Mesajı Okuyun
Old 24-02-2003, 20:47   #19
Nusret

 
Varsayılan Bunlar, hukuk hatası mı?

Büşra arkadaşımızın açtığı konu ve buna benzeyen daha birçok konu çok önemli aslında.

Başlıkta sorduğum soruyu yineleyip yanıtlayacak olursam, bu gibi durumların basit birer hukuk hatası olmadığı görüşünde olduğumu söyleyebilirim. Çünkü hata diye niteleyebilmemiz için, gerçekte işleyen bir sistemin olması gerekir. Günümüzde ise, T.C. Devleti'nin hukuk sisteminin çöktüğüne ve işlemediğine, sadece bir kabuk haline geldiğine ve kabuğun içinin giderek daha da boşaldığına inanıyorum. Bu mistik bir inanç değil, benim gibi binlerce meslektaşımın gözlemleri sonucu teyit edebileceği bir gerçekliktir.

Bir ceza davası düşünün ki, olayın gerçekleştiği tarihten itibaren ikibuçuk yıl hazırlık soruşturması safhası sürüyor. Sonra dava açılıyor, ama 4,5 ile 5,5 ay arası duruşma günleri verilerek yargılama sürdürülüyor. Ve olayı 1997'de gerçekleşip 1999'da açılan bu dava halen sürüyor. Bir önceki duruşmadan itibaren 5,5 ay sonraya verilen duruşma gününün gelmesini beklemekteyiz şu an. Böyle bir davadan hayır geleceğini söyleyenler beri gelsin! Gelmez arkadaşlar, mümkün değil! Yargılamaya katılan herkes (avukat, hakim, savcı), her defasında konuyu sil baştan yapmak zorunda kalıyor bu durumda ve ipin ucu kaçıyor. Böylesi durumlarda biz avukatlar daha duyarlıyız; ama o günkü duruşmada bu verdiğim örneğe benzer 30-40 dava dosyası karşısında bir savcının sağlıklı mütalaa, bir hakimin sağlıklı karar vermesi mümkün mü?

Nesnel durum bu. Bunun yanına savcı ve hakimlerin aslında hiç de azımsanmayacak öznel hatalarını da koyarsak, sorunun üzerine tuz, biber serpmiş oluruz. Hakim ve savcılarımızın azımsanmayacak bir bölümünün hukuk bilgisinin kıt olduğunu ve önemli bir kısmının (azınlıkta kalsalar bile önemli bir kısmı) duyguları ve dünya görüşlerinin etkisinde kalarak karar verdiklerini düşünüyorum. Hakimlerimizde jenerik gerekçelerle sanıkları tutuklu tutmak hala bir alışkanlık halinde. Önemli bir kısmı CMUK'un ilgili hükümlerinin değil, kendi duygu ve düşüncelerinin etkisiyle tutukluyorlar. Hatta son soruşturma safhasında bile, neredeyse yargılama bitecekken dahi, eğer sanığın alması muhtemel cezanın infaz süresi dolmamışsa tahliye kararı verilmiyor. Bu gibi uygulamalar DGM'lerde daha yaygın, ama adli mahkemelerde de var. Sınıf arkadaşlarımdan bir avukat arkadaşın müdafiliğini yaptığı bir şahıs, o davada alabileceği cezadan daha fazla tutuklu kalmıştı ve arkadaşın tüm ısrarlı taleplerine, açıklamalarına ve hatta tehditlerine (buradaki hukuki tehdit tabii ki) rağmen Bakırköy .... asliye ceza hakimi sanığın tutukluluk halini kaldırmamıştı da arkadaş temyiz safhasında tahliyeyi Yargıtay'dan istemek zorunda kalmıştı. Ya, neler var!!!

Bu konuya benzeyen konulardan da bahsettim yukarıda. Bunlardan birisi yukarıda açıklamaya çalıştığım tutukluluğun haksız ve gereksiz yere uzatılması ise, bir diğeri de "DÜŞÜM" konusu, daha doğrusu sorunudur. Bu DÜŞÜM SORUNU, bence memleketimizin hukuk alanında kanayan yaralarının en önemlilerinden birisidir. Bununla ilgili bir anımı anlatayım isterseniz:

1990'lı yılların başında DGM'lerde aleyhime açılan çok sayıda basın davası sonucu çeşitli cezalar verilmiş, ama bunlar 1997 tarihinde çıkarılan 4304 sayılı kanun ile 3 yıllık ertelemeye tabi tutulmuştu. Bu cezalar ve kanun çıktığında henüz sonuçlanmayıp derdest olan davaların 3 yıl içinde aynı kapsamda bir suç işlenmediğinde düşmesi, kanunun ifadesi ile "vaki olmamış sayılması" gerekecekti. Nitekim, bu üç yıllık sürede düşüncelerime "hakim" olup aynı kapsamda bir suç ("düşünce suçu") işlemediğim için bu ceza ve davaların düşmesi gerekiyordu. Fakat bunun böyle olmadığını 2002 yılının Ocak ayının ortalarında çok vahim bir şekilde anladım.

İstanbul Barosu'nun CMUK Servisi'ne bağlı olarak 14 Ocak 2002 tarihine DGM Bölgesi nöbetçisi iken yapılan atamalarla ilgili müdafilik görevini yürütütmeye başladım. 16 kişinin ataması yapılmıştı. Bu kişilerle ilgili Nöbetçi DGM C.S.'ndan havaleli "Gözaltındakilere Hukuki Haklarını Hatırlatma Mektubu"nu vermek üzere Vatan Caddesi'nde bulunan TMŞ'ne gittim, başka bir müdafi arkadaşla birlikte. Girişte kimliklerimizi bırakarak içeriye girdik. İçerde tutanak karşılığında mektupları, ilgili şahıslara iletmesi şartıyla görevliye teslim ederek dışarıya çıktık. Ve kapıda ben, tüm itirazlarıma, direnmeme rağmen gözaltına alındım. Sebebi de bıraktığım kimlik üzerinden GBT sorgulaması yapılmıştı ve benim düştüğünü sandığım o ceza ve davalar (bu davalarla ilgili gıyabi tevkifler dahi) GBT sorgulaması sonucu ortaya çıkmıştı.

Burada iki türlü haksızlık sözkonusuydu. Birincisi DÜŞÜMün yapılmamasından kaynaklanan haksızlık, diğeri ise Emniyet Genel Müdürlüğü'nün "Emniyet Birimlerine Gelen Avukatlara Şüpheli Muamelesi Yapılmaması"na dair genelgesinin çiğnenmesinden kaynaklanan haksızlık.

Neyse, epey bir ayak diremeden ve Baro ile diğer avukat arkadaşları arayıp haber vermeden sonra İstanbul Asayış Şb., İnfaz Büro'ya götürüldüm ve burada nezarethaneye konuldum. İçerde 30'a yakın gözaltı vardı. Bunların çoğu hemen etrafımı sardı (korkmayın canım, kötülük için değil) ve herkes avukat olduğumu öğrenince derdini yanmaya başladı. İnanın çoğu, düşüm sorunu nedeniyle, haksız yere gözaltına alınmıştı. Cezası infaz edildiği halde gıyapta iken yakalanmasına yönelik çıkarılan gıyabi tevkif, arama müzekkereleri geri alınmayanlar, ödediği para cezası hala gözükenler, çeşitli nedenlerle çıkarılıp geri alınmayan çeşitli müzekkereler nedeniyle gereksiz yere tutulup getirilen vatandaşlardı çoğu. Ben, bana anlatılanlardan ve yaşadığım bu olaydan da anladım ki, DÜŞÜM konusu bu memleketin hukukla ilgili en önemli sorunlarından birisidir.

Bu olayda, ben de bu sorunun mağdurlarından biriydim. Ama tek mağduru da değil. Çünkü gözaltında kaldığım tam bir gün boyunca müdafii olarak atandığım şahıslara müdafilik yapamamıştım. Hatta bunlardan birisi ben henüz gözaltında iken DGM Savcılığına getirilmiş, sorgulanmış ve Nöbetçi Yedek Hakimliğe sevk edilerek ve burada da sorgusu yapıldıktan sonra müdafii olan benim yokluğumda tutuklanmasına karar verilmişti. Bunun böyle olduğunu da, gözaltına alınmamın ertesi günü düşümlerin yapılması için DGM'ye getirilip Baro CMUK Servisi tarafından benim için müdafi olarak atanan avukat arkadaşların çabaları sonucu düşüm belgeleri hazırlanıp da düşümler yapılıp serbest bırakıldıktan sonra öğrenebildim.

İşte böyle... Evet, arkadaşlar soruyorum size; bu bir hata mıdır, yoksa başka bir şey mi?