Mesajı Okuyun
Old 06-10-2006, 15:55   #69
gerunsal

 
Varsayılan

Sayın mehmetseyrek;

"Düşünceme göre dilde, önce kurallar konmuş sonra bu kurallara göre sözler ve sözdizimleri "uydurulmuş değildir.Aksine, önce insanlar iletişim kurmak için konuşmuşlar, yazmışlar ; bunun sonucu olarak da kurallar oluşmuştur." demişsiniz ve savınızda kanımca sonuna kadar haklısınız. Ancak bu kurallar varlıklarını korudukları sürece ve değişmeleri yolunda toplumsal bir karar olmadıkça bu kurallara aykırılık dile aykılık olacaktır kuşkusuz. Bu işi kuralına göre yapalım ki sonra karşımıza çıkan nedeniyle -biraz kaba bir tabir olacak ama- "dumur" olmayalım. Bu konudaki en güzel örnek e-mail için önerilen "elmek" karşılığında gün yüzüne çıkmıştı. "Elektronik" ve "mektup" sözcüklerinden oluşan "el-mek" Türkçe bir karşılık olarak önerilebildi!?! O yüzden uydurmak yerine türetmeyi yeğliyorum hala...

"Diğer bir deyişle sonunda -sal bulunan hiçbir kelime yoktur demiyor, bunlar yanlıştır diyor."

Sayın Jeanne D'arc; Sayın kağanulaş'ın yukarıya alıntıladığım tümcesini ilk okuduğumda sanki Sayın Bakiler'in böyle bir ek vardır ancak yanlış kullanılmaktadır dediği iddia ediliyor olarak algıladığım için iletimde bahsettiğiniz mantık hatası meydana gelmiştir. Şu an daha dikkatli okuyunca yanlışımı net olarak gördüm. İlginize teşekkürler... Ne sizi ne de tartışılmaz olarak gördüğünüz düşüncelerinizi ne tartışmaya ne de değiştirmeye gerek cürret gerekse de lüzum görmem. Taraftarlığınıza ve savunmanlığınıza elbetteki saygım sonsuzdur. Ancak malumunuz olduğu üzere sizden de aynı saygıyı beklemek en önde gelen haklarımdan biridir. Siz her ne kadar Osmanlıca ile günümüz Türkçe'si arasında bir halef-selef ilişkisi kursanız ve Osmanlıca'nın -aksi bilimsel gerçeklerle ispat edilebilecek olsa dahi- Türkçe olduğunu aksinin reddi miras olacağını savlasanızda bu düşüncenin tamamen karşısındayım.

Gerek yazı gerek konuşma dili olarak ele alındığında Osmanlıca'nın Türkçe ile yakından ya da uzaktan bir benzerliği olmadığı aşikardır. Türkçe'nin fonetik (sesbilim) açısından taşıdığı tüm kuralların Osmanlıca'da açıkça kıyıma uğratıldığı, Türkçe'nin sahip olduğu tüm gramer (dilbilim) kurallarının hiçe sayıldığı, kullanılan sözcüklerin Türkçe karşılığı olmasına karşın bilgeliği ortaya çıkardığı inancı ile özellikle Arapça ve Farsça sözcüklerin seçildiği, elde bulunan sayfalarca yazınsal metin baştan sona çözümlendiğinde Türkçe sözcüklerin diğer sözcüklere oranla yok denecek kadar az olduğu verileri gözönüne alındığında halihazırda Osmanlıca'dan Türkçe diye bahsetmek ne kadar gerçekçi olur merak ediyorum. Üstadım; bağışlamanızı dileyerek belirtmek isterim ki Osmanlıca'nın daha varsıl anlamlar barındırıdığını savlamak dün Saray "ulemasının" gittiği yolun takipçisi olmanın en açık kanıtı değil midir? İlk iletimde de belirtiğim üzere özellikle Osmanlı Fermanlar Döneminden itibaren başta siyasal yaşamda kendini gösteren üç kutupluluk dil üzerinde de bu şekilde kendini göstermektedir. Amacımız Türkçe'yi korumak, onu geliştirmekse bu amaca hizmet eden bir tavır sergilememiz gerekir. Gerek batı dillerinin boyunduruğunda gerekse de Osmanlıca'nın gölgesinde kalan bir Türkçe kendi öz bağlarından kopartılmış kendisine yabancılaştırılmış bir Türkçe'dir. Bu hali giderilmeden Türkçe'nin korunması ya da geliştirilebilmesi mümkün değildir.

Sayın kağanulaş;

"Son olarak "biz türetelim kelimeleri herkes istese de istemese de kullanacaktır" görüşünü fazla jakoben hatta faşizan bulduğumu da söylemek istiyorum."

Sondan başlıyorum . Aslına bakarsanız ilk okuyuşta bu cümle bende de pek iyi etkiler yaratmamıştı. Ancak bu tümceyle kastedilenin faşizanlıkla ilgisinin olmadığını örnek olarak vermiş olduğunuz "sabun-olanak" fıkrası sayesinde çok daha iyi anladım. Şu an Türkiye Türkçesi'ni bildiğini savlayan herhangi bir bireyin olanak için yaşam için ya da şu son yüz yılda dilimizde üretilen diğer yeni sözcükler için böyle bir yaklaşım sergilemesi çok uzaklarda kaldı. Halk elbetteki kendisinden olanı kendi diinden olanı çok daha kolay kabullenebiliyor.

Bakınız 1920 'li yıllardan beri süregelen 1930 lı yıllarda TDK'nın kurulması ile en pırıltılı günlerini yaşayan dilde arılaşma etkinliği kapsamında iletinizde vermiş olduğunuz Türkmenis'tan örneği gibi bir örnek yaşanmadı bu ülke de... Halk kendisi özümseyerek Türkçe'nin arılaşmasına katıldı. Hali hazırda halkın kendi kouştuğu dil de saray dili gibi olmaktan çok daha uzaktı.

"Sayın Gerunsal'ın kumsal kelimesinin Orta Asya Türkleri tarafından bile kullanıldığı, Türkçe'nin tüm kurallarına uygun olduğu görüşünü neye dayandırdığını bilmiyorum ancak böyle olsa idi Y.B. Bakiler'in bundan haberi olurdu diye düşünüyorum. Ama sonuçta Bakiler babamın oğlu değil, söyledikleri mantıklı gelmişti burada aktardım, yanlış olduğu ispatlanırsa hatamızdan dönmesini biliriz. Ancak yanlış olduğuna kesin olarak inandığınız bu fikri savunanları dilbilgisinden habersiz veya bilinçaltında kötü niyet taşıyan insanlar olarak tanımlamanız biraz haksız bir tavır gibi geldi bana. Ben iddiamı Bakiler'e dayandırıyorum, adam edebiyatçı hatta dilbilimci, siz bunun doğru olmadığına dair fikrinizi neye dayandırıyorsunuz, onu açıklarsanız daha sağlıklı bir tartışma olur diye düşünüyorum. "

demişsiniz. Türk dili konusunda en etkin oterite olduğu tartışılmaz olan 1980 öncesi TDK çalışmaları dayanağımdır. "-sel" eki ile türetilen sözcüklerin birçoğu bu kurumun üstün başarısıdır. Sayın Bakiler'in dil konusundaki tutumu gayet açıktır. Bugün Batı dilleri nasıl Latince'yi kendi ölü dilleri olarak görüp bu dili kendileri için yeni sözcük oluşturma adına bir kaynak gibi kullanıyorlarsa bizim de Osmanlıca'ya (Arapça- Farsça'ya) aynı muhameleyi yapmamızı savlıyor. Ancak Türkçe'nin varlığını ve canlılığını korumak adına bir ölü dile ihtiyacı olamadığı gerçeğini göz ardı ediyor. Beyfendi'nin "şeref" sözcüğü hakkında yapmış olduğu yorumu daha önceki iletimde de dile getirmiştim. Bu konu da kendisine katılmam ne yazık ki olası değildir. Beyfendi ile aynı düşünceyi paylaştığım tek nokta batı dillerinden sözcük almanın Türkçe'yi öldüreceği konusudur. "Şeref" ve "onur" sözcüklerine dönersek peki Bakiler hocaya katılalım -konuyu ne yazık ki araştıracak zaman bulamadım kendisinin savladığı gibi "onur" sözcüğünün Fransızca kökenli olduğunu varsayıyorum- "onur" sözcüğünü yabancı bir dilden geldiği için kullanmayalım. Ancak nesnel olmamız gerekirse aynı mantıkla "şeref"i de kullanmamamız gerekli değil mi? Doğrusunu üretmek yerine neden eski ile bağlanıp kalıyoruz? Yoksa Türkçe "şeref" ya da "onur" sözcüklerine karşılık üretemeyecek kadar aciz bir dil mi?

Saygılarımla...