Mesajı Okuyun
Old 24-04-2010, 22:46   #7
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Bu gibi kararlar Yargıtay 1.HD.sinin ebediyete göç eden iki bilge Başkanı Sabri Tırpan ( 1960-1979 ) ve Zekai Özdil ( 1973 de Üye, 1986-19090 Başkan) döneminde çıkan kararlardır. Ben Zekai Özdil’le tanışmak ve birikiminden yararlanma fırsatını bulmuştum. Kendisi gayet kibar, topluma karşı saygılı, her konuda son derece, bilinçli, bilgili, çok kapsamlı düşünen ve düşüncelerini çok güzel ifade edebilen bir hukuk adamı idi. 1.HD.sinin o dönemdeki başkanları ve üyeleri dava dosyaları ile teker teker ilgilenir ve pek çok kararı bizzat kendileri , kendi ifadeleri ile kaleme alırlardı . Bu kararlarda toplumsal vurgulamaları, hukukçulara verilen dersleri, kuru hukuk kurallarının yaşam kuralları ile bağdaştırılmasını, ifadedeki rahatlık ve nezaketi ve edebi değeri görebilirsiniz. Kararlar üslup yönünden adeta bir öykü anlatır gibi akıp gitmektedir.
Duygu IŞIK’ın verdiği örneğe ek olarak Zekai Özdil’in Tapulu Taşınmaz Mal Davaları isimli eserinde yayınlanan 1.HD.sinin iki kararına eserdeki yorumlarıyla birlikte yer veriyorum. ( yazımda kolaylık yönünden kararları KAZANCI’dan aldım.)
Yargıtay 1.HD.sinin rahmetli Başkanları Sabri Tırpan ve Zekai Özdil 'in başkanlık dönemlerinde ortaya konulan bu tavrın ve üslubun sonradan daha da geliştirileceği beklenirken maalesef hukuk yaşam kurallarından tamamen uzaklaştırılmış , yargı kararları yorumsuz anlamsız biçimde, yasalarda yazılı ifadelerin tekrarından öteye gitmez bir duruma gelmiştir. En önemlisi eskiden var olan karşılıklı nezaket tamamen unutulur hale gelmiştir.

************************************************** **********************************************
(Buraya kadar yazılan tüm karar ve içtihatlara hakim olan kuralları ve hak duygusunu özümseyen ve 1.HD.sinin bilge başkanı rahmetli Sayın H.Sabri Tırpan’ın kaleminde ışıldayan örnek kararın sunulması dahi konuyu iyice aydınlatmaya yarayacaktır.Z.Özdil )
T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 1979/2664

K. 1979/4666

T. 10.4.1979

DAVA : Davacı, aslında hibe olduğu halde muvazaalı ve bedelsiz olarak satış gösterilmek suretiyle davalı adına tesis olunan 841 ada, 21 parsele ait kaydın İptalini, payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalı, zamanaşımı bulunduğunu, gerçek bir satış Olduğunu söylemiştir.
841 ada, 21 parselin 32 pay itibar edilerek 24 payın davalı uhdesinde ibka edilerek 8 paya ait kaydın iptali ile 2 payın Fatma, 3 payın Haluk, 3 payın Erkan adına tesciline dair verilen kararın duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi davacılar ile davalı vekilleri tarafından istenilmekle dosya tetkik olunarak gereği düşünüldü :
KARAR : Türk toplumu zengin bir kültür hazinesine sahiptir. Atasözlerini bu hazinenin eşi bulunmaz nadide pırlantalarıdır. Çoğu üç beş kelimeden oluşan Atasözleri halkımızın çeşitli alanlardaki değer yargılarını kesin çizgilerle dile getirir. Atasözleri bazı konularda bilinçsiz tekrarlar için bir tekerleme olarak değil sağlıklı ve doğru düşünmeyi sağlayan bir taban ve araç olarak kullanıldıkları takdirde gerçeğe ulaşmakta büyük ölçüde yararlı olurlar.
Hukukçu toplum ve hayat dışından uzak ve yalnız kitaba bağlı olan kuru, katı ve biçimsel bir yasa uygulayıcısı değildir. Hukukçu özellikle hakim, içinde yaşadığı toplumun insanları arasında çıkan uyuşmazlıkları çözerken kaynağını o toplumun geçmiş yüzyıllarından alan bazı değer yargılarına ters düşmemek, yasa maddelerine toplumun bu konu ile ilgili anlayışına uygun düşecek ve kabulüne mazhar olacak bir anlam ve kapsam kazandırmak zorunluluğundadır. Hakimler de yeri geldiğinde Atasözlerinden istime ve istifade edebilir, yorumlama ve uygulamalarda uyuşmazlığın kilidini açmakta atasözlerini bir anahtar gibi kullanabilirler.
Halkımızın miras konusundaki görüşü "ölüm hak, miras helal " sözleriyle açıklanmıştır. Halkın mirasla ilgili yargısı Medeni Kanunun bu konudaki hükümlerine aykırı olmayıp tersine onu destekleyen ve güçlendiren bir doğrultudadır. Yasa ve Atasözü mirastan, yasal ölçüler ve çerçeve içinde -ayrıcalığa yer vermeksizin- bütün mirasçıların yararlanmalarını öngörmektedir.
Yasa hükmüne ve toplumun bu konuda bilinen değer yargısına rağmen son yıllarda bazı yurttaşlarımızın sakin bir yola düşmekten -kendilerini alıkoyamadıkları yönü dikkati çekmektedir. Özellikle birden çok evliliklerde, ilk eşin öldüğü veya boşandığı durumlarda murisin ikinci veya son eşi ve ondan olan çocukları üstün tutmak istediği, normal evliliklerde bazen çocuklardan birinin veya birkaçının ötekilere tercih edildiği, böylece mirasçılar arasında eşitliği bozan ve yasal çizgiyi aşan temliki tasarruflara başvurulduğu çoklukla görülmektedir. Miras bırakanın bu tür tasarrufları ölümden sonra mirasçıları birbirine düşürmekte ve "muris muvazaası" denilen tatsız davaların açılmasına neden olmaktadır. Çoğu kabulle sonuçlanan muvazaa davaları murisin arzularının gerçekleşmesine engel olmakta, mirasçılar arasında kırgınlıklar doğurmakta ve müteveffa ya karşı beslenmesi gereken saygı duygularını azaltmaktadır. Bu gibi hallerde bağış arzusu daima satışla gizlenmekte, satış muvazaadan ötürü geçersiz olduğu için temlik tümüyle iptal edilmekte ve müteveffanın bu yöndeki isteği geçersiz sayılmaktadır. İşin doğrusu muvazaayı bir kenara itmek, işlemi gerçek amacı uygun düşecek yasal biçimde yapmaktan ibarettir. Yasal biçime uyulduğu takdirde tasarruf ancak tenkise konu olabilir, saklı pay aşılmamışsa müteveffanın arzusu tümüyle, aşıldığı durumlarda bir bölümüyle geçerli olur.
Türk Ulusu'nun karakteri içi ve dışı bir olmayı öngören bir yapıdadır. Hal böyle olunca tarihi yapımıza ters düşen muvazaayı temeli samimiyete dayanan aile müessesesi ve ilişkileri içine sokmaktan kaçınmak gerekir. Aksi takdirde bu tür davalar sürer gider.
Konuyu bir "sür" gibi çeviren bu zorunlu açıklamalardan sonra uyuşmazlığa şimdi daha yakından değinmek mümkün olacaktır.
Davada; davacı miras bırakanın oğlu, davalı kızıdır. Ortak miras bırakan iki parça iken birleştirme sonucu tek parça haline gelen dava konusu taşınmazın önceki 1/2 payını 3.9. 1968 tarihinde davalıya bağışlamıştır. Müteveffa bu bağışla iç aleminin kapısını aralamış, düşünce ve duygularını bir ölçüde açığa vurmuş, kızını oğluna tercih ettiğini göstermiştir.
Bundan sonra müteveffa aynı taşınmazın dava konusu olan bakiye 1/2 payını 8. 1. 1972 gününde davalıya satmıştır. Müteveffa davalıya temlikte bulunmadan önce nizalı payı davacı oğluna satmayı önermiş, davacı parası olmadığını ileri sürerek teklifi olumsuz karşılamıştır. Bu durumda babanın yapacağı iş; oğlum "mademki satın almak güç ve isteğin yok, bu payı kardeşine yaptığım gibi sana bağışlıyorum" demek olmalı idi. Esasen davacı parası olmadığından söz etmek suretiyle. babasına taşınmazı kendisine bağışlamasını ve tasarruflarında denge kurmasını duyurmak ve anlatmak istediği açıktır. Tarafların sosyal durumları böyle bir isteğin daha açık sözlerle ifade edilmesine engeldir. Arzu arifane bir tutumla ve kibarca anlatılmak istenilmiştir. Müteveffa buna rağmen temlik tarihinde (216198) lira değerinde olan 1/2 payı davalıya (60500) liraya satmış gibi işlem yapmakta sakınca görmemiş ve eksik kalan ihsanını tamamlamıştır.
Miras bırakanın ekonomik durumu yerindedir. O kadar ki bir vakıf kurmayı bile düşünmektedir. Müteveffanın dava konusu payı satması ve hele bu satışı sembolik bir bedel karşılığında kızına yapması için geçerli ve tutarlı bir neden mevcut değildir; maksat açıktır.
Müteveffa kendisini kızına götüren yolda son bir adım daha atmış, isteğini eksiksiz olarak gerçekleştirmiş ve amacını gizlemek için satış işlemini maske olarak kullanmıştır Değerler arasındaki açık fark muvazaanın kesin kanıtıdır. Bağış arzusu satış işleminin arkasında realize edilmiştir. Uyuşmazlık benzerlerinden farksızdır, dairenin sürekli ve şaşmayan uygulaması bu doğrultudadır. Ayrıca çoğu tarafların aynı derecede yakın akrabası olan tanıklar muvazaa iddiasını doğrulayacak şekilde açıklamada bulunmuşlardır. Mahkemenin delilleri takdirinde ve sonuca varmasında hiçbir yanlışlık yoktur. Davayı tereke mümessili takip ettiğine, dava yalnız satışa konu olan pay için açıldığına göre tarafların temyiz itirazları yerinde değildir.
Davacı ve davalının geçerli olmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün yukarıda yazılı nedenlere dayanarak (ONANMASINA) ve onama harcının davalıdan tahsiline 10.4.1979 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

( Hilenin ehliyetsizliği yenmeye çalıştığı korkunç olay, Tarafımızdan kaleme e alınan bu karara konu olay çok yönlüdür. Ülkemiz gerçekleri ile yakından ilgilidir. Hukuk açısından önemli sorunları içermekte ve çözümlere ulaşmaktadır.Z.Özdil )
T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 1981/8282

K. 1981/8950

T. 3.7.1981

• HUKUK-CEZA İLİŞKİSİ

• HUKUKİ EHLİYET

• USULSÜZ YAPILAN SATIŞIN İPTALİ

818/m.53

743/m.359

ÖZET : Davacılar, ortak miras bırakanları adına tapuda kayıtl olan 25 parsel sayılı taşınmazın kanuna aykırı ve geçersiz satış sureti ile davalılar adına intikal eden kaydının iptalini istemişlerdir. Davalılar davanın reddini savunmuşlardır.
DAVA : Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Bu hüküm yasal sürede davacılar tarafından temyiz edildiğinden dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacılar, iki hukuksal nedene dayanarak ortak miras bırakanları tarafından satış sureti ile davalılara temyik edilen, dava konusu taşınmaza ait tapu kaydının iptalini ve adlarına tescilini istemişlerdir.
1 - "Taşınmaz Edirne'de bulunduğu halde, satış işlemi usul ve yasaya aykırı olarak Edirne Tapu Sicil Muhafız Yardımcısı tarafından satıcının yatmakta olduğu İstanbul'daki Amerikan Hastanesi'nde yapılmıştır."
2 - "Satıcı Fatma, akdin yapıldığı 14.8.1975 günü hukuki ehliyetten yoksun olup 17.8.1975 tarihinde de ölmüştür."
Mahkemece satış işleminin geçerliliğinden, satıcının hukuki ehliyete sahip bulunduğundan tapu sicil muhafızı ve yardımcısının yaptıkları işlemden dolayı ceza mahkemesinde muhk–m olmalarının satış akdini etkilemeyeceğinden... vs. söz edilerek, davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemenin olayları, delilleri takdirde ve değerlendirmede düştüğü yanılgıları özellikle hukuki ehliyetsizlik iddiasına ilişkin soruşturmadaki hareket noktasının yasaya aykırılığını sergileyebilmek için dava dilekçesi, layihalar, mahk–miyet ilamı ve tanık sözleri ile tartışmasız hale gelen ve kesinlik kazanan maddi olayın açıklanması gerekir.
Şöyle ki :
Edirne şehir merkezinde, 525 ada, 25 parsel sayılı dava konusu evin maliki ve davacıların miras bırakanı Fatma, bu evde yalnız yaşayan hasta, yaşlı, fakat varlıklı bir kadındır. Tapu Sicil Muhafızı Orhan, Muhafız Yardımcısı Gülşen ve tüccar Sinan ile iyi komşuluk ilişkileri içindedir. Ağırlığı artan ve ileride ne getireceği bilinemeyen bu ilişkilerden uzaklaşmak istemiş olacak ki, Fatma, bu sözde dostlarını Edirne'de bırakıp Kartal'a yerleşmiş ve kısa bir süre sonra da kanser hastalığı nedeni ile İstanbul Amerikan Hastanesi'ne 13.8.1975 günü yatmıştır. Adı geçen hanımın Edirne Tapu Sicil Muhafızlığı'nda 4.8.1975 tarihli bir dilekçesi vardır. Dava konusu taşınmazın Sinan'ın çocukları olan Arslan, Kerim ve Nihat'a satacağını, akdin Edirne'deki adresinde yapılmasını istediğini bildirmektedir. O tarihte bu dilekçenin Fatma tarafından bizzat verildiği belli değildir. Fakat Sinan tarafından verilmesi çok güçlü olasılıktır. Nitekim Sinan 14.8.1975 günlü dilekçeleri ile Edirne Tapu Dairesi'ne başvurmuş satıcı Fatma'nın Kartal İlçesi ...... Sokak, Doğan Apartmanı No: 409'da oturduğunu bildirmiş ve satış akdinin bu adreste yapılmasını istemiştir. Aynı gün Tapu Sicil Muhafızı Orhan, yardımcısı olan Gülşen'i İstanbul'da takrir olmak üzere görevlendirmiş, adı geçen memure, Sinan tarafından hiç vakit kaybedilmeden İstanbul a götürülmüş Kartal'daki adresinde bulunamayan Fatma hastanedeki ölüm döşeğinde ele geçirilmiş, orada hazır iki tanık huzurunda akit tablosuna imzasının alınması başarılmıştır. Satış akdi, alıcılardan 1962 doğumlu Nihat'a velayeten babası Sinan huzurunda yapılmış diğer iki alıcı bulunmamış, onların imzaları da Edirne'de daha sonra alınmak suretiyle işlem tamamlanmıştır. Tamamlama işleminin Fatma'nın ölümünden evvel mi sonra mı yapıldığı soruşturma dışı bırakılmıştır.
Bir çok memurun yapmakla zorunlu olduğu görevini ifadan çeşitli bahanelerle kaçındığı ülkemizde tapu sicil muhafızına baş vurulduğu anda olağanüstü bir süratle hareket ederek yardımcısını yetki bölgesi dışına takrir almak üzere göndermesi ve aynı gün aynı hızla el ve işbirliği içinde satış sözleşmesinin tamamlanması üzerinde dikkatle durulacak ve düşünülecek bir olaydır. En basit işler için tapu dairelerine günlerce gidip gelen saatlerce bekletilip yüzlerine bile bakılmayan vatandaşlar acaba neden bu sür'at ve kolaylık nimetinden yararlandırılmazlar? Onlar için bürokrasi aşılmaz bir çemberdir de, Sinan için tüm yasalar usuller, genelgeler bir tarafa itilerek, yollar bir anda dümdüz hale getirilmiştir. Hiç kuşkusuz bu kolaylığın, bu ayrıcalığın bir tavizi bulunduğu kabul edilmese bile, en azından güveni yok eden bir anlamı olmak gerekir.
Olayların oluşan zinciri, elele veren iki memurla iş sahibinin gerçek amaçlarını hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak açıklıkta ortaya koymuştur. Çok acele etmekte hakları vardır çünkü Fatma, hayatının son saatlerini yaşamakta, ölümle savaşmaktadır. Yasayı çiğnemek pahasına da olsa satış sözleşmesine imzası alınmalıdır. Bunun için her olanak kullanılmış, her kapı zorlanılmış ve sonuçta iş onlara göre kotarılmıştır.
Asliye ceza mahkemesinin Yargıtay'ca onanıp kesinleşen ve infaz edilen 16.3.1979 gün ve 1977/59 esas sayılı olup Tapu Sicil Muhafızı Orhan ile Yardımcısı Gülşen'in mahk–miyetine ilişkin, örnek sayılacak kararında belirtildiği gibi; adı geçen görevliler 2015 sayılı Yasalara usullere ve genelgelere göre aykırı hareket etmek suretiyle görevlerini kötüye kullanmışlardır. Hukuk mahkemesinin kabul ettiği gibi, eylemleri inzibati cezayı gerektirir derecede değil suç niteliğindedir. Zaten bu nedenle TCK. nun 59. maddesi uygulanmadan cezanın ertelenmesi isteğinde reddedilerek mahk–miyet kararı verilmiş, kamu düzenine karşı işlenen suçun ağırlığı vurgulanmıştır. Böyle bir mahk–miyet ilamının hukuk hukimini bağlamayacağı yolundaki düşünce hukukun temel kurallarıyla bağdaşamaz. Hukuk hakimi kesinleşmiş ceza ilamının yanlış ve isabetsiz olduğunu tartışamaz. Eğer eylem Türkiye'nin bir yerinde suç ise her yerinde suçtur. Ceza mahkemesinde suç sayılan eylemin aynı yerdeki hukuk mahkemesinde suç sayılmayacağına ilişkin düşüncenin hukuk mantığında yeri bulunamaz. Öyle olduğu için karar yerinde aksine bir gerekçe gösterilmemiştir.
Bu konuya ışık tutan ( 15.11.1953 gün - 25/10 ve 29.5.1957 gün 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararları ile HGK.nun 10.1.1975 gün 1971/1-406 sayılı ve yine HGK.nun 16.5.1975 tarih 1970/4 577 E.427 K.sayılı kararlarında Y.4.H.D. nin 14.5.1975 gün 2342/6310, 11.5.1973 gün 7158/5969, 19.4.1965 gün 4159/2061 sayılı kararlarında Andreas von Tuhr, Borçlar Hukuku Cilt : 1, Cevat Edege tercümesi, sahife 412, Oser/Schönenberger, Dr. Recai Seçkin tercümesi sahife 490 ) da açıklandığı üzere; ceza ve hukuk mahkemeleri karaları arasındaki ilişkiyi düzenleyen BK.nun 53. maddesi hükmü hukuk hakimini, ceza mahkemesinin keşinleşen kararı karşısında maddi hukuk bakımından kural olarak bağımsız kılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Her mahk–miyet kararı o eylemin ( olayımızda işlemin ) hukuka aykırılığını tesbit etmesi bakımından hukuk hakimini bağlayıcı niteliktedir. Gerek bilimsel görüşlere ve gerekse Yargıtay'ın kökleşmiş içtihatlarına göre ceza hakiminin saptadığı maddi olaylar ve özellikle fiilin hukuka aykırılığı ve davalılar tarafından işlenmiş olup olmadığı hukuk hakimini tamamen bağlayıcıdır.
Maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi ilamı, taraflar yönünden kesin hüküm niteliğini taşır. Artık hukuk mahkemesinde bu maddi olayın aksi iddia ve ispat edilemez. Hukuk hakimi ceza hakiminin mevcut delil ve işlemlerini hatalı takdir ettiği düşüncesi ile aksine bir hüküm kuramaz.
Kaldı ki, ortada bu mahk–miyet ilamı olması bile "Tapu memurlarının, ancak kendi görev bölgeleri içinde takrir almaya yetkili olduklarına, yani bölgeleri dışında görev yapamayacaklarına" ilişkin 2015 sayılı Yasanın buyurucu 1. maddesini ve 711 sayılı Yasayı gözardı etmek ya da bu yasaları sözü ve ruhu dışında hukuksal olmayan kişisel düşüncelerle davalılar yararına yoruma tabii tutmak olanağı yoktur.
Ayrıca olayların düzenlenmesinde en aktif rolü oynayan Sinan'ın alıcılardan 1962 doğumlu Nihat'ın velisi sıfatı ile akit sırasında bulunması yeterli değildir. Hazır olması gereken diğer alıcı Kerim ve Arslan'ın da Esma'nın velayeti altında oldukları anlaşılmaktadır. Satış işlemi yapılırken bu iki alıcı temsil edilmemiştir. Sonradan akit tablosuna imzalarının alınması bile, görevlilerin hastahanede yapılan işlemi yetersiz gördüklerinin sonradan tamamlama ya da düzeltme zorunluluğunu duyduklarının kanıtıdır. Olaya bir başka yönden de yaklaşıp inceleme gereği vardır. Satıcı Fatma ölüm döşeğindedir, akciğer kanserine iki gün sonra yenik düşecektir. Edirne'den kalkıp, Kartal'ı İstanbul u aynı gün dolaşan ve sözde görevine çok bağlı olan bu hanım memur hastanenin içindeyken neden hastanın şuuru konusunda çok kolaylık sağlanması olanağı bulunan bir rapor hiç değilse bir belge almak ihtiyacını duymamıştır da, kendi gözlemleri ile yetinmiş, Sinan beye gösterdiği fevkalade ilgiyi zavallı bir hastanın hukukundan esirgemiştir. Görevseverlik tek yanlı mıdır? Uzman doktor yerine geçen tapu memuru ülkenin neresinde görülmüştür? Hal böyle olunca memurenin iyiniyetle bu işlemi yaptığına nasıl güvenilir? Bu davranış vazife yapmak değil, tertibin gerçekleşmesini sağlamaktan başka bir anlam taşımaz.
Akit tablosunda satış bedeli 100.000.- lira gösterilmiş; 30 bin lirasının hastahanede satıcıya ödendiği ya da hastahane giderlerinin karşılandığı konusunda bir uyuşmazlık yoksa da kalan 70.000.- liranın ödendiği kesinlik kazanmamıştır. Bir an için satış bedeli 100.000.- liranın satıcıya ödendiği kabul edilebilse, bu taşınmazın akit tarihinde en az 400-500 bin lira değer taşıdığı iddiası inceleme konusu yapılmamış, soruşturma bu yönden noksan bırakılmıştır. Edirne şehir merkezinde 30 bin, yüzbin liraya akit tarihinde bir ev satın alınabileceği ülkemizin ekonomik gerçeklerine aykırıdır. Taşınmazın gerçek değerinin saptanması yoluna gidilse idi, tertipdeki amaç, işlemlerdeki sür'at daha açıklıkla anlaşılabilir hale gelecekti. Ne var ki, mahkeme satış işlemini daha başlangıçta geçerli saydığı için böyle bir yönün saptanması gereğini önemsememiştir. Ancak soruşturmadaki bu noksanlık yukarda belirlenen güçlü delilleri değerden düşürecek ve davanın kabulünü önleyecek nitelikte değildir.
Mahkeme satış sözleşmesinin hukuka uygunluğunu kabul ettikten sonra, davanın gündemine "hukuki ehliyetsizlik" iddiası gelmiştir. Bu konudaki iddia tanık sözlerine dayanılarak reddedilmiştir. Oysa MK.nun 359 ve ona bağlı hükümlerine göre, hukuki ehliyetsizliğin varolup olmadığının mutlaka tabip raporu ile saptanması zorunludur. Gerçeğe ulaşmak için belli yasal kurallara göre soruşturma yönteminin tayini, sorun ile çözüm arasındaki yolu yasa açısından saptanması gerekir. Hastanedeki protokol kayıtları, inceleme, gözetleme raporları tıbbi müdahale ve uygulamalara ilişkin bilgilerin getirtilerek uzman doktorlardan ya da Adli Tıp Meclisi'nden hastanın akit tarihinde hukuki ehliyete sahip bulunup bulunmadığına dair kesin rapor alınması olanağı varken, mahkemece böyle bir nesnel delilin ihmal edilmesi, tanıkların soyut sözleri ile yetinilmesi yasaya aykırıdır. Adli Tıp Bilim dalının eski deyimle, "Haleti-nezi" olarak tanımladığı yaşamla ölüm arasındaki şuursuz dönemde hastanın ehliyetli olduğundan söz etmek, pozitif bilimin, hayat gerçeğinin karşısına çıkmak demektir. Akciğer kanseri ile boğuşan bir hastanın ölümünden en çok iki gün önce "Haleti-Nezide" bulunup bulunmadığının soruşturulması en azından yerine getirilmesi gereken bir araştırma işlemi olmak gerekirdi. O halde, mahkeme kendi kabulüne göre dahi yetersiz soruşturmaya, yanlış değerlendirmelere dayanarak hukuki ehliyetsizlik iddiasını reddetmiş bulunmaktadır.
SONUÇ : Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın satış işlemi, kökeninde suç teşkil eden bir eylem yaptığı için yasaya aykırıdır. Akit ölü doğmuştur. Gerçersizdir. İptal davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, hukuksal olmayan düşüncelerle reddedilmesinde isabet yoktur. Davacılar vekilinin tüm temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün yukarda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.