Konu: Kaptan
Mesajı Okuyun
Old 23-04-2010, 17:21   #16
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

MECİT


Mecit'in öyküsünü yazmaya başlamadan hemen önce öğrendim Mecit'in öykü yazdığını.

Bir dakika, karışık mı oldu?

Şöyle sadeleştireyim: Ben Mecit'le ilgili bir öykü yazarken ve elbette bu öyküde kullanacak malzeme bulabilmek için Mecit'in ağzını ararken, hatta ağzını aramama da gerek kalmadan Mecit her zamanki gevezeliği ile ben bir sorduysam on yanıt verip herşeyi anlatırken öğrendim ki, O da öykü yazıyormuş.

Yazıyormuş da, kağıda değil.

Yine anlaşılır olmadı sanırım. En iyisi ben öyküyü anlatayım size.

Mecit, balıkçı barınağının garsonu. Yirmi altı yaşında, esmer, ince yapılı ve konuşkan bir genç. Sabah gelir işe, gece gider. Öyle belirli bir işe başlama ve bitirme saati yok; genellikle sabah 8 gibi gelir, gece de 21 gibi paydos eder. Sabahları ocakçı Ahmet uyuduğundan tek başına idare eder orayı, zaten fazla müşteri de olmaz. Temizliği yapar, çay demler, doluları masalara götürüp boşları getirir ve yıkar. Öğle saatlerinde Ahmet kalkınca rahatlar, sadece masalara bakmaya başlar. Kışın tek garsondur, Haziran'dan Ekim'e dek bir garson daha çalışır Mecit'le beraber, yoksa yetişemez müşteriye. Belki geveze olmasa yetişirdi de, çay getirdiği her müşteriyle lak lak edince olmuyor işte.

Mecit'in öyküsünü yazmaya karar verdiğimde Ahmet'e sordum, nasıl yaklaşabilirim, ağzından nasıl laf alabilirim diye. "Hiç çabaya gerek yok." dedi Ahmet, "Sen başla, O dökülür zaten."

Gerçekten de öyle oldu. Ertesi gün erkenden geldim ortalık sakin olsun diye, Mecit'e uzaktan çay karıştırma işareti yaptım, alıp geldi çayımı. Pek müşteri yoktu beklediğim gibi. Bir iki soru sorup konuşmaya konuşturmaya çalıştım, "Dur abi, birer çay daha getireyim de..." dedi, alıp geldi çayları, oturdu. Sonrasında benim birşey dememe gerek kalmadı, hep O konuştu sayılır.

Kendinden, ailesinden, askerliğinden, herşeyden sözetti. Bir ara "Çok iyi hikaye yazarım." dediğinde şaşırıp "Okuyabilir miyim?" diye sordum. Güldü. "Öyle değil be abi." diye sürdürdü anlatmasını, "Öyle kağıda yazmam ben. Sohbet ortamı olur ya, herkes birşey anlatır... İşte o zaman anında kafamda yazıp anlatırım. Ama inandırıcı şeyler anlatırım, kimse atıyorsun demez." Bunlardan birini bana anlatmasını istedim. "Aslında bir hikayem senle ilgiliydi, onu anlatayım mı?" dedi. Şaşırdım, "Benle ilgili mi?" dedim. "Evet" dedi, "Senden konuşuluyordu bir gün, Yusuf usta, Adem, Bekir, Mustafa falan..." Barınaktakilerin benden konuşması sanki olası değilmiş gibi daha da arttı şaşkınlığım ama Mecit hemen açıkladı: "Abicim, herkes seni merak ediyor tabii. Sen bizlerle konuştuğunda kendine dair birşey anlatmıyorsun ki... E, insanlar da merak ediyor, bildiklerini birbirine anlatıyor, seni böyle tanımaya çalışıyorlar abi." Ben de benle ilgili konuşulanları merak etmiştim şimdi. "Anlatsana" dedim Mecit'e. "Dur müşteriye bir bakayım abi." dedi ve ocağa gitti. Birkaç kişi daha gelmişti, hem onlara hem bana çay getirdi Mecit ve anlatmaya başladı:

"Geçen akşam oturuyorduk burada. Yusuf Usta senden bahsetti, iyi adam dedi. Adem atıldı hemen, abuk subuk şeyler söyledi." Rahatsız olmuştum "Ne gibi şeyler?" dedim. "Yok abi, öyle kötü şeyler değil. Bilirsin Adem'i, aklını o artizle bozmuş ya, senin de Kaptan olduğunu iddia ediyor." İyice allak bullak olmuştum, Mecit aldırmadan devam etti: "Kaptan gitti de gelmedi ya, diyor ki Adem, güya sen Kaptanmışsın, denizde kalınca gençleşmişsin, buraya gelmiş Adem tekneye iyi bakıyor mu diye kontrol ediyormuşsun." Güldüm, kaygılanacak birşey yokmuş, Adem'in kendince gevezeliği işte. Mecit anlatmaya devam etti: "Tabii herkes güldü Adem'e, olur mu öyle şey dediler. Bunun üzerine ben de o an aklımda yazdığım hikayeyi anlattım onlara, sen ve Kaptanla ilgili." İşte konuya gelebilmiştik. "Bana da anlat bakalım." dedim. Anlattı Mecit:

"Biliyorsun abi, Kaptan kaybolduğundan beri herkes O'na ne olduğunu merak ediyor. Ne dirisi bulundu ne ölüsü. Ben de ikinizin nasıl tanıştığına dair bir hikaye uydurdum. Dedim ki, kaptanla sen bir deniz kazasında tanışmışsınız. Hani bir Yeşilada feribotu vardı." Başımla onaylıyorum. "Ben yaştakiler pek bilmez, ben de merakından araştırıp öğrendim, bu feribot eskiden İstanbul Bandırma arasında çalışırmış. Hikayede bizim Kaptan da o gemide 2. kaptanmış, sen de yolcuymuşsun. Bir yaz günü İstanbul'dan yola çıkmış abicim Yeşilada. Sen geminin önünde duruyor, denize bakıyormuşsun. Bir saat gittikten sonra hava patlamış, dalgalar olmuş ha böyle..." Eliyle çardağı işaret ediyor Mecit. "Başlamış feribot sallanmaya, dalgada bir inip bir kalkmaya. Sen hala aynı yerde duruyormuşsun. Kaptan da yukarıdan seni görmüş, bu adam denize düşecek, başımıza bela olacak şimdi diye önce bir iki siren çalmış, yukarı bakarsan sana işaret edecek. Yok ama, sen dalıp gitmişsin, öyle denizde gözlerin. Bari gidip söyleyeyim demiş Kaptan, inmiş, yanına doğru yürüyormuş. O sırada 5-6 metrelik bir dalga vurunca heryer su olmuş, bir süre birşey görünmemiş. Sonra bakmış ki sen yoksun. Eyvah demiş, bak dediğim çıktı, düştü adam. Tutunup sarkmış gemiden, ola ki seni görüp can simidi atacak. İşte tam o sıra bir dalga daha, hoop Kaptan da denize..." Mecit, el kol hareketleriyle, yüzünde durmadan değişen mimiklerle öyle akıcı anlatıyordu ki, barınaktakilerin O'nu dinleyip hikayeye inanmalarına hiç şaşmadım. "Feribot biraz daha gidip durmuş ama deniz öyle berbatmış ki hemen geri dönememiş. Kaptan bu arada seni arıyor, hem koca dalgalarla boğuşup hem de sana sesleniyor, dalga onu kaldırdığında çevreye bakıp seni görmeye çalışıyormuş. Neyse ki sen de iyi yüzücüymüşsün abicim, biraz geriden el sallamışsın Kaptan'a. Uzatmayalım, birbirinize doğru yüzüp denizde buluşmuşsunuz. Bir saat kadar sürmüş dalgalarla mücadeleniz. Birbirinize moral vermişsiniz. Epey su yutmuş ama feribot dönüp sizi kurtarana kadar dayanmışsınız. İşte böyle tanışmışsınız Kaptan'la. Sonra da burada karşılaşınca sevinip kucaklaşmışsınız."

Durdu biraz, öykünün bende yarattığı etkiyi ölçtü, ağzımın bir karış olduğunu görünce beğendiğimi anladı ama yine de sordu: "Nasıl abi, güzel mi?" Beğendiğimi, hatta inandırıcılığı karşısında şaşırdığımı belirttim. "Bunu yazabilir miyim?" dedim. Müşterileri gösterip kalktı Mecit. Eliyle önce kendi kafasına doğru, sonra masaya yazma hareketi yaparak izin verdi: "Tabii abi, ben öyle yazdım, sen de böyle yaz."


Cengiz Aladağ
2010