanın ömürleri boyunca farkedilmemesi de pekala mümkün.

Elbette sizlerin işi davalar, yargı. Ama işin bir de adaletle ilgisi olduğunu düşünmek lazım; ve adaletin tecellisini sadece yargıya bırakmak insafsızlık olur. O hepimizin işi. Zaten yargı yoluyla çözülemeyeceği de ortada.

Birkaç yerde söz ettim, bu nedenle belki temcit pilavı gibi olacak ama, asıl suçlu yine üniversiteler, YÖK ve onların tuttukları ışıkla iş yapması gereken yasama organı bence. Çünkü hükümetler de icraatlarını o belirlenen çerçevede yürütmek zorundalar. Fakat bizim ülkemiz insanının çok temel bir sorunu var: tanımlı, düzenli iş yapmaktan hiç hoşlanmıyor, kendisini bağlayacak kararlar alınmaması için elinden geleni yapıyor.

Kimse asıl sorunlarla ilgilenmezse işler nasıl çözülecek? Bir laborant veya hekimi işinden etmek, hapse atmak veya ondan tazminat almakla değil herhalde. Bu yapılmasın demiyorum; yanlış anlaşılmasın; sadece DAHA FAZLASINI TALEP ETMEMİZ GEREKTİĞİNİ söylüyorum.

Keşke bir mahkeme de böyle bir davada sağlık bakanlığı ve bakanını, ya da YÖK' ü suçlu bulabilse... 'vatandaşın hak ettiği sağlık hizmetleri düzenini kurmak için gerekenleri yapmamak' veya 'uygun biçimde işletmemek' gibi suçlar olsa mesela?

Saygılarımla,