Mesajı Okuyun
Old 25-01-2008, 12:44   #3
Av.Ergün Vardar

 
Varsayılan

Yargıtay'da benimle aynı görüşteymiş.
T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 1981/4-68
Karar: 1982/878
Karar Tarihi: 10.11.1982
ÖZET: Azil amacıyla verilen ilanda kullanılan sözler itibariyle, davalının davacıyı (yan vekilini) küçük düşürmeyi amaçladığını vurgulayan bir durum mevcut değildir. Öte yandan deruhte edilen hukuki yardımın niteliği itibariyle olayımızda aşırı bir yola başvurulduğu da iddia edilemez. Çünkü bu tür azillerin kişilik haklarını ihlal ettiği kabul edilirse, o takdirde her azil olgusunun da bir oranda vekilin kişilik haklarını ihlal ettiği gibi bir sonuca varılır ki bu görüş katılmak mümkün olamaz. Mesela, vekilin azline noter, noterlikte çalışan bir çok personel, hakim, katip, davanının tarafları gibi bir çok şahıs muttali olmasına rağmen, bu tür azillerde hiçbir zaman vekilin kişilik haklarının ihlal edildiği kabul edilemez. Bu kuralın olayımızda da uygulanmasını engelleyen özel bir durum mevcut değildir. O halde, ilanın metni karşısında bu olayda hakkın kötüye kullanıldığı, azlin yayınlanmasında özel bir amaç güdüldüğü anlaşılamadığından ve bu yolda vaki azlin davalının kişilik haklarını ihlal etmesi de söz konusu olamıyacağından, davacının manevi tazminata ilişkin isteğinin reddine karar verilmek gerekirken, aksine düşüncelerle ve Borçlar Kanununun 49. maddesinin öngördüğü koşulların ne şekilde gerçekleştiği de izah edilmeksizin elli bin lira gibi fahiş bir manevi tazminata hükmedilmiş olması bozmayı gerektirir.

(818 S. K. m. 34, 49)
Dava: Taraflar arasındaki "manevi tazminat ve alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 10. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.12.1979 gün ve 378-826 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 7.4.1980 gün ve 2129-4546 sayılı ilamiyla (..1 - Davacı, davalının gazeteye verdiği bir ilanla kendisini azlettiğini, davalının bu davranışının kamu oyunda bazı yanlış kanıların uyanmasına neden olacağını ve bu tazminat istemiştir. Taraflar arasında, davalının Türk vatandaşlığına kabulünü sağlamak konusunda bir vekalet sözleşmesi bulunduğu ihtilafsızdır. Ayrıca, davalının, Hürriyet Gazetesi'nin 15.6.1976 günlü nüshasının 11. sayfasının son sütununda yayınlattığı bir ilanla davacıyı azlettiği ve ilanda aynen: (İstanbul Barosu Avukatlarından (N.F.)'a vermiş olduğum vekaltnamenin 10 Haziran 1976 tarihinden itibaren hükümsüz olduğu duyurulur. (N.E.) sözlerinin yer aldığı konusunda bir uyuşmazlık yoktur. Nitekim Mahkeme dahi, ilan yazısında davacının kişilik haklarının ihlalini amaç tutan bir söz bulunmadığını benimsemiştir. O halde, gerçekleşen şu maddi olgular karşısında bu davada çözümlenmesi gereken sorun gazeteye verilecek bir ilan ile vaki azillerin, azledilen vekilin kişilik haklarını ihlal edip etmiyeceği hususu olmalıdır. Kural olarak temsil selahiyetinin ref'ini, geri alınmasını engelliyen bir yasa hükmü mevcut değildir. temsil selahiyetinin kaldırılması, yani geri alınması hakkı temsil edilen kişi ile onun haleflerine aitir. temsil olunan, Borçlar Yasasının 34. maddesi hükmünce artık itimat edemediği ve temsil selahiyetini kötüye kullanacağından endişe duyduğu mümessilin temsil selahiyetini geri almaya ya da sınırlamaya yetkilidir. Bu geri alma iradesi vekile ulaştırılacak bir irade beyanı ile gerçekleştirilebilir. Bu beyanın geçerliğinin hiçbir şekle bağlı olmadığı, gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oybirliği ile benimenmiş bulunmaktadır. Davacının yükümlendiği hukuki yardım davalının Türk vatandaşlığına kabulünü sağlıyacak idari işlemleri yapmaktır. Genellikle, vekilin azlinde uygulanacak yöntem şudur; Müvekkil ya doğrudan doğruya vekiline çektiği bir ihtarname ile kendisini azleder ya da mahkmeye gönderip dosyasına koyduracağı bir irade beyanı ile azli gerçekleştirebilir. Bunun dışında başvuracak bir azil yolu, aşırı olan, amaç ile orantılı bulunmayan aracın kullanılması şeklinde nitelendirilebilir. O halde, meseleye çözüm getirirken amaç ve araç ilişkisinin iyice tespiti ve dolayısıyla müvekkilin bu tür olaylarda azil hakkını kötüye kullanıp kullanmadığı yönü üzerinde titizlikle durulması şarttır. Olayımızda, azil amacıyla verilen ilanda kullanılan sözler itibariyle, davalının davacıyı (yan vekilini) küçük düşürmeyi amaçladığını vurgulayan bir durum mevcut değildir. Öte yandan deruhte edilen hukuki yardımın niteliği itibariyle olayımızda aşırı bir yola başvurulduğu da iddia edilemez. Çünkü bu tür azillerin kişilik haklarını ihlal ettiği kabul edilirse, o takdirde her azil olgusunun da bir oranda vekilin kişilik haklarını ihlal ettiği gibi bir sonuca varılır ki bu görüş katılmak mümkün olamaz. Mesela, vekilin azline noter, noterlikte çalışan bir çok personel, hakim, katip, davanının tarafları gibi bir çok şahıs muttali olmasına rağmen, bu tür azillerde hiçbir zaman vekilin kişilik haklarının ihlal edildiği kabul edilemez. Bu kuralın olayımızda da uygulanmasını engelleyen özel bir durum mevcut değildir. O halde, ilanın metni karşısında bu olayda hakkın kötüye kullanıldığı, azlin yayınlanmasında özel bir amaç güdüldüğü anlaşılamadığından ve bu yolda vaki azlin davalının kişilik haklarını ihlal etmesi de söz konusu olamıyacağından, davacının manevi tazminata ilişkin isteğinin reddine karar verilmek gerekirken, aksine düşüncelerle ve Borçlar Kanununun 49. maddesinin öngördüğü koşulların ne şekilde gerçekleştiği de izah edilmeksizin elli bin lira gibi fahiş bir manevi tazminata hükmedilmiş olması bozmayı gerektirir.
2 - Avukatlık Kanununun 163. maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre dava, takip ve her türlü danışma ücretleri hakkındaki anlaşmaların yazılı şekilde olması şarttır. Burada söz konusu olan şekil bir ispat şekli değil, bir muteberlik şeklidir. Bu sebeple davalının davacıya yirmi iki bin Türk liralık çek vermiş olması sonucu değiştirmez. Çünkü muteberlik şekline bürünmüş olmayan irade beyanı hukuki varlığı olmayan bir beyandır. O halde, aynı maddenin son fıkrası hükmünce işin yüklenildiği günde yürürlükte bulunan 1973 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin birinci kısım, ikinci bölümünün 3. bendi uyarınca 1500 lira avukatlık ücreti takdiri gerekir. Mahkemece bu hukuki esas göztilmeksizin ve gerçek giderler araştırılmaksızın, verilmiş olan çek'in yazılı ücret sözleşmesi gibi benimsenip orada yazılı tutarın avukatlık ücreti ve masraf olarak tahsiline karar verilmiş olması bozmayı gerektirir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki kağıtlara ve bozma kararında gösterilen gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.11.1982 günü oybirliği ile karar verildi.
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************