Konu: O FotoĞraf
Mesajı Okuyun
Old 09-01-2011, 11:31   #1
Eray Karınca

 
Varsayılan O FotoĞraf

Eray Karınca*
O FOTOĞRAF
Zaman zaman benim de içinde yer aldığım bir koro, Türkiye’de kadınların aile içinde şiddetten korun(ama)ması konusunda sorunun, uygulamadan kaynaklandığını söyler. Gerçekten de Ailenin Korunması Kanunu’nun çıkarılması, temel yasalar düzenlenirken ayrımcılığa yol açan bir çok maddeye yer verilmemesi, Anayasadaki dev hamleler, uluslar arası sözleşmelerin iç hukukun bir parçası sayılması böyle söylenmesi için önemli argümanlardır. Yani yasa koyucu ve en tepedeki karar vericilerin üzerine düşeni yapmalarına karşın günlük yaşamdaki pratik, kadına yönelik eş şiddetinin azalmayıp sanki arttığını gösterdiğine göre sorun, bu yasaların gereği gibi uygulanmamasındadır ve sorumluluk yasalardaki bu değişimleri kavrayamayan, gereği gibi uygulamayan kamu görevlilerindedir. Öyleyse bu tür sorunların tılsımlı çözümü olan eğitim eksikliği giderilmelidir. Bu da yapılmış, büyük oranda yapılmaktadır. Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı ile yaptığı protokoller uyarınca, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden sağlanan parasal destekle 40.000 polis, 164 hakim ve savcı ile binlerce sağlık çalışanı eğitilmiştir. Ancak bu da kadının eş, eski eş, nişanlı, baba, kardeş şiddetinden korunmasına yetmemiştir. O halde ne yapılmalıdır?
Toplumsal dönüşümlerin, farkındalık bilincinin gelişmesinin zaman gerektirdiği doğrudur. Ancak böyledir diye toplumsal karar vericiler, politika oluşturanlar, yasa koyucular, aydınlar elleri böğründe, bazı adamların eşlerini, sevgililerini, kızlarını, kardeşlerini öldürmelerine, dövmelerine, canlarına tak eden kimi kadınların da eşlerini öldürüp hapse girmelerine seyirci mi kalacak? Küçük bir bilgi verelim: Cezaevlerindeki adam öldürmeden tutuklu ya da hükümlü on kadından dokuzu eşini ya da sevgilisini öldürmüş.
Oysa kamuoyunda ses getiren Ayşe Paşalının alçakça öldürülmesi olayı, bu konuda yeni düşünceler, bakış açıları geliştirmemizi zorunlu kılmakta adeta gözümüze sokuyor. Bu olayda tarafların boşanmış olması, -benim de beş yıldır savunduğum- boşanmış ve nikahsız birliktelik yaşayan kadınların 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’ndaki tedbirlerden yararlandırılması konusunu bir kez daha gündeme getirdi. Kamuoyunda da bazı hakimler CEDAW ve diğer sözleşmeleri yorumlayarak koruma kararı veriyor, bazıları ise yasada yer almadığı için vermiyor, öyleyse yasayı genişletirsek sorun çözülür algısı oluştu ve siyasi iktidar devreye girerek, yasanın kapsamına bu kadınların da alınması için düğmeye bastı. Kadın örgütlerinden bu konuda ivedi görüş istendi. Onlar da zaman az ama değişiklik olumlu, yasaya şu da girsin, bu da girsin telaşıyla yanıtlarını alelacele bildirdiler.
Oysa acele etmeden durup düşünülmeli. Zaten mahkemelerin, bundan sonra boşanmış ya da nikahsız birliktelik yaşayan kadınlar için bu yasa uyarınca koruma kararı vermeme şansı artık yok. Peki neden durup düşünmeliyiz? O fotoğraf! Hani boşanma davasında adliye koridorunda, duvara kıstırılmış, gözleri dayaktan mosmor, bakışları boş, çaresiz bekleyen Ayşe ile aynı karedeki eski eşi, katil şüphelisinin duvara elini yaslamış, medyanın sözde pişmanmış gibi yansıttığı ama adamın her haliyle Ayşe üzerindeki hükümran duruşunu sergileyen o fotoğrafa iyi bakılmalı, iyi incelenmeli. O adam, bu kadını dövmüş; yüzünü, gözünü perişan etmiş, hâlâ onun yanında ne işi var? Devlet, nerede? Nerede sosyal çalışmacı? Polis, yargıç, savcı, psikolog nerede? Spesifik bir olay mı bu?
Türkiye’de kadınların % 40’ı eşlerinden dayak yiyor ve bunların % 94’ü neden hiç kamuya başvurmuyor? Başvuranların neden tamamına yakını verilen hizmetten memnun değil? Bu araştırmalar neden yaptırıldı? O fotoğraf, her şeyi söylemiyor mu? Yasanın kapsamını genişletip nikahsız birliktelik yaşayanları ve boşanmış olan kadınları da korumaya alınca bu fotoğraf değişecek mi? Yoksa bir grup kadını daha koruyormuş gibi mi yapılacak yalnızca. Yine kadınlar çaresizlikten dayakçı adamlara muhtaç olacak, yine savcılar olaydan üç ay sonra koruma kararı isteyecek, yine valiler, kolluk ne yapacağını bilemeyecek, bu kadınları yük olarak görecek….
Çözüm: topyekün bir bakış açısı değişikliğiyle olanaklı. Kanun hepi topu iki maddeden oluşuyor. Saydım, tasarıdaki eklerle ilk tümce, tam on iki satır. İçinde onbir tane “veya” bağlacı var. Adı da hâlâ Ailenin Korunması. Hangi aileyi koruyoruz? Şiddetin, korkunun kol gezdiği bir aileyi neden koruyalım, güçlendirelim? Gelin, Kanunun da Bakanlığın da adı değişsin. Doğrudan kadını ve çocuğu ev içindeki şiddetten koruma kanunu olsun. Dünyada öyle. Gelin, tane tane yasa uygulayıcılarına, ilgili kamu görevlilerine hangi halde hangi aşamada ne yapacağını gösteren yalın, okunur maddeler düzenleyelim. “Veya”ları azaltalım. Türkçe’miz elverişli; halkımız, kadınlarımız buna değer. Diğer yasalarla bağlantıyı sağlayalım. Tedbirlere uyulmaması, tekrarı halinde tutuklama tedbirini akılcı biçimde devreye sokalım. Birleşik Aile Mahkemeleri’ni kuralım; tedbiri izlemek, ceza yaptırımını uygulamak aynı hakimin görev ve yetkisinde olsun. Yasayı uygulamayandan hesap soralım. Yani, “mış” gibi yapmayalım. Koruyalım. Bu olanaklı, yapılabilir. Yeter ki inanalım. Hiç kendimizi kandırmayalım,. Sorun, önce karar vericilerin buna yeterince inanmamasında, bunu yeterince önemsememesinde. Şayet yasanın adını ailenin korunması dersen, kafalar resmi aile arar; aynı şekilde bir maddeye her şeyi tıkıştırırsan, kamu görevlisi ve uygulayıcı bundan doğru mesaj çıkaramaz.
Önerim, sivil toplum kuruluşlarına. Lütfen değişiklik önerilerinizi çekin. Çekin ki herkes toplansın, aceleye getirilmeden yasalar elden geçirilsin. Uygulamada duraksama yaratmayacak her aşamada kim ne yapacak belli edilen “ağyarini mani efradını cami” düzenlemeler yapılsın. Yoksa bu haliyle yapılan, enfeksiyona doğru antibiyotiğin yetersiz kullanımında olduğu gibi kadına yönelik şiddeti arsızlaştıracak, kadını daha da güçsüzleştirecek, sindirecektir. Kadın kuruluşları buna fırsat vermeyin! Unutmayın duruşmada, “Hâkim bey, eski kocam evime gizlice girmiş, çamaşır asacaktım. Yere yatırıp dizleriyle göğsüme bastırıp elimdeki çamaşır ipiyle boğazımı sıktı. Çocuklarımın feryadına komşular yetişince bırakıp kaçtı. Artık ya o beni öldürecek ya da ben onu!” diyen Hacer’e karşı hep birlikte sorumluyuz. Hacer ne ölsün ne de öldürsün! Görelim o fotoğrafı.
NOT:9.1.2011 günlü, Radikal 2'de yayınlanmıştır. Diğer yazıları merak eden eraykarinca.blogspot.com'dan okuyabilir.)