Mesajı Okuyun
Old 17-01-2007, 15:13   #106
Av.Bülent Özkan

 
Varsayılan görüş

Sevgili arkadaşlar;
Hukuk literatürünün en önemli konularından biri hakkında her dönem tartışılmış ve her dönem iki ayrı kutup ortaya çıkmıştır. Ceza Hukukunun amacı ve gelişim sürecine göre bu konuya verilen cevaplar da değişmiştir. Herkesin de belirttiği gibi çağdaş ceza hukukunun öncelikli amacı suçluyu rehabilite ederek, cezasını tamamladıktan sonra topluma adapte olabilmesini sağlamaktır. Sayılan diğer amaçlar ise çağdaş ceza hukukunun ikincil amaçlarını oluşturur.
Elbetteki yaşam hakkı en kutsal ve en değerli haktır. Kaybı halinde geri dönüşü mümkün olmayan diğer hakların kullanılmasının esas itibariyle kullanılma şartı da diyebiliriz. Bu sebepledir ki idam cezasının uygulanması halinde hata yapıldığı anlaşılırsa geri dönüşü mümkün olmayacak bir hata ile karşı karşıya kalınacaktır. Olayın bu yönü de çok önemli.
Bu itibarla bir cinayet söz konusu olduğunda sağ kalan olarak failin yaşam hakkı her şeyin üstünde tutulmaktadır. Eylemin mutlaka bir cezai karşılığı olacaktır ama insan olarak kişinin yaşam hakkına veya temel insan haklarına halel getirmeyecek şekilde kişi cezai müeyyide ile karşılaşırken sonunda da rehabilite olacaktır.
Konu hukuk camiası dışında da her daim tartışılan ve ilgi duyulan bir konudur. Özelikle sinema endüstrisi açısından. Yalnız benim dikkat ettiğim; konuya daima tek yönden bakıldığı, hep sağ kalanın (failin) penceresinin açık tutulduğudur. Filmlerde bile bu böyledir. Fail cezasını çekmekte iken hakkındaki idam kararı valinin masası üstündedir. Bu süreçte idam karşıtları bir dolu gösteriler yapmaktadır. Vali idamı onaylar. Ve bundan sonra hükümlünün geçirdiği psikolojik travma ayrıntılı ayrıntılı anlatılır. Finalde ise çok acıklı bir idam sahnesi izleriz.
Diğer pencere ise hafifçe aralanmakta ve üstünkörü değerlendirilmektedir. Sağ kalanın korunmaya muhtaç bir yaşam hakkı olduğu muhakkaktır. Ve fakat maktulün elinden alınan yaşam hakkı ve maktulün arkasında bıraktığı kişilerin psikolojik durumu da önemlidir. Sayın Armağan Konyalı’nın verdiği örnek çok çarpıcı ve yürek burkuyor. Bu bağlamda olayın maktulün yakınları bakımından da moral ve psikolojik açıdan değerlendirilmesi ; failin yaşam hakkı ile ölenin yaşam hakkı ve geride kalanların haklarına yapılan saldırı arasında bir ölçünün tutturulmasını kıstas olarak kabul ediyorum. Meslek icabı da olsa siz cebindeki 57YTL için boğazı iki cani tarafından kesilen gencecik birinin ailesi ile veya onun 3 yaşındaki oğluyla yüzyüze geldiniz mi? Size hukuki durumu sorduklarında ; efendim yaşam hakkı kutsaldır bunun yanında insan hakları da vardır bunlardan sonuna kadar yararlanacaktır, müeebet alır veya üst sınırdan ceza alır dediğinizde , aslında siz faillerin aldıkları cezanın kuşa döneceğini bilmenize rağmen o insanlara bunu söyleyemek istemessiniz. Evet bizler hukukçuyuz, olayın içeriği ile değil hukuki değerlendirmesi ile ilgilenir ve mevzuata göre hukuki değerlendirme yaparız ama bu hukuk sorunu açısından olayın moral yönünü ve toplumda olaya karşı verilen tepkiyi de cezayı belirlerken göz ardı etmemeliyiz. Bunu göz ardı ettiğimiz zaman cezanın sırf rehabilitasyon amaçlı olduğu sonucu çıkar. Oysa ki suç işlenmesini önleme (caydırıcılık) unsurunu yok saymamak gerekir. En önemli nokta ise toplumda kaybolmaması gereken adalete olan inançtır, adalet duygusudur. Adalet duygusunun getirdiği hem bireysel hem de toplumsal tatmin hissidir.
Toplumsal sözleşmeden beri devlete bazı hizmetleri sağlaması karşılığı olarak peşinen yönetme hakkını devrettiğimiz vurgulanır durur. Hizmetlerin en önemlisi de güvenlik olsa gerek. Bu bakımdan bana göre Devletin haksız olarak öldürülen her kişi açısından sorumluluğu vardır. Kişiyi koruyamamıştır. Devletin her fail açısından da sorumluluğu vardır çünkü kişiyi eğitememiştir. Maktul yakınları açısından da sorumluluğu vardır çünkü onların adalet duygularını tatmin edememiştir. Bunun tabii sonucu olarak da adalet duygusu kaybolanlar kendi adaletlerini kendilerini uygulamaya karar verir ve linç eylemleri artar. Şu an için memleketteki durum da böyledir. Bir diğer önemli nokta ise şahsi görüşüm olarak söylüyorum infaz kurumlarının rehabilite edici niteliğinin bulunmadığıdır. Maalesef ülkemizin cezaevleri bana göre hükümlüyü rehabilite edecek ve onu topluma kazandıracak donanıma sahip değil. Kaldı ki cezasını çekerken kimin rehabilite olup kimin daha da beter olduğuna kim karar vermektedir. Hükümlülerin bu durumları kimin gözetimindedir. Bizde cezasını çeken herkesin cezasını çekip bitirdiği anda peşinen rehabilite olduğu kabul edilir. Oysa bir insan 40 yıl yatsa da rehabilite olmayabilir. Peşinen rehabilite olduğu kabul olunan ve aslında rehabilite olmamış birinin topluma salıverilmesi ne derece doğrudur.
Bunun yanında Devletin düzeni sağlama, huzur ve güveni tesis etme gibi kamu yararı olan hususları da cezayı tayin ederken es geçmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Bu bakımdan cinayetlerin işleniş biçimi açısından bir tanzime gitmek ve ona göre cezayı belirlemek en doğrusu olacaktır. Kimi arabasına atlar, memleket turu atarken zevk veya skor olsun diye adam öldürür veya aşağılık arzularını tatmin için kız çocuklarına iğrenç tecavüzünü yapıp onları yakar ve gömer; bunlar canidir. Kimi bir anlaşmazlık sebebiyle o veya bu sebeple haksız cana kıyar, düşmanını öldürür, sevgilisine yan bakanı keser; bunlar da affedilmeyecek katildir. Kimi hafif veya ağır tahrike gelerek hayatında belki ilk hatasını yaparak adam öldürür veya başka çaresi kalmayarak adam öldürmek zorunda kalır ; bunlar hem katil hem de talihsizdir. Bu sebeple ben canileri idam et, affedilmeyecek katillere salıverilmemek üzere müebbet, katil ve talihsiz olanları da rehabilite et diyenlerdenim. Bu nedenle idama kısmen EVET.
Saygılarımla…..